Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Z Kitaplığı

  • Beyazıt Meydanı’ndanYolu Geçenler Beşir Ayvazoğlu, kitabının ön sözünde şöyle bir sır verir okura: “Yaşadığınız şehrin târihini öğrendikçe taşlar, ağaçlar, yollar, binâlar sizinle konuşmaya başlıyor.” Yolu Beyazıt Meydanı’ndan geçenler, herhâlde İstanbul’un en konuşkan yüzüyle karşı karşıya olmanın zevkini derinden hissedecektir. Ancak bu zevki yaşarken taşların, ağaçların, yolların, binâların ifşâsıyla bir büyüye ka

    pılıp şehrin inişli çıkışlı hâtıralarında serâzat kaybolup gitmek de olası. Üçüncü Tepede Hayat, bu aylak ihtimâlin önünü kesmek istercesine meydanın ortasına özenle yerleştirilmiş bir terâzi gibi. Şehrin en câzip, yaşam dolu, şaşaalı ama bir o kadar da yaralı birikimini bizim için ölçüp tartıyor. Bir tarafında harâretli münâkaşalara fırsat tanıyan derin, dalgalı, zor bir geçmiş diğer tarafında ise mekânla kurulan etki

    leşimin kâh öznesi kâh nesnesi rolündeki İstanbullu. Yedi tepeli topografyasıyla meşhur şehrin üçüncü tepesini, onun merkezini teşkil eder Beyazıt meydanı. Roma’daki adıyla Forum Tauri, o zamandan bugüne çok evreler aşmış, nice bâdireler atlatmıştır. Kitap, Osmanlı’dan Cumhûriyet’e geçiş yıllarına, son yüzyılın Beyazıt’ına odaklanır. Sözü edilen devre rengini veren birçok önemli hâdisenin, sahaflardan kahvelere ilim, kültür ve sanat meclislerinde

    boy göstermiş münevverlerin, romancıların, şâirlerin, hulâsa Beyazıt’tan yolu geçenlerin ve onun kopmaz bir parçası olanların derin târihini, üstelik tahkik edilmiş bilgilerle anlatır. Üçüncü Tepede Hayat, Beyazıt Meydanı’nın Derin Tarihi, Beşir Ayvazoğlu, Kubbealtı Neşriyâtı, 327 s., 2012.

    Beşir Ayvazoğlu Üçüncü Tepede Hayat

  • Mösyö İsmit'in İstanbul günleri Sultân’ın Mîmârı Modernleşme gayretlerinin Osmanlı’yı çepeçevre sardığı bir dönemdir Sultan Abdülmecid’in hüküm sürdüğü yıllar. Babası II. Mahmud’dan sonra tahta geçen Abdülmecid’in 22 yıllık devr-i saltanâtında Dersaâdet, tam mânâsıyla mîmârî bir dönüşüme uğrar. Bu yıllarda, Türkçeye vukûfiyeti, Mustafa Reşid Paşa başta gelmek üzere Tanzîmat’ın önemli isimleriyle yakın ilişkileri ve im

    zâ attığı başarılı projeleriyle bir İngiliz mîmar dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştır: William James Smith. Saray’ın nezdinde İngiltere Devlet-i Aliyyesi Mîmârı olarak tanınır “Mösyö İsmit” ve kendisine büyük projeler sipâriş edilir. İngiliz mîmarın yaptığı yapılar arasında; Galata’daki konsolosluk binâsı, Taşkışla adıyla bilinen Mecîdiye Kışla-i Hümâyûn’u, Gümüşsuyu Hastahânesi olarak bilinen Tophâne-i Âmire Has

    tahânesi, Haliç’te Deniz Hastahânesi olarak bilinen Bahriyye Hastahânesi, Tophâne Kasr-ı Hümâyûn’u, Dolmabahçe Sarayı’nın Seyir Köşkü ve Kış Bahçesi sayılabilir. Ayrıca Smith’in sivil mîmârîde de birtakım projelerini hayâta geçirdiği bilinmekte. Bunların arasında en dikkati çekeni, 1853 târihli Naum Tiyatrosu binâsıdır. Saltanat nişânıyla taltif edilen Smith’in yapıları perspektifinde Avrupâî zihniyetini yansıtmayı amaçlayan kitap; Afîfe Batur, Ed

    hem Eldem, Seda Kula Say, Gül Cephânecigil gibi mîmarlık târihi ve görsel kültür araştırmacılarının makâlelerinden oluşuyor. Sultan Abdülmecit’in Bir Mimarı William James Smith, haz. Afife Batur, İBB Kültür AŞ, 334 s., 2016.

    William James Smith Sultan Abdülmecid'in Bir Mimarı

  • Asia Minor’da Uzun Bir Yolculuk Bir başkasının gözünden kendi imajını yeniden keşfe dâir yeni bir yolculuğa koyulmanın, insanı heyecâna sürüklediği bir gerçek. Toplumların târihten günümüze tevârüs eden katmanlı hikâyelerini bir “yabancı”nın deneyimleri üzerinden anlamlandırmaya çalışmak da bu emsal bir deneyim. Seyahatnâmeler, içinde yaşadığımız toplum ve coğrafyayı, hatta bütün bir âidiyetimizi bize yeni, farklı bir

    yolla keşfin fırsatlarını sunan, oldukça ilginç kaynaklardır. Ülkesinde Afrika üzerine çalışmalarıyla tanınan Alman bilim adamı ve kâşif Heinrich Barth’ın 1858 yılında gerçekleştirdiği “Asia Minor” gezisi, ilgi uyandıran bir seyahatnâme olarak ilk kez 1860’da Berlin’de yayımlandı. Bu târihten takrîbî birbuçuk asır sonra 2017’de Türkis Noyan tarafından Kitap Yayınevi bünyesinde Türkçeye kazandırılan eser, önce İstanbu

    l’dan deniz yoluyla Trabzon’a; akabinde at üstünde Giresun, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Kırıkkale, Eskişehir ve Bilecik üzerinden Üsküdar’a kadar uzanan zorlu bir yolculuğun hikâyesini anlatıyor. Barth’ın, Alman şarkiyatçı Andreas David Mordtmann’la birlikte gerçekleştirdiği seyahatin notları, birçok yönüyle, özellikle de dönemin Anadolu yaşantısını aktarması bakımından aydınlatıcı. Eser, coğrafyadan târihe, inançtan

    kültüre, ekonomiden günlük yaşamın renkli detaylarına, belki de çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz kadim bir dünyânın sınırları içinde bizi yeni keşiflere zorluyor. Heinrich Barth Seyahatnamesi, Trabzon’dan Üsküdar’a Yolculuk 1858, çev. Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, 262 s., 2017.

    Heinrich Barth Heinrich Barth Seyahatnamesi

  • Türk Ahşap Evinin Mîmârîsi’ne Dâir Sözde insan yaşamının yüksek standartlarına dâir her tür detayın düşünüldüğü modern, devâsa kentler yarattık; milyonlarca insan, metropol olma yarışındaki bu şehirlerde ev nâmına dikilen betondan heyûlâlarda “bir arada” yaşıyor görünsek de ciddî bir sorunumuz var. Çünkü kentlerde, kendi bencilce isteklerimiz dışında hiç kimse ve hiçbir şeyi düşünemeyecek hâldeyiz, bozulan ev algımız,

    hem tasarımı hem mâneviyatıyla, bu mutsuz durumun en büyük nedeni. Doğan Kuban’ın Türk Ahşap Konut Mîmârîsi kitabının sayfaları arasında gezinirken sıkça bu düşüncelere kapılıp gidiyor insan. Mîmar Kuban’ın geleneksel Türk evi üzerine tezleri, her ne kadar sevilen bir konu olsa da uzun zamandır ihmal edilmiş bir husûsu, XVII. yüzyıldan îtibâren Osmanlı çağı karakteristik ev mîmârîsini en ince hatlarıyla irdeliyor. Or

    talama ömrü ikiyüz yıl olması nedeniyle ahşap konutların daha eski devirlerini ele alabilmek pek mümkün değil, ancak eldeki veriler ışığında denilebilir ki bilhassa göçer Türkler tarafından tercih edilen ahşap malzemeli evler, anıtsal gelişimini İstanbul’da gerçekleştirdi. Ahşap Türk evinin tamâmıyla kendine özgü üslûbu, mükemmel tezyînâtı, zamanla onun Batılı ziyâretçilerin gözünde pitoresk bir motife dönüşmesini de sağladı. Kuban’ın kitabı, artı

    k yadsıyarak hayâtımızdan, şehirlerimizden çıkardığımız, kendi ellerimizle yok ettiğimiz o huzurlu evlerin sıcak ve içten dünyâsına yönelmiş belgesel bir bakış niteliğinde. Türk Ahşap Konut Mimarisi, 11.-19. Yüzyıllar, Doğan Kuban, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 280 s., 2017.

    Doğan Kuban Türk Ahşap Konut Mimarisi 17. - 19. Yüzyıllar

  • Şehir Sosyal Adâletin Bir İmkânı mı? Bâzı eleştirmenlere göre David Harvey’in kitabı, onun entelektüel değişiminin bir güncesi olarak okunmalı. Harvey, teknik ve metodolojik sorunlarla meşgul olan geleneksel kent bilimindeki yetersizliğin farkında bir düşünür olarak "coğrafya"nın amaçlarının genişletilip yeniden tanımlanmasını istiyordu. Sosyal Adâlet ve Şehir 1973’te ilk kez yayımlandığında kentsel araştırmalar üzeri

    nde ânî ve sarsıcı bir etki uyandırdı. Çünkü kentsel analizin tanımları yeni baştan tanımlamakla kalmıyor, ortaya kışkırtıcı birtakım yeni sorular da atıyordu. Dolayısıyla o târihten bu tarafa, mezkûr kitap alanındaki okumalara kaynaklık etmekte. Kısaca denilebilir ki Harvey bu baş yapıtıyla, mekânsal biçimleri ve toplumsal süreçleri analitik biçimde ele alıyor. Kitabın tezine göre, mekânsal biçimler toplumsal süreçler

    i içermektedir; toplumsal süreçler ise esas olarak mekânsaldır. Kentsel planlama ve gelir dağılımı konularında ortaya konan sert sorunlara karşı geliştirilen eleştirel yaklaşım tamâmıyla pesimist bir sona bağlanmamış ne var ki. Düşünüre göre, târih boyunca kent hakkında yazılmış birçok ümit verici ütopya boşuna değil, bunların çoğunu yaşayabilme fırsatımız var. Ama bunun için önce kentleri yabancı çevreler olarak yaratan, kentselleşmeyi bireysel

    ve ortaklaşa amaçlarımıza yabancı yönlere süren güçlere karşı koymak gerekiyor. Yâni sömürüden kurtarılmış insalcıl bir kent için hâlâ bir şansımız, bir ümîdimiz var. Soyal Adalet ve Şehir, David Harvey, çev. Mehmet Moralı, Metis Yayıncılık, 294 s., 2017.

    David Harvey Sosyal Adalet ve Şehir

  • Geleneksel Şehirden Modern Kente Dindarlığın Biçimleri Din ve şehir ilişkisi bağlamında yaptığı çalışmalarla Türkiye sosyolojisine etkili dokunuşlar yapan Celaledddin Çelik, yeni kitabında insanın mekânla ilişkisi ve bu ilişkinin varlık, hayat ve çevreyle bağlantısını irdeliyor. Kent kültürü ve dindarlığını farklı boyut ve görünümleriyle ele almayı deneyen yazar, kitabında bir yaşama mekânı olarak geleneksel şehrin m

    odern öncesi dinamiklerini serimlerken mâzîdeki mekân tasavvurunun, insâni varoluşla ve doğayla birlikteliğini göstermeyi de hedefliyor. Bu noktada aklımıza geliveren bir soru, cevaplanmayı bekliyor. Peki, mevcut kent tasarımları dindarlık tutumlarına nasıl ve ne şekilde etki ediyor? Kitaba göre geleneksel şehir dindarlığı, insan, doğa ve toplum birlikteliğini mümkün kılan özel bir mekânsal muhitte ancak var olabilir.

    Zîra modern kentler, insanın yalnızca mekânla ilişkisinde bir farklılaşmayı değil, insanın kendisiyle, tabiatla ve târihle ilişkisinde de bir kırılmayı temsil eder. Çeşitli görünümleriyle bir fenomene dönüşen kent dindarlığı, içinde geleneksel olandan izler barındırsa da, artık başka bir olgudur. Çünkü yeni kentsel dünyânın dinamiklerine göre biçimlenmiştir. Kitap, dindarlığın mekânla ilişkisi üzerinden yola koyularak geleneksel dindarlığın şehre

    âit yüzüyle modernliğin kentte tezâhür eden yeni dindarlık formları arasında beliren ciddî farklılıkları anlamlandırmayı deniyor. Geleneksel Şehir Dindarlığından Modern Kent Dindarlığına, Celaleddin Çelik, Hikmetevi Yayınları, 192 s., 2017.

    Prof. Dr. Celaleddin Çelik Geleneksel Şehir Dindarlığından Modern Kent Dindarlığına

  • İstanbul’un Oyunbaz Topografyası İki boğazlı, yedi tepeli, üç yakalı İstanbul’un topografyası oyunbazdır. Şehrin boyutları sizin hareket yönünüze göre değişir sürekli, onun bu devingenliğini biçimsel bir tanıma sığdırmak neredeyse imkânsız gibi. Fizikî görünümün dinamik yapısı üzerine şehrin târihsel topografyası da eklenince oyunbaz şölen tam anlamıyla başlar. Târih öncesi devirlerden başlayan soluk izler, sonraki k

    atmanlarda belirginleşip daha görünür hâle gelir, nihâyetinde İstanbul’un zaptedilemez formu çıkar ortaya. 1976 ila 1988 yılları arasında Alman Arkeoloji Enstitüsü müdürlüğünü yapmış olan mîmar ve arkeolog bilim insanı Wolfgang Müller-Wiener, bu formun üzerinde uzun yıllar kafa yorarak bütün dönemleri içeren çok önemli bir çalışmayı literatüre kazandırdı. İstanbul’un Târihsel Topografyası, bugüne kadar alanında yapılmı

    ş en kapsamlı çalışma olma özelliğinde. Byzantion, Konstantinopolis ve İstanbul’daki yapı sanatını XVII. yüzyılın başlarına kadar topografi k veriler ışığında inceleyen W. Müller- Wiener, verdiği birçok önemli bilginin yanında, şehrin belli başlı bölgelere ayrılmasında fi zikî yapıyla birlikte biçimlenen târihsel topografyanın da belirleyici bir etkiye sâhip olduğuna, yine yapılar bağlamında târihsel fi gürler değişse bile yapıların mekânsal işlev

    inde devamlılığın bulunduğuna dikkat çekiyor. İstanbul’un Tarihsel Topografyası, XVII. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion, Konstantinopolis Wolfang Müller-Wiener, çev. Ülker Sayın, Yapı Kredi Yayınları, 534 s., 2016.

    Wolfgang Müller-Wıener İstanbul'un Tarihsel Topografyası

  • İstanbul’da Bir Ömür Bir Hoş Sadâ Osmanlı’nın siyâsi açıdan çalkantılı geçen son yıllarına, kültürel ve sosyal yaşamda görülen radikal dönüşümler de eşlik eder. II. Abdülhâmid devrini her bakımdan ilgi çekici gösteren ve anlamayı zorunlu kılan da bu sancılı konuların uzantılarının hâlâ bugünlere ulaşabilmesidir. Alman piyanist Anna Grosser-Rilke’nin hâtıraları, bahsini ettiğimiz devrin sanat ve kültür muhitlerinde nel

    erin yaşandığına ışık tutan bir kitap. Ünlü şâir Rainer Maria Rilke’nin kuzeni olan müellif, İstanbul’da kısa bir süre yaşayan dâhî kompozitör Franz Liszt’in de talebesiydi. Gazetecilik yapan eşinin İstanbul’a görevlendirilmesiyle Türk diyârına ayak bastı, elbette ömrünün otuz yılını burada geçireceğini bilmeden. Yeni hayâtı gerçekten de hareketli başlar müzisyen Anna’nın; Pera’nın hareketli cemiyet ilişkilerine dâhil

    olduktan sonra, Alman elçiliğinde hayır amaçlı konserler vermeye başlar. Yıldız’a dâvet edilir ve icrâ-yı sanatından hayli hoşnut kalan Abdülhâmid tarafından madalyayla ödüllendirilir. Kitap, İstanbul’daki Alman cemâatının pek bilinmeyen yönlerini anlatması bakımından önemlidir. Konular sâdece müzik ve sanat câmiasıyla sınırlı kalmıyor; Boğaz’daki hayat, harem ziyâretleri, Türklere mahsus âdetler, bayramlar, tarîkatlar, deprem ve savaşlar, Bâbıâlî

    , Jön Türkler, 31 Mart hâdisesi gibi merak çeken birçok mevzu, çarpıcı detaylarıyla, en önemlisi de içeriden yapılmış bir gözlem netîcesinde okurla buluşuyor. Avrupa Saraylarından Yıldız’a, İstanbul’da Bir Hoş Sada, Anna Grosser Rilke, çev. Deniz Banuoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 315 s., 2017.

    Anne Grosser Rilke Avrupa Saraylarından Yıldız'a İstanbul'da bir hoş sada

  • Beyaz Perdenin İstanbul’da İlk Yılları Seyirlik eğlencelerin geçmişi insanlık târihi kadar eski. Belki ilkel duvar resimleri, ama en çok Antik kentlerin vazgeçilmez sosyalleşme mekânlarından amfi teatrlar bunun somut kanıtıdır. Türk seyirlik eğlencesi dendiğinde de hemen akla Karagöz Hacıvat gölge oyunu gelir. 1895 yılında ortaya çıkan sinema ise diğerlerine göre tabiî çok yeni bir gelişme. Nezih Erdoğan’ın kitabı, şe

    hir modernleşmesindeki çoklu ilişkileri göstermek bakımından sinemanın Osmanlı İstanbul’undaki ilk yıllarını mercek altına alıyor. Kitap kendi mantığı içerisinde belirlenmiş başlıklara bölünmüş; buna göre modernlik öncesi dönemde seyre ve seyirci deneyimleri, XIX. yüzyılın sonlarından îtibâren İstanbul şehir hayâtında sosyal modernlik ve sinema ilişkisi, Osmanlı toplumunun sinema ile ilk buluşması, şehirdeki ilk göster

    imler ve bunun izleyicilerde doğurduğu tepkiler, basının sinemaya ilişkin ürettiği söylemler üzerinden okunan sinema kültürüne dâir derin analizler kitabın değindiği konular içerisinde. Îcat ve yeniliklerin sosyal ve kültürel yaşantıyı etkileme işlevine verilmiş ilginç örnekler de var: vapur ve tramvay seferlerinin fi lm seanslarına göre düzenlenmesi gibi. Yazar, değişen eğlence anlayışının yansımalarını eksiksiz gösterebilmek amacıyla tanıklıklar

    a da başvurmuş, meselâ şehrin yeni eğlencesinin popülaritesine dâir ünlü muharrir Refi k Hâlid’den nakille aktarılan bilgiler hayli dikkate değer. Sinemanın İstanbul’da İlk Yılları, Modernlik ve Seyir Maceraları, Nezih Erdoğan, İletişim Yayınları, 320 s., 2017.

    Nezih Erdoğan Sinemanın İstanbul'da İlk Yılları

  • Kent Sosyolojisi Ülkemizde kent sosyolojisine eğilen çalışmaların yekûnu giderek çoğalıyor. Modernizm ve 1940’lardan îtibâren başlayan, kısa zamanda da en temel mesele hâline gelen köyden kente göç hâdisesi, olgusal bakımdan beşerî bilimlerin konusuna, en çok da sosyolojiye dâhil bir mevzûdur. Göçle, kontrolsüzce doldurulan şehirlerde yaşam, tanımlanmayı bekleyen bir dizi sorunla mücâdele ederken insan odaklı tüm disi

    plinler şehrin kaosundan payını yeterince almıştır. Sosyolog Köksal Alver editörlüğünde Çizgi Kitabevi tarafından yayımlanan Kent Sosyolojisi adlı kitap, bu çetrefilli, zor sâhada kalem oynatan yazar ve akademisyenlerin makâlelerini buluşturmuş. Kentin karmaşa, çelişki ve zıtlıklarla dolu doğasından kaynaklanan envâi çeşit soru ve sorun; birey ve kent, toplum ve birey, toplum ve kent arasında bir uzlaşı, bir bütünleşme

    köprüsü kurmaya çalışan yaklaşımlar aracılığıyla aşılmak isteniyor kitapta. Zîra kentler, kozmopolit mekânlardır ve orada dâima birlikte var olma kültürünün tahkîmine ihtiyaç duyulur. Sosyoloji, bunu kolay ve kalıcı biçimde başarmak için interdisipliner bir bilim dili oluşturmak durumunda ayrıca. Elbette, kent meselelerinin üstesinden bir çırpıda gelme iddiası gerçek dışı görünecektir. Kitabın zâten böyle bir savı da yok, ancak mümkün olduğunca k

    ent sosyolojisinin öne çıkan kuramlarını, konularını, sorunlarını masaya yatırmayı deniyor. Kent Sosyolojisi, Ed. Köksal Alver, Çizgi Kitabevi, 413 s., 2017.

    Köksal Alver Kent Sosyolojisi

  • Gündelik Hayâtımızın Sıra Dışı Târihi Günlük yaşantıda kullandığımız birçok nesnenin, sıkça başvurduğumuz birtakım kavramların, farkında olarak ya da olmayarak yaşattığımız âdet ve göreneklerin kökeninde neyin yattığını, kelimelerin aslının nereden geldiğini bilmek isteriz. Araştırmaya koyulduğumuzda öğreneceklerimiz bizi çok şaşırtabilir. Meselâ Uygur Türklerinin közgü dedikleri aynanın ilk numûnelerine MÖ 6 binli y

    ıllarda Çatalhöyük’te rastlandığını; görme bozukluğunu gidermek maksadıyla, ama daha çok da estetik nedenlerle kullanılan lenslerin Da Vinci’nin su dolu bir tüpün ucuna yerleştirdiği merceklerden esinlenilerek üretildiğini; hamburgerin sanıldığının aksine Amerika’da değil de Hamburglu işçiler sâyesinde Almanya’da ortaya çıktığını; Fransızca kökenli olmakla birlikte centilmen kelimesinin hânedan üyesi olmadığı hâlde sil

    âh taşıma yetkisi olan erkeği niteleyen bir sözcük olduğunu öğrenmek gerçekten çok ilginç, eğlenceli bir yönü de var bu bilgilerin. Çünkü gündelik hayâtımızın içindeki hemen her şeyle alâkalı, her an her yerde lâzım olabilecek türden kültürel bilgiler bunlar. Kudret Emiroğlu’nun büyük bir emekle ortaya çıkardığı bu ansiklopedik kitap, daha önce hiçbir yerde duyamayacağınız türden müthiş bilgiler içeriyor. Herkesin faydalanabileceği, en çok da isim

    ve kavramların târihsel kökenine, anlam alanlarına ve etimolojisine ilgi duyanların mutlaka okuması gereken muhteşem bir başucu kitabı. Gündelik Hayatımızın Tarihi, Kudret Emiroğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 700 s., 2015.

    Kudret Emiroğlu Gündelik Hayatımızın Tarihi

  • Şehrin Hâfızasında Kendine Âit Bir Oda Sosyal bilimlerde, hakîkat beklentisi kimi zaman anlatılan hikâyenin dışındaki gerçekliğe açılmayı zorunlu kılar. Özellikle târih sâhasında arşiv vesikâlarına, belgelere sıkıştırtılmış bir gerçeklik iddiası, bu türden açılmalara pek alan bırakmamakta ısrarcı görünür. Bilimsel bir resmiyetle kaskatı, müdahâle edilemez tezlerin gerçeği tam yansıtmaktan uzak olduğu, aklın ve hayâtı

    n önermeleriyle çelişen bir tespit değildir. Son dönemlerin revaçta yaklaşımı olarak sözel târih çalışmaları, çok sesliliğiyle geçmişi yeni ve bütüncül yorumlama şansını bize tanıyor. Sözel târih çalışmalarıyla dikkati çeken sosyal bilimci Leyla Neyzi’nin, ilk baskısı 2011 yılında yapılan kitabı İstanbul’da Hatırlamak ve Unutmak, 2017 yılında yeniden yayımlandı. Kitap, bireylerin iç gerçekliği üzerinden İstanbulluluk ö

    rneğinde kentlilik olgusunu vüzûha kavuşturmak çabasında; bunu yaparken de farklı cinsiyet, ırk, inanç, eğitim, kültür ve sosyal düzeylerinde ilgi uyandırıcı bir örneklem grubu oluşturmuş. Aynı zamanda bu çalışmanın kendisi, yukarıda söylenenlere paralel, doğabilecek bir tartışmanın da doğal nesnesi sayılmalı. Neyzi’nin, 1995-1999 yılları arasında derlediği kişisel sohbet ve görüşmelerinden, İstanbul’un dönüşen yönlerine ve dönüştürücü gücüne vurg

    u yapan, ama her biri ayrı makamda insan hikâyeleri ortaya çıkmış. Etkileyici bir dille sunulmuş olmakla kalmıyor bu hikâyeler, susturulmuş insanların inşâ ettikleri gerçekliği de saydam biçimde iletme başarısını gösteriyor. İstanbul’da Hatırlamak ve Unutmak, Birey, Bellek ve Aidiyet, Leyla Neyzi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 228 s., 2017.

    Leyla Neyzi İstanbul'da Hatırlamak ve Unutmak