Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Osmanlı'nın Çiçekleri
Nurhan Atasoy

Fotoğraflar: Mustafa Yılmaz

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Osmanlı'nın Çiçekleri
Nurhan Atasoy

https://www.zdergisi.istanbul/makale/osmanlinin-cicekleri-28

Güzellikleri genellikle “İrem bağı gibi” diye tasvir edilen Osmanlı Hasbahçeleri’nin, yani Pâdişah’a ait olan bahçelerin başında sarayların bahçeleri gelmektedir. Osmanlı Pâdişahı’nın bahçeleri ne İslâm ve ne de Avrupa bahçelerine benzer. Osmanlı bahçeleri son derece özgür bir şekilde gelişim imkânına sahip olan mekânlardır. Kale içinde, bol suyu olan Bursa şehrindeki saray bahçesi, nehirler arasındaki özel bir alanda yaratılmış olan Edirne Yeni Saray bahçesi, üç taraftan denizle çevrili bir tepeden aşağı doğru yayılan Topkapı Sarayı bahçeleri, Marmara Denizi’ne biraz yüksekten bakan Üsküdar Sarayı bahçeleri veya Haliç kıyılarıyla Boğaziçi kıyılarındaki, sırtlarını tepelere dayamış olan ya da Küçüksu, Kâğıthane gibi dere kenarlarında suyun keyfini çıkaran Hasbahçeler bu özgür şekillenişin en güzel örnekleridir.1

Avrupa’yı da etkisi altına alan Osmanlı çiçek kültürü, önemli askeri başarıları ve kanunlarıyla Osmanlıya en ihtişamlı zamanını yaşatan Kanunî Sultan Süleyman döneminde gelişmiş; bu dönem, Osmanlıların, çiçek ve bahçe kültürü açısından çok parlak bir dönemi ol muştur. Ahmet Refik, Sultan III. Ahmed dönemi üzerinde olduğu kadar, Kanunî Sultan Süleyman dönemi ve kay nakları üzerinde de öylesine derinlemesine dursaydı, belki de Sultan III. Ahmed dönemi yerine Kanunî dönemini “Lâ le Devri” veya “Çiçek ve Bahçe Devri” diye isimlendirirdi. Nitekim bu dönemde gelen tüm yabancı elçilik mensupları İstanbul’un bahçeleriyle çiçeklerinden çok etkilenmiş; Türk topraklarından çiçek ve bitki tohumları Avrupa’ya akın etmeye başlamış, bunun sonucu Avrupa’da çiçek me rakı artmış ve birçok bahçe çiçeklerle donanmıştır. 

İstanbul bahçeleri ve buralarda yetiştirilen çiçekler den hayranlıkla söz eden İstanbul ressamlarından İngiliz Thomas Allom da XIX. yüzyılda İstanbul’da hemen her evin, içinde çeşitli ağaç ve çiçeklerin yetiştirildiği bahçelerin ortasında kurulduğunu anlatır.2 Sanatçı, Türklerin çiçeğe, özellikle güle çok değer verdiğini, ayrıca Türkler arasında bir çiçek dili bulunduğunu ve her çiçeğin bir an lam ifade ettiğini örneklerle açıklar. Allom’a göre portakal çiçeği umudu, kadife çiçeği umutsuzluğu, horozibiği değişmezliği, lâle sadakatsizliği simgeler ve “selâm” adı ve rilen çiçek demetleri mektupların yerini doldurur, âşıkla rın sevgililerine karşı duygularını anlatır.

TÜRKLERDE ÇİÇEK TUTKUSU

Kanunî Sultan Süleyman’ın pek bilinmeyen bir yanı; çi çeğe ve bahçeye olan düşkünlüğü, Pâdişahın bunu gös teren uygulamalarını yansıtan belgelerde görülür. Bah çeler için yapılan harcamaları içeren 933/1526-27 tarih li defterde Saray-ı Âmire, yani Topkapı Sarayı hasbahçeleri için Kefe’den Kefe lâlesi ile cinsleri belirtilmeyen çeşitli3 çiçeklerin satın alındığı yazılıdır.4 Bu satırlar, Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarından başlaya rak çiçek ve bahçelere duyduğu ilgi ve sevgiyi sergileme sinin yanı sıra, Topkapı Sarayı’nda çiçek bahçeleri yapıldığını, lâlenin bu tarihlerden başlayarak bahçelerde itibar lı bir çiçek olarak yer aldığını da gösterir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindeki bir murakkada yer alan Ab dullah Buharî imzalı lâle tasviri, olasılıkla bu sözü edi lenlerden olmalıdır.

Türklerin çiçek sevgisi yabancıların da dikkatini çek miş ve gözlemciler anılarında buna sıkça yer vermiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’a gelmiş olan Philippe du Fresne-Canaye’ın içten sözleri bu konuya yöneliktir: “... İbrahim Paşa’nın Boğaziçi’ndeki evinin bahçelerinde yetişen mavi, sarı, kırmızı çiçeklerin ihtişamı görülmeye değer. Türkler çiçekleri çok sever, ellerinde ya da sarıkla rında daima çiçek vardır. Pâdişahın sarayında ağaçların altında her çeşit ve kokuda çiçek bulunur. Ağaç olarak selvi ağırlıktadır. Pâdişah bahçesinde yalnız gezer.”6

TÖRENLERDE ÇİÇEK 

Saray törenlerinin çoğunda da çiçek eksik değildir. Çiçek düğünlerde, özellikle de sultan düğünlerinde önemli bir yer tutar. Düğün hazırlıklarının en başında, düğün şenliklerine sahne olacak bahçenin ve meydanların çiçeklerle süslenmesi gelir. Ayrıca Pâdişah damadı tarafından geli ne gönderilecek ağırlığın, değerli mücevher ve giyim eş yasının yanında, çiçekleri de içermesi gerekiyordu. Nite kim, Sultan III. Ahmed’in kızı Ümmü Gülsüm Sultan ile nişanlanan Vezir Abdurrahman Paşa’nın nişan takımında ve Sultan III. Ahmed’in kardeşi ve Sultan II. Mustafa’nın (16951703) kızı olan Safiye Sultan ile evlenen Ali Paşa’nın gönderdiği değerli ağırlık ve hediyeler arasında bol miktarda çiçek bulunduğu arşiv belgelerinde yer almak tadır. İstanbul halkı tarafından büyük merak ve zevkle iz lenen nişan, çeyiz, gelin ve beşik alaylarında da tabla tab la çiçekler geçirilmesi gelenektendi.7 Sultan III. Ahmed’in 1720 yılında oğulları için yaptırdığı sünnet düğününde de şeker bahçeleriyle nahılların yanı sıra esnaf alayında böyle çiçek ve meyve tablaları geçirilmiştir.8 

Törensel geçişlerde yer alan çiçek, edebî eserlere de girmiştir; Firdevsî’nin Şehnâme’sinin 1600 yıllarında Bağdat’ta minyatürlenmiş nüshasında9, Osmanlı çiçek kültürünün eyaletlere kadar yansıyan etkisini görmekteyiz. Gerçi Firdevsî’nin metninde çiçek taşınmasından söz edilirse de Safevî devri şehnâmelerinde çiçek görülmez. Eserin kahramanlarından Hüsrev, yanına aldığı vahşi hayvanlar, altın koşumlu atlar, müzisyenler ve esirlerle ava giderken, görevlilerden bir kısmı da ellerinde çiçek demetleri taşır.

Törenlerde sepetlerle meyve ve tablalarla, yani tepsilerle çiçek hediye edilmesi geleneği geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Pâdişahın şehir çevresindeki bahçeleri ziyaretlerinde10 en yakın elçiliklerin kendisine çiçek ve meyve göndermesi âdettendi. Çiçek, Osmanlı donanması ile ilgili törenlerde; donanmanın Akdeniz’e çıkışı ve dönüşünde, ayrıca denize kalyon indirilişinde verilen hedi yeler arasında da yer alır. 9 Ekim 1756 tarihinde bir karavela kalyonun denize İndirilme töreninde ve 1763 yılında da kalyonların denize indirilmelerinde sunulan hediyelerin yanında Pâdişah’a, Sadrazam’a ve Şeyhülislâm’a, aynı miktarlarda meyve ve çiçek sunulduğunu kaydeden bel ge, bu duruma bir örnektir:11 

  • Pâdişah’a 100 sepet meyve, 50 tabla şükûfe 
  • Sadrazam’a 50 sepet meyve, 30 tabla şükûfe 
  • Şeyhülislâm’a 40 sepet meyve, 25 tabla şükûfe

1763 yılında Sefine-i Sultanî’nin denize indirilişinde ise Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından Dolmabahçe’de bir ziyâfet verilmiştir. Bu ziyâfetin masraf def terlerinden birinde seksen sepet meyve ve onbeş tabla şükûfe alındığı yazılıdır.12 Bu hediyelerin miktarı hiyerarşik bir düzen içindedir:

  • Sahib-i devlet efendimize [Sadrazam] 50 sepet dökme meyve, 10 tabla şükûfe
  • Darü’s-saade ağasına 20 sepet dökme meyve, 3 tabla şükûfe 
  • Silâhdar paşaya 25 sepet dökme meyve, 3 tabla şükûfe 

Sultan III. Ahmed’in oğullarının sünnet düğünündeki esnaf alayında görülen meyve ve çiçek dolu tablaların benzeri, bugün Anadolu’nun çeşitli yerlerinde halk ara sında hâlâ yaşatılmaya devam eder. XIX. yüzyılda İstan bul’a gelen ve anılarını yazan Julia Pardoe’nun anlattık larına göre, çiçekli törenler halk arasında da çok yaygın dır. Pardoe, Kâğıthane’de tanık olduğu yağmur duasını şöyle anlatır:13 “...Akşam olunca köy çocukları ikişer ikişer, ellerinde çiçek demetleriyle yürüyerek yaklaştılar ve insa nın tüylerini ürpertecek şekilde Allah’a yalvaran bir ilâhî söylediler ve her beytin sonunda da dervişlerin dereye at tıkları demetlerin kırılan parçalarının üzerine, ellerindeki çiçeklerden attılar.

HEDİYE ÇİÇEK

Çiçek ve meyvenin, törenlerin gözde hediyesi olmaları nın yanı sıra, Kanunî Sultan Süleyman döneminden Celâlzâde’nin eserinde geçen şu satırlar çiçekle nasıl gönül alındığını yansıtır:14 “Halep’te halka eziyet eden Beyler beyi Sinancık’ın Sadrazam İbrahim Paşa’ya çok değerli hediyeler getirmesi üzerine, İbrahim Paşa bunların helâlinden toplanmayıp haramından toplanmış olabileceğin den bahsedip, bütün bu hediyeler yerine karşısında dü rüst biri olup bir demet menekşe getirse daha mutlu ola cağını söyler...Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki bir murakkada tasvir edilen menekşe demeti de aca ba böyle hediye edilen bir demet miydi?15 Celalzâde, Kanunî Sultan Süleyman’ın avcılığa merakını ve 1523 yılında Beykoz Yaylası’na avlanmaya gidişini anla tırken, güz mevsimi olmasına rağmen orada lâlelerin ek sik olmadığına, bir yandan da hediye olarak çiçek veril diğine işaret eder.16

1766-68 tarihinde saraya damat olacak Nişancı Pa şa tarafından Harem’e gönderilen mücevher ve benzer değerli armağanların arasında yirmi sepet meyve, kırk tabla şükûfe ve dört sepet Frengî şükûfe de vardır. “...Ve Sultan Se lim ve Sultan Mehmed hazretlerine ve saadetlû Mihrişah Sultan ve Beyhan Sultan hazretlerine ve iffetlû saadetlû vâlide-i muhtereme Şah Sultan hazretlerine dahi birer şekerleme bahçeleri ve on beşer adet şekerleme ve on beşer adet meyve..., onar tabla şükûfe...” gönderilmişti. Bu liste uzayıp gider. Çiçek miktarının yüksekliği; toplam yüz tablaya yakın çiçek sunulduğu göz önüne alındığın da, bu çiçeklerle nişan alayının kavuştuğu ihtişamın bo yutları da anlaşılır. 

Sultan IV. Mehmed’in saltanatı sırasında (1648- 1687), 1672-73 yıllarında  İstanbul’da kalan Fransız Kralı XIV. Louis’nin elçisi Marquis de Nointel’in hizmetinde kü tüphaneci ve kâtip olarak çalışan Antoine Galland da günlük anılarında Fransız elçisine, ona refâkat eden Türkler tarafından bir çeşit inci çiçeği verildiğini anlatmakta dır ki, bu da çiçeğin Türklerde dostluk ve sevgi ifadesi oluşunun bir göstergesidir17

Kral XVI. Louis’nin elçisi sıfatıyla 1784 yılında İstan bul’a gelen, Türk tipleri ve kıyafetlerinin resimlerini yap tıran Kont Choiseul-Gouffier’nin eserinde18 ve Sultan III. Selim zamanında (1789-1807) İstanbul’da ça lışan Meiling’in eserinde19 yer alan gelin alaylarındaki tab lalar, şükûfe tablalarının görüntülerini geçmişten günü müze taşır. 

Geç dönemdeki geleneklerimizi konu alan Ali Seydi Bey ise bir doğum törenini şöyle anlatır:20 “...Beşik böylece teslim edildikten sonra incesaz takımı ile bir ellerinde şekerlemeler ve türlü meyveler veya bağları altın ve gü müş sırma telli nadide envai çiçek demetleri ile donanmış tepsiler olduğu halde, bir sürü carîye odaya girip taşıdıkları şeyleri davetlilere takdim ederlerdi...”. 

Her yıl hazırlanan mahmillerin, yani yenilenen Kâbe örtüsü ve diğer eşyaların önce şehirde gezdirildikten sonra İstanbul’dan Mekke’ye gönderiliş töreninde, süs lenmiş mahmilin en üstünde vazolar içinde çiçekler bu lunur. Bunlar d’Ohsson’un eserindeki gravürlerde de izlenebilir.21

SOFRADA ÇİÇEK

Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Mevâidü’n-nefâis fî kavâidi’l mecâlis22 adlı, görgü ve toplum kurallarında ziyâfet sofra ları hakkında bilgi veren eserindeki “bâde meclisi”nde çiçekler ve gül de yer alır. 

Böyle çiçeklerle süslenmiş bir sofra, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki bir murakkada yer alan min yatürde görülebilir23. Sultan IV. Murad’ın bir meclisini gösteren sahnede, sultan tahtında oturur, elindeki mu rassa kadehe huzurundaki bir saraylı beyaz bir şişeden iç ki koymaya hazırlanır. El pençe duran saraylılar sahneyi doldurur. Tahtın önüne serilmiş kahverengi halının üzeri ne bir sini yerleştirilmiştir. Müzisyenin yanındaki sininin üzerinde mavi-beyaz çini kâselerde nar, armut ve elma gibi meyvelerle iki şamdan durur. İki yandaki çeşm-i bül bül vazolar kırmızı ve sarı lâlelerle, ortadaki mavi-beyaz vazo ise pembe ve beyaz karanfillerle doludur. Ayrıca sahnenin en önünde, bahçede, aralarında güllerin de bu lunduğu zarif lâleler yer alır. Burada oturan iki içoğlanından biri, elindeki çiçeği koklamaktadır.24

Osmanlı sofraları, yalnız taze çiçekle değil, çiçek beze meli eşyalarla da güzelleştirilmiştir. Saray sofrasında kullanılan kapaklı Çin porselen kâselerinin Osmanlı zevkine göre ve saraya lâyık bir üslûpla süslenmesi, bu yaklaşımın bir uzantısıdır. Osmanlı saray kuyumcuları, değerli veya yarı değerli taşları porselenin üzerine altın yuvaların içinde oturtmuş; bu altın yuvaları da taş ların 
güzelliğine güzellik katmak üzere çiçek motifi biçiminde işlemişlerdir. XVI. yüzyıldan bir kâsede zümrüt ve lâl gibi taşlardan bazılarının lâle, bazılarının da başka çiçek biçimindeki altın yuvalarda, incecik altın çerçeveli yaprak motifleriyle oluşturulan desen içinde yerlerini alması, bu yaklaşımın bir örneğidir. O yüzyıldan sedef bir hoşaf kaşığının sapı ise firuze ve lâllerle süslenmiş, ucuna da küçük elmaslardan, yanların dan yapraklar çıkan bir gül yapılmıştır.25

KÂĞITTAN ÇİÇEKLER VE BAHÇELER 

Osmanlılarda çiçek sevgisi her alanda kendini gösterir. Özelikle edebiyatta çiçek sevgisinin yansımasını Orhan Şaik Gökyay’ın çeşitli makalelerinde bulabiliriz; yazarın Âşık Çelebi’den seçtiği bir yaprakta yer alan Efşancı ile il gili bilgi, Osmanlılarda çiçek sevgisinin ne kadar derin ol duğunu anlatmaktadır26.Âşık Çelebi’nin babasının arkadaşı olan ve Fatih Sultan Mehmed’in son zamanlarından başlayarak Sultan II. Bayezid ile Sultan I. Selim dönemle rini de (1512-1520) yaşayan ve Kanunî Sultan Süley man’ın sadrazamı İbrahim Paşa tarafından beğenilip des teklenen Efşancı, yani katı’ ustası Mehmed, Kanunî zama nında Osmanlı sanatının en seçkin eserlerinden birini ver miştir. Bu eser, çevresinde ilkbahara adanmış şiirler bulu nan, boyanmış renkli kâğıtlar kesilip, birbiri üzerine yapış tırarak yapılan 9 x 20 cm. boyutlarında bir katı’ bahçedir. Eserin bulunduğu murakkanın içindeki madalyondan, murakkanın 1565’lerde hazırlanmış olduğu anlaşılır27. Efşancı Mehmed, nefis hatlar ve birbirinden gü zel çiçekler kesip eşsiz eserler verirken nıkris, s, yani gut has talığına yakalanır ve elden ayaktan düşer, artık “efşan- bür” olarak çalışamaz, yani kâğıt kesme işini yapamaz hal dedir. Böylece çiçeklere duyduğu özlemle gerçek bir bah çe düzenler; buraya öyle çok fidan ve çiçek diker ki, bah çesi “Efşancı Bahçesi” adıyla büyük üne kavuşur. Çiçekle re, insana verildiği gibi isim vermeyi de Efşancı Mehmed başlatır. Yetiştirdiği çiçek ve meyveler başka hiçbir yerde bulunmaz, asıl başka yerde bulunmayan bir şey de orada ki dostluklar ve sohbetlerdir. Efşancı Mehmed ömrünün sonlarında bahçesinin bir köşesine okul yaptırmış, ölünce okulun haziresine gömülmeyi vasi yet etmiştir. 1534 yılında öldüğünde buraya gömülmüş ve yine vasiyeti üzerine, tüm bahçe ve çiçekle uğraşanlar gi bi dünyayı ve yaşamı diğer insanlardan farklı açıdan gören bu sanatçının mezar taşına şu beyit yazılmıştır: 

Unutma ölmeği daim anadur, Bugün bana ise yanın sanadur.

Âşık Çelebi’nin anlattığı Efşancı Mehmed hikâyesi, Fatih döneminin çiçek sevgisini, Sultan II. Bayezid üzerinden Kanunî Sultan Süleyman’a ve daha sonrasına ka dar kesintisiz olarak sürdürüp götürür. XVI. yüzyılın ikin ci yarısında İstanbul ve Bursa’yı ziyaret etmiş olan Lubenau’nun bir efşan üstadıyla ilgili yazdıkları da dikkat çekicidir.28 Burada zaman farkı olmasa, yazarın Efşancı Mehmed’i anlattığı düşünülebilirdi, ancak Efşancı’nın 1534 yılında öldüğü bilinmektedir. Lubenau’nun anlattı ğı, başarılı bir başka katı’ ustasıdır: “Şehirde, ona ne ge tirirseniz getirin, tüm bitki, ot ve çiçekleri (şekillerini), menekşe, gül ve lâleleri, yarı büyümüş yaprak, sap ve kökleriyle birlikte, renkli kâğıttan kesebilen bir Türk var. (Bunu o kadar iyi yapardı ki) hiçbir insan bu kesilmiş kâğıtları, bahçe ya da tarlalarda yetişmiş ve kurutulmuş (gerçek) otlardan ayırt edemezdi. Ondan iki dukaya böy le bitkiler aldım. Ona Schafsmille, Feldkummel, Flama Jouis, Herbam Trini - tatis, nergis ve diğer birçokları gibi son derece alışılmamış, daha önce hiç kesmediği bitkiler götürdüm. Ancak, bunları (kâğıttan) o kadar ça buk yapıverdi ki, hayret ettik. Ayrıca, bana doğadaki renklere benzer çeşitli renklerde kâğıtlar da verdi. Vata nıma buradan birçok bitki götürdüm. Prensler ve lordlar da gördü, çoğu şimdi çocuklarımda olmalı. Ancak çok sayıda bitkim maiyetimdeki vefâsızlar tarafından çalındı. Burada pek çok yetenekli zanaatkâr bulabilirsiniz, çünkü bu zanaatkârlar ayık kalıyor...”. 

Yerli kaynaklarda “Fahri Bursavî” adlı bir sanatçıdan söz edilmektedir. İmzasından Bursalı olduğu anlaşılan bu sanatçının doğum tarihi bilinmemekte, ölüm tarihi için ise 1611, 1604 gibi değişik tarihler verilmektedir. Gelibo lulu Mustafa Âlî’nin Menâkıb-ı Hünerveran29 ve Habib’in Hat ve Hattatan30 adlı eserlerinde, Bursalı Fahri’nin çiçek katı’ yapmakta çok usta olduğu anlatılmakta; Evliya Çe lebi de Seyâhatnâme’sinde bu sanatçının eserlerinin gü zelliğinden söz etmektedir31. Çeşitli müzelerde katı’ hatları da bulunan Fahri32, büyük olasılıkla Bursa’yı 1588 yılında ziyaret eden Lubenau’ın anlattığı katı’ ustası olmalıdır33.

İmza bulunmadığından, günümüze gelen örneklerden hangisinin bu sanatçıya ait olduğu bilinmese de Viyana ve Londra’da bulunan örnekler büyük olasılıkla Lubenau’nun sa tın alıp götürdüklerinden olmalıdır. Viyana Österreichische Nationalbibliothek’te XVI. yüzyıl sonlarından, III. Murad Albümü’nde bulunan bir başka katı’ bahçe tasvirinde, bahçe zeminindeki çimenlerin arasından çıkan selviler, aralıklarla dizilmiştir. Bu selvilerin aralarında ise çiçekli ağaçlar, güller, sümbüller, nergisler ve çeşitli birçok çiçek daha bulunur. Kompozisyonun üst orta kısmına ayrı bir çerçeve içine bir bahçe tasviri yerleştirilmiştir bu küçük bahçenin yanında, çerçeve dışındaki iki yanda birer küçük tepecik üzerinde gül, karanfil, lâle ve bahar açmış ağaçlar yer alır34.

Londra British Library’deki çok kaliteli kat‘ılardan zeren, süsen, kırlangıç lâlesi ve güllü kompozisyon ile vazodaki sarı zeren, lâle ve güllü iki vazo35 buna benzer diğerleri, Osmanlı kat‘ı sanatının36 ince, zarif ve güzel örneklerindendir. Bu katı‘ları içeren Mehmed Selim Dîvânı’nın üzerinde Tire’de Necip Paşa Kütüphanesi kaydında 1798 tarihi vardır. Buna kar şılık gezgin Peter Mundy’nin İstanbul’da bulunduğu 1618 yılından Osmanlı tipleri tasvirlerinin yer aldığı A briefe relation ofthe turckes, their Kings, Emperours or grandsigneurs adlı albümde, figürlerin bulunduğu sayfaların kenarlarında veya içinde yer alan katı‘lar da çok çeşitli olmakla birlikte, diğerleri kadar ince işçilik göstermezler37.

XVIII. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Mehmed Selim Divanı içindeki üç katı’ hem kompozisyonları, hem de teknikleri açısından son derece ince ve başarılı eserler dir. Çok çeşitli çiçeğin çok gerçekçi bir şekilde yaratıldı ğı bu katı’larda yapraklar yalın kat kesme kâğıtla yapıl masına karşın, gül ve karanfil gibi çiçeklere beş altı ka ta varan kâğıtların üst üste yapıştırılmaları ile adeta üçüncü boyut kazandırılmıştır. 

Bunlardan bir sayfada içleri çeşitli çiçeklerle dolu bir büyük vazo ile onun iki yanındaki birer küçük vazo, kâfi tekniğinde renkli kâğıtlarla göz alıcı bir şekilde tasvir edilmiştir. Vazoların gövdeleri üzerindeki süslemeler de vazoların içinde mümkün olduğunca simetrik olarak dü zenlenmiş gül, zerrin, zambak, lâle gibi çeşitli çiçekle kadar ilginçtir. Sayfa zemininde, aralarda boş kalan yerlere de çiçekler yerleştirilmiştir. Bu sayfanın karşısındaki kompozisyonda ise yerde, ortada, içinde güller olan bir vazo-saksı vardır. Bu iki kulplu saksıda güllerin dibinde küçük boyutlu lâle veya çiğdemler fark edilir. Bu sak sının iki tarafında, içinde bulunduğu bahçede iki yanında sümbül, lâle ve başka çiçekler ile gövdeleri hafif kıv rılarak yükselen bahar açmış birer ağaç yer alır. Ağaçların bol çiçekli dallarına çok sayıda kuş konmuştur. Bu kuşların her biri bir başka cins kuştur ve özelliklerine gö re ayrı renklerde son derece gerçekçi ve başarılı olarak tasvir edilmiştir38.

Aynı eserin içinde bir üçüncü katı’nın ana motifini bir karanfil saksısı oluşturur. Saksıdan çıkan karanfiller son derece ince, kat kat kâğıtlardan yapılmışlardır ve natüralist bir görüntü sunarlar. Saksısı da mavi-beyaz, in ce bir katı’ ile süslenmiştir. Sayfa yüzeyine, aralarında siklamenlerin, çiğdemlerin, sümbüllerin, nergislerin, iris lerin fark edildiği çeşitli çiçekler yerleştirilerek çiçekli bir cennet bahçesi oluşturulmuştur.

Hattatı Mehmed bin Ahmed Sirozî olan, 1099/1687 tarihli bir mecmuayı süsleyen üç katı’nın biri, etrafı yeşil parmaklıklarla çevrili, iki yanında iki selvi olan bir bahçe köşkünü tasvir eder. Manzarayı seyretmek için etrafa açı lan bir mimarî tarzı gösteren birkaç katlı köşkün çıkma ları da vardır. Köşkün içi çiçek dolu bir bahçede olduğu, altındaki kısma yerleştirilmiş lâle ve tanınamayan çiçek lerin varlığıyla ifade edilmiştir. 

Uzun boyunlu şişe biçiminde, üzeri geleneksel rûmî motifleriyle süslenmiş vazolu iki katı’ kompozisyonun bi rinde vazo içinde lâleler, karanfiller, güller, sümbüller, di ğerinde ise iri lâleler ve pek açıklıkla tanımlanamayan çi çekler yer alır. 

Katı’ ile yaratılan bir cennet bahçesi de39 Canbazzâde Osman’ın 1723 tarihli eseridir. Bir kutunun kapağında yer alan eserin sanatçısı kaynaklara göre bir bilim adamıdır. Mevlevîliğe bağlanmış olan Şeyhî Çelebi Medresesi müderrisliği ve Maraş kadılığında bulunmuştur. Aile adı Canbazzâde, bir çeşit askerî teşkîlât olan canbazlardan olan dedesi Canbazzâde Mehmed Çelebi’den gelir40. Bu sanat dalına Kanunî Sultan Süleyman döneminden beri ulemâ sınıfından kişiler de merak sarmıştır. 

Canbazzâde Osman Efendi’nin eserinde içinden bir dere akan, sık ağaç ve çiçeklerle kaplı bahçe tasvir edilmiş, ağaçların üzerinde kuşlar, gümüş yaldızla boyanmış derenin içindeyse balıklar ve ördekler görülür. Kuşların kuyruklarına gerçek kuş tüyleri de yapıştırılmıştır. Manzarada yer alan irem bağı gibi bahçe, ağaç türleriyle, çamlarla yoğun olarak da selvilerle bezenmiştir41.

Osmanlılar tarafından en sevilen çiçekler olan lâle, sümbül, gül ve karanfil, Osmanlı kumaşlarının çoğunu süs lemiştir.

GİYİMDE ÇİÇEKLİ MOTİFLER

Osmanlı dünyasında yalnız kadınlar değil, erkekler de kendilerini çiçeklerle süslemiştir. Ege Bölgesi’nin efeleri başlarına çiçekli oyalar sarar, Osmanlı erkekleri çiçekli ku maşlardan elbiseler giyerdi. Hem minyatürlerden, hem de günümüze gelmiş Pâdişah elbiselerinden çok sayıda ör nek bunu gösterir. 1560’larda yapılmış olan ve ünlü nak kaş Nigârî’nin elinden çıkan, Sultan II. Selim’i ok atarken gösteren portre bu örneklerden biridir. Burada Sultan II, Selim’in üzerinde çiçek desenli Osmanlı kumaşından bir kaftan görülür42.

Osmanlılar tarafından en sevilen çiçekler olan lâle, sümbül, gül ve karanfil, Osmanlı kumaşlarının çoğunu süs lemiştir. XVII. yüzyıldan bir kadife deseninde içine tavuskuşu tüyü motifi dizilmiş şeritlerin aralarında oluşturulmuş şem selerin içine yerleştirilmiş, karanfile benzer şekilde stilize edilmiş hurma ağaçlarının içini Osmanlıların sevdikleri çi çeklerden karanfil ve lâleler doldurur. Tam ortada ise birer rozet vardır. Burada hurma ağacı motifinde olduğu gibi, natüralist çiçek üslûbunun Osmanlı kumaşı desen ve motif diline uyarlanmış ayrı bir çeşit uygulamasına ve çiçeklerin yeni bir tarzda stilize edilişine tanık oluyoruz. 

Natüralist çiçek üslûbunun bir uygulamasını da gü nümüze ancak bohça parçaları olarak gelmiş olan 1560’larda dokunduğunu tahmin ettiğimiz kemhanın de seninde buluyoruz. İri yapraklar içine yerleştirilmiş süm büller, küçük ve yarı açmış gül goncaları ve testere dişli yapraklarıyla karanfiller küçük ayrıntıları ile Kara Memi’nin43 natüralist üslûbunu oldukça taze bir biçimde de vam ettirmektedir. Dalgalanarak yükselen bir dal üzerin den iki yana çıkan dalların ucundaki gül goncaları ile oluşturulmuş desene sahip kolluklar, kemha desenlerin deki çiçek motiflerinde natüralizme daha çok yaklaşıldı ğını sergileyen iyi bir örnektir. 

Şemselerini bahar açmış ağaç motifinin doldurduğu desenle dokunmuş kemhadan dikilmiş Sultan I. Ahmed’in çocukluğuna ait olduğu tahmin edilen bir çocuk kaftanı, ilkbaharı kumaş yüzeyine taşımıştır. Bahar çiçek leri ağacın dalları üzerinde sıralanır ve iki yanlarından bi rer yaprak çıkar. Ağacın dalları, motifin içinde yer aldığı şemsenin içini dolduracak biçimde eğimlendirilmiştir. Aynı dönemden, yani XVII. yüzyılın başından bir başka kırmızı kemha çocuk kaftanında ise, şemselerde içi kozalak gibi doldurulmuş selvi ağacı motifi bulunur. Altın iplikle dokunmuş selvinin çevresinden karanfil ve lâleler, selviyi iki yandan kucaklayan yaprakların birleştiği tepesinden ise bir lâle çıkar. Yaprakların içleri de küçük selvi ve çiçek motifleriyle doldurulmuştur.44

Osmanlı kumaşlarında çiçeklerin yanında pek sevilerek kullanılan motiflerden biri olan nar, bir başka kemhada karşımıza çıkar. Hafifçe bir yana dönük olarak dizilmiş altın renkli narlar, diğer sırada yön değiştirerek dizilir, üzerlerinde birer de karanfil olan nar dizileri arasında rozet dizileri yer alır45. Sultan I. Mahmud’a (1730-1754) ait bir kemha kaftan da birbirine paralel dalgalanan dallardan çıkan kozalak ve nar motifleri ile desenlendirilmiştir. Kırmızı zemin üzerinde konturları mavi ile belirlenmiş altın nar ve kozalaklar, daha küçük çiçeklerle doldurulmuştur46.Topkapı Sarayı depolarında saklanmış ve müzeye geçerek günümüze gelmiş olan, aynı tarihlerden olduğunu tahmin ettiğimiz kemha kumaş parçasının dalgalanan dallı, lâleli kompozisyonu ise, yukarıdaki kadar zengin görünmüyorsa da ilk bakışta her sırada yön değiştiren lâleleri ile daha etkileyicidir.47

Kırmızı atlastan dikilmiş ve üzerine gümüş seraserden aplike hilal ve lâleler işlenmiş olan XVII. yüzyıl pâdişah kaftanında artık natüralist lâle motifinden söz edilemez, ancak lâle sanatçılar tarafından o kadar sık kullanılmış bir motiftir ve belirgin özellikleri o kadar iyi özümsenmiştir ki, çok yalın, fakat zarif bir şekilde stilize edilebilmiştir. Motiflerin boyutlarının büyük oluşu da kaftanı giyene hem görkemli hem de zarif bir görüntü kazandıracak niteliktedir.48

Çiçeğin önemini bilen İtalyanların Osmanlı pazarı için ürettikleri lâleli kadifeden yapılmış XVI. yüzyılın sonuna ait tören kaftanı ve XVII. yüzyıldan sümbül motifli ipekten yapılmış şalvar ise, Osmanlıların çiçek sevgisi ve tutkusunun Avrupa’da nasıl algılandığının bir göstergesidir. Bir başka kumaşta da soğanları ile birlikte ele alınmış bir dizi sümbül, bir dizi de ne olduğu kesin olarak söylenemeyecek, genel olarak sümbüle benzer çiçeklerin arasına küçük yıldız ve hilâller yerleştirilmiştir.

XVI. yüzyılın sonlarından bir uçkur, uçlarındaki zarif çiçek işlemesi ile dikkati çeker. Altın rengi zemin üzerinde zarif mavi selviler ve arasında pembe-kırmızı lâleler vardır. Selvileri iki yandan mavi çiçekli sümbül dalları kucaklar. Kuyumcuların değil, işleme ustalarının elinden çıkmış olan bir XIX. yüzyıl kemerinin ön parçası küçük incilerle işlenmiş bir lâle biçimindedir, yan parçaların üzerinde de inci ile lâleler işlenmiştir. Tüm lâlelerin ortalarında birer rozet halinde zümrüt ve lâller oturtulmuştur.50

Topkapı Sarayı’nın dünyada benzeri bulunmayan pabuç ve çizme koleksiyonunda, Osmanlı sarayında gerek baskı gerekse işleme ve aplike tekniklerinde çiçek motifleriyle süslenmiş olan birçok pabuç ve çizme örnekleri yer almaktadır.

ÇİÇEKLE SÜSLENME

Minyatürlerden yansıyan kahvehane sahnelerinde, figür lerin sarıklarının arasına çiçek, özellikle de karanfil koydukları izlenir. Aşağıda sözünü edeceğimiz Tuhfe-i Çerâğan’nda da geçtiği gibi, sarığına zerrin sokan adamla ilgi li açıklama, sarığa başka çiçekler de konduğunu gösterir. Bir başka minyatürde ise kahvehanede tavla oynayan genç adam başından sarığını çıkarmıştır; sarığın kıvrım ları arasına sıkıştırılan çiçek dikkati çeker.52

Çiçek sevgisi ve geleneği, mezar taşlarına da geniş çapta yansımıştır. Hayatta iken çiçeğini sarığından eksik etmeyenlerin mezar taşlarındaki sarıklarında da çiçek bu lunur. Moltke kadın mezarları hakkında şunları söyler: “Kadınların mezar taşları çiçeklerle süs lenmiştir. Evlenmemiş olanların taşları bir gül goncası ile belli edilmiştir...”53 Bazı kadın mezar taşlarının baş kısmı, gerdanında altınlar dizili kolye bulunan bir boyundan çı kan bir gül gibi işlenir. 

Osmanlı hükümdarları, halktan adamlar gibi sarıkları nın kıvrımları arasına çiçek sokmamışlar, ancak başlarına çiçek biçiminde sorguçlar takmışlardır. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan, Pâdişah türbelerinden çık mış sanduka sorguçlarından biri, karanfilin üstten görü nüşü gibi biçimlendirilmiştir. Bir diğer sorguç ise, içinde lâlenin de olduğu daha kompozit bir çiçek formundadır54. Örnekler çoğaltılabilir.

Almanya’da başarılı askerî hizmetlerde bulunmuş olan Mareşal Moltke, Osmanlı ordusunu ıslah etmek isteyen Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) daveti üzerine 1835 yılında Bükreş, Rusçuk ve Edirne üzerinden İstanbul’a as keri öğretmen olarak gelmiş ve nizamiye erlerini yetiştir mek ve harita yapmak için iki yıl çalışmıştır. İki yılda Ana dolu’yu baştan başa gezerek çeşitli hizmetlerde, özellikle haritacılık alanında hizmette bulunmuş, toplam dört yıl Türkiye’de kalmıştır55. Moltke, yazdığı mektuplardaki anıla rının çeşitli yerlerinde bahçelerdeki sayısız çiçek saksıla rından, bol bol açmış güllerden, türbelerin etrafının gül tarhlarıyla çevrili olduğundan; nadide güllerin bulunduğu muhteşem bahçeli köşklerden, karanfil ve şebboylardan, zakkumlardan, yaseminlerden, hanımelinden söz edip, da ha nice yabancı yazar gibi Türklerin çiçeklere olan coşku lu düşkünlükleri ve sevgilerini anlatmıştır. 

Lâle Devri’nin büyük nakkaşı Levnî’nin resmettiği he men tüm kadınlar, hotozlarına soktukları çiçeklerle süslenmiştir56. Levnî’nin figürleri, çiçekle süslenmekle yetin memiş, çoğunlukla ellerinde de çiçekle tasvir edilmiştir57. Bu portrelerde zaman zaman taze çiçek yerine çiçekli oyalar da kadınların süslerini zenginleştirmiştir. Bunun bir örneği, Levnî’nin en çok ta nınan eserlerinden olan sazendeler kompozisyonunda görülür; müzisyen kadınların, hotozları üzerinden bağla dıkları kaşbastılardaki oyaların çiçeklerinin yanı sıra, bun ların arasına çiçek sokmuş oldukları görülür58.

Günümüze gelmiş iğne oyası hotoz ile bir eşarp ke narını süsleyen oya, kadınların elinden ne kadar güzel menekşeler, hanımelleri, güller, karanfiller, sümbüller çıktığını gösterir. Örneğin bir eşarbın kenarında yeşil bir tepe oluşturan bahçedeki selvi, neredeyse tam bir Türk bahçesini tanımlar. Günlük kul lanım eşyalarında da çiçek işlemeleri bolca kullanılmış tır; XIX. yüzyıldan 
sümbüllü bir havlu natüralist çiçek zevkinin geç dönemlere kadar eksilmeden ve kesintisiz devamını gösteren bir örnektir59.

EŞYALARDA VE İÇ MEKÂNLARDA ÇİÇEK BEZEMELERİ

Kanunî Sultan Süleyman zamanını izleyen dönemlerde sarayın ve halkın günlük yaşamında kullanılan eşyalardaki süslemelerin de çoğunda çiçek motifleri vardır. İstanbul Deniz Müzesi’ndeki köşkü bağa ve sedef ile bezenmiş saltanat kayığı, Osmanlı bahçelerinin özellikleri arasında sözünü ettiğimiz Sultan I. Ahmed tahtındaki çi çek motiflerinin benzerleri ile bezenmiştir. Taht gibi mücevherli olmasa da işçilik bakımından oldu ğu kadar üslûp bakımından tahta çok benzeyen, kadırga dan dönüştürülerek yapılmış olan 39.5 x 5.80 m. boyutla rındaki bu saltanat kayığı, gemi inşa tarihi bakımından da son derece ilginçtir ve dünyada tipinin mevcut tek örneğidir. Köşkü, tüm saltanat kayıklarında, pâdişahın veya saltanata mensup kişilerin oturması için yapılan diğer köşklerden farklıdır ve son derece özenle yapıl mıştır. Köşkün ortasındaki kubbe de tahtın süslemeleri ni andıran çiçek motifleriyle bezenmiş; sedeften yapıl mış çiçeklerin üzerine gümüş yuvalarda renkli taşlar yerleştirilmiştir. Burada çiçekler tahtın kubbesinin yan yüzlerindeki süslemede olduğu gibi bir kökten çıkar ve âdeta birer ağaç oluşturur. Kubbe içinde yan yana tek rarlanan bu çiçekler arasında da karanfiller, lâleler ve hanımelleri vardır. Bu benzerliklerden dolayı bugüne kadar Sultan IV. Mehmed’e atfedilegelen köşk tavanındaki beyitlerde geçen “Sultan Mehmed Han” ibâresi, Sultan I. Ahmed’in saltanatından hemen önceki hü kümdar olan Sultan III. Mehmed (1595-1603) olarak yorumlanmalıdır60.

Çiçekle süslenme geleneğinin geç döneme kadar sür mesinin en güzel örneklerinden biri, XIX. yüzyıldan günü müze gelmiş bir elmas lâle iğnedir. Mücevherde uygun biçimde taş bulmanın zorluğundan olsa gerek, lâle motifl i mücevhere rastlamak güçtür. Lâle motifi ile elmasın nefis bir birleşimini sergileyen bu iğne, bu açıdan diğer çiçek motifli mücevher takıların içinde önem kazanmaktadır61. Birçok eşya, Osmanlı saray kuyumcula rının elinde değerli veya yarı değerli taşlarla bezenmiştir. Firuze, yakut, lâl, zümrüt, elmas gibi taşların zeminden biraz yükseltilerek yapılmış altın çiçeklerin ortalarına yerleştirilmesi, geniş bir uygulama alanı bulmuştur. XVII. yüz yıldan değerli taşlarla süslenmiş altın bir Kur’ân-ı Kerim cildi, bu örneklerden biridir. 

Osmanlı işlemelerinin de vazgeçilmez motifleri çiçek lerdir. Saray işlemelerinde bunların en yüksek kaliteli ör nekleri bulunur. Yorgan yüzlerinde çok ince pamuklu ku maştan işlemeli örtüler kullanılmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonlarında bulunan ve günümüze ulaşabilmiş birkaç çocuk yorganından biri de lâle desenli kemhadan yapılmıştır62.

Çiçek motifi, kumaşları ütülemeye yarayan iki halka kulplu mermer blokları süslemede bile kullanılmıştır. Bun lardan birinde mermer bloğun üzerinde, ortadaki bir gül ile çevresindeki dallardan çıkan lâle, menekşe ve gül gon caları kabartma olarak işlenmiş, bu kabartmalar da altın ile yaldızlanarak bezemenin gücü artırılmıştır63.

Küçük boyutlu, natüralist görünüşlü karanfil, Os manlı kumaşlarında, özellikle kemha tekniğinde dokun muş olanlarında çok sık kullanılan bir motiftir. Ancak karanfil, başka hiçbir İslâm sanatı alanında benzeri ol mayan biçimde, özellikle Osmanlı kadifelerinde son de rece zarif bir şekilde, adeta yelpazeyi andırır biçimde stilize edilmiştir. Karanfilin taçyapraklarının veya diğer kısımlarının içi çoğu zaman gül goncası, sümbül veya başka çiçeklerle doldurulmuştur. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki XVII. yüzyıl başlarından bir kadife yastıkta bahar çiçekleri, gül goncası ve sümbüller, karanfillerin yaprak ve çanak kısımlarını doldurur64.

Yelpazeye benzer karanfillerin benzer motifi çınar yapraklarıdır. Ünlü Osmanlı kadife yastıklarından birinde, pek sevilen bu yapraklı desen, karanfillerde kullanılan süsleme şeması içinde uygulanmıştır. İçleri çiçeklerle dol durulmuş ve yıldız biçimine sokulmuş yaprak dizileri ku maşın desenini oluşturur. İç içe yapraklardan dıştakinde karanfil ve gonca gül; içteki küçük yapraklardaysa süm bül ve lâleler vardır65.

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, 1535’te İznik’te yapılan tabak, şişe, bardak gibi çini eşyalarda çiçek üslûbu uygulanmaya başlanmış ve yeni yeni sümbül, karan fil, Manisa lâlesi gibi çiçekler İznik tabaklarında görünm eye başlamıştır. Kara Memi’nin tezhiplerinde sunduğu çiçek motifleri birdenbire yayılmıştır. Bunların sayısız örnekleri vardır.66

Bunlardan, bir özel koleksiyonda korunan, 1570-5 yıl larına ait İznik tabağında, bahçe tasviri kompozisyonunda yerleştirilmiş, bahçelerin vazgeçilmez süs ağacı selvi moti fi simetrik çiçeklerin tam ortasında bir eksen oluşturur. İki yanındaki tam açmış güllerden ikisi selvinin tepesine kadar ulaşmış, diğer iki gül ise uzun dalları kırılıp aşağıya ve di ğer yöne dönmüştür. İznik çiniciliğinde sıkça karşılaşılan, çok açıldığı için âdeta taçyaprakları geriye dönmüş gibi görünen güllerin yaprakları ve goncaları başarılı biçimde çizilmiştir. Selvinin dibindeki sivri iri yaprakların arasından, iki yanda birer dalları kırık Manisa lâlesine benzer çiçekler vardır. 

Ayrıca buradan iki uzun sümbül dalı çıkar ve âdeta tüm çiçekleri iki yandan sarar. Seri îmâlâta geçen İznik evanisi, yani kapkacağı yapan çini ustaları saray nakkaşla rının önceleri gönderdikleri desenlerden yola çıkarak artık çini tabaklarının desenlerini kendileri yapmaya başlamış lardı. Öğrendikleri çiçek üslûbundaki desenler çini ustaları elinde yavaş yavaş yeni bir kalıplaşmaya gidiyorsa da XVI. yüzyılın sonlarında bile Osmanlı sanatı için natüralist de nebilecek üslûp çizgisini korumaya devam etmiştir. Taba ğın kenarları İznikli ustaların çeşit çeşit yorumlarını yap maktan bıkmadıkları Çin seramiklerinden alınma bulut motifleri ile süslenmiştir.67

Deseni ile âdeta halk resmi özelliği taşıyan XVII. yüz yılın ortalarında yapıldığını tahmin ettiğimiz bir tabakta bir bahçe köşkü tasvir edilmiştir. Çok ustalıkla çizilmemiş olan, sivri ve geniş çatısı, dışa taşan balkonları olan bu bahçe köşkünün birçok benzerine minyatürlerde ve özel likle işlemelerde rastlanır. Köşkün bahçe içinde olduğu, iki yanındaki, başta gül olmak üzere, çiçek motifleri ile vur gulanmıştır. Bu tabağın kenarları diğer İznik tabakların dan farklı olarak Çin bulutları ile değil, basit çiçek motifl eri ile bezenmiştir.

Bir kupa üzerinde, bir yana doğru adeta rüzgâra ka pılmış gibi duran lâle, sümbül ve nergis görülür. 1580’lerden klasik kupa biçiminde olan, şişe denen İznik sürahi sini süsleyen çiçekler, dikine olarak yerleştirilmek yerine, çok daha doğal görüntü verecek biçimde rüzgârdan hafif eğilmiş ve bir yana döner biçimde yerleştirilmiş ve kap üzerindeki alana dengeli olarak dağılmıştır. Bu kupanın çiçek motiflerinin de büyük ustaların desen şemalarından kopyalanmış olduğu anlaşılmaktadır.68

Çiniler mîmârî alanları süsleyeceğinden, ustalar yap tıkları çinilerin desenleri için saray nakkaşhânesine ba ğımlı idiler. Belirli mîmârî alanlardan bir kısmı için özel olarak yaratılan kompozisyonlar kadar ulama çini desen leri, pencere ve kapı kemerleri, süpürgelikler için de de senler üretiliyordu. Kanunî Sultan Süleyman döneminde geliştirilen çiçek üslûbu ile bu çeşit çinilerin çoğunluğun da çiçek motifleri tercih edilir oldu. Saraylar, pâdişah köşkleri, camiler, türbeler devrin en sevilen çiçekleri olan bahar dalları, lâleler, karanfiller, güller, gül goncaları sümbüller, hatta menekşe, hanımeli, Manisa lâlesi, çınar yaprakları ile birer cennet bahçesine çevrildi. 

Çiçek üslûbunun doğuşu ile sanatın her alanında kar şımıza çıkan sevilen çiçeklerin gerçekçi tasvirlerinin uygulaması yalnızca İstanbul ve İznik, Bursa, Edirne gibi yakın çevresinde değil, tüm imparatorluğun eyâletlerinde de ya yılmıştır. Suriye, bu sözünü ettiğimiz eyâletlerin başında gelir. Osmanlı kumaş desen şemasına benzer bir şema için de tipik Osmanlı çiçekleri ile oluşturulmuş 1580’lere tarihlenebilecek çini süslemesinde yukardan aşağı S’ler oluştu rarak, dalgalanarak inen, içine basit bir çiçek motifinin sü rekli olarak dizildiği şerit veya dal, tam aksi yöndeki benze ri ile birbirlerine değecek kadar yaklaştıkları yerlerden bağ cık motifleri ile bağlanarak şemse biçiminde madalyonlar oluşturmuştur. Bunların içine, ortalarına ise birer hatâî yerleştirilmiştir. Hatâîlerin tepesinden iki yana uzanan bi rer lâle veya karanfil çıkmaktadır. Hatâîlerin yanlarındaki boşluklar ise birer sümbül dalı veya teşhis edemediğimiz bir çiçekli dal ile doldurulmuştur. Çiçeklerin işlenişindeki küçük farklılıklar ve özellikle renklerdeki kahverengiye ba kan donuk kırmızı, elma yeşili gibi değişik tonlar İznik çini lerinden üslûp ayrılıkları olarak gözlenirse de çiçek üslûbu nun Suriye’de de nasıl benimsendiğini yansıtır.

HASTA TEDAVİSİNDE ÇİÇEK

Avrupa’da uygulananın aksine, Türkler’de çiçeğin bir tedavi aracı olarak da görüldüğü muhakkaktır. Evliya Çelebi, Edirne Bayezid Han Bîmarhânesi’nin bahçe sinde bahar gelince açan deveboynu, müşk-i rumî, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lâle, sümbül gibi çiçeklerin akıl hastalarına tedavi amacıyla verildiğini; bunların kokularıyla hastaları tedavi etmeye çalıştıklarını ama hastaların bunları ya ayakları altında ezdiklerini yahut yediklerini anlatır.69

1 Nurhan Atasoy, Hasbahçe. Osmanlı Kültüründe Bahçe ve Çiçek, İstanbul 2011, s. 27.
2 Thomas Allom-Robert Walsh, Constantinople the Scenery of the Seven Churches, II, 1839, s. 7, 76; Hasbahçe, s. 63. 
3 Hasbahçe, s. 63.
4 BOA, Kepeci 7097; Hasbahçe, s. 65.
5 Hasbahçe, s. 63. 
6 Philip edu Fresne-Canaye, Fresne-Canaye Seyahatnamesi 1573, Çev. Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2009, s. 63; Hasbahçe, s. 63. 
7 Nurhan Atasoy, “Tüklerde Çiçek Sevgisi ve Sanatı”, Türkiyemiz, III (Şubat 1971), s. 14-24; Çağatay Uluçay, “Fatma ve Safiye Sultanların Düğünlerine Ait Bir Araştırma”, Tarih Enstitüsü Dergisi, IV (1958), s. 139, 140, 149; Hasbahçe, 65 
8 TSMA, 3593; A 3594
9 TSM H 1486, 512b
10 Hasbahçe, s. 65 
11 Orhan Şaik Gökyay, “Osmanlı Donanması ve Kapudan-ı Derya ile ilgili belgeler”, Tarih Ensitüsü Dergisi, XII (1982), s. 76, 68-69, 80; TSMAE 4445/1; Hasbahçe, s. 66.
12 Gökyay, s. 68-69; TSM AE 4445/1; Hasbahçe, s.66.
13 Julia Pardoe, Yabancı Gözüyle 125 Yıl Önce İstanbul. Sultanın Şehri ve Türklerin Aile Hayatındaki Gelenekleri, çev. Bedriye Şanda, İstanbul 1967, s. 205; Hasbahçe, s. 66. 
14 Hasbahçe, s. 67. 
15  TSM MR 1123; Hasbahçe, s. 67 
16 Hasbahçe, s. 67.
17 Atasoy, “Çiçek Sevgisi”, s. 14-24; Antoine Galland, İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar, I, Ankara 1989, s. 104; Hasbahçe, 67 
18 Hasbahçe, 67 
19 Hasbahçe s. 67
20 Ali Seydi, Teşrifat ve Teşkilatımız, çev. Niyazi Ahmet Banoğlu, İstanbul, s. 55; Hasbahçe, s.67
21 M. I. d’Ohsson, Tableau General de l’Empire Ottoman 1820, lev. 50 
22 Gelibolulu Mustafa Âlî, Görgü ve Toplum Kuralları üzerine Ziyafet Sofraları, Haz. Orhan Şaik Gökyay, s. 159.
23 TSM H2148, 11b; Hasbahçe, s. 70
24 Hasbahçe, s. 70 
25 TSM 2/2500; Atasoy Hasbahçe, s. 71-73 
26 Hasbahçe, s. 73
27 İÜK, F1426, 47a; Filiz Çağman, “L’Art du Papier Découpé et ses Représentants à l’Époque de Soliman le Magnifique”, Soliman le Magnifique et son Temps, Actes du Colloque de Paris, 7-10 Mars 1990, G. Veinstein (ed.), Paris 1992, s. 249-263, 250, 252; Âlî, s. 63; Hasbahçe, s. 73 
28 Reinhold Lubenau, Beschreibungen der Reisen des Reinhold Lubenau, Konigsberg 1915, s. 77-78
29 Âlî 1982, 111; Hasbahçe 74. 
30 Habib 1304 (1887), s. 261; Hasbahçe, 74
31 Evliya Çelebi, Seyahatname, III, Haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, İbrahim Sezgin, İstanbul 1999, s. 258; Hasbahçe, s. 74.
32 Çağman, s. 35; Hasbahçe, 74
33 Hasbahçe, s. 74.
34 Vienna Österreichische Nationalbibliothek, cod. Mixt 313, 12b; Duda 1983, I, 19-120; lev. 361; Mesara 1998, 24; Hasbahçe, 74
35 The British Library, Or. 13763, B, D; Hasbahçe, s. 74
36 Hasbahçe 74
37 The British Museum, Department of Oriental Antiquities, Album, A 1974-6-17.013; Hasbahçe, s. 75.
38 Hasbahçe, s. 84
39 TSM Ktb. H1924; Hasbahçe, s. 84
40 Çağman, s. 43-51
41 TSM Ktb. H1924; Hasbahçe 89.
42 TSM H2134, 3a; Hasbahçe, 89
43 Nurhan Atasoy, Kara Memi - Muhibbi Divanı, İstanbul 2016. 
44 TSM 13/266; Hasbahçe 89 
45 TSM 13/966; Hasbahçe 89
46 TSM 13/584; Hasbahçe 94
47 TSM 13/1463; Hasbahçe 94
48 TSM 13/514; Hasbahçe 94. 
49 TSM 31/1475; Hasbahçe 94. 
50 TSM 31/1096; Hasbahçe, 94. 
51 Hasbahçe 94. 
52 TSM 41442,4b-5a; Hasbahçe 97. 
53 Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, çev. İstanbul 1969, s.83; Hasbahçe 97. 
54 TİEM 447 ve 446; Hasbahçe 97. 
55 Moltk, s. 8
56 TSM H2164, 11a, 15b, 17b, 20b; Gül İrepoğlu, Levni: Nakış, Şiir, Renk, İstanbul 1999, s. 186, 196, 199, 202; Hasbahçe, 97. 
57 Hasbahçe 97 
58 TSM 52164, 17b; Hasbahçe 97 
59 Hasbahçe 97.
60 Mahir, Banu, “Osmanlı Ağaç İşçiliğinde Fildişi-SedefBağa”, P (Sanat, Kültür, Antika), 9 (Bahar 1998), İstanbul, s. 94-114, 108-109; Hasbahçe, s. 100. 
61 Hasbahçe, s. 100 
62 TSM 13/1966; Hasbahçe 100 
63 TSM 31/1232; Hasbahçe 101 
64 TSM 13/1232; Hasbahçe 101
65 Antaki Koleksiyonu; Hasbahçe 101 
66 Nurhan Atasoy, Kara Memi - Muhibbi Divanı, İstanbul 2016. 
67 Hasbahçe, s. 101
68 Hasbahçe , s.101-107
69 Evliya, s. 242; Hasbahçe 119.