Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Batılıların Gözüyle Osmanlı Kütüphaneleri
Nihan Yıldız

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Batılıların Gözüyle Osmanlı Kütüphaneleri
Nihan Yıldız

https://www.zdergisi.istanbul/makale/batililarin-gozuyle-osmanli-kutuphaneleri-553

Batılı seyyahların Osmanlı kütüphanelerine duyduğu ilginin başlangıcı İstanbul’un fethine uzanmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in bilime ve sanata değer veren imajı Batılıların nazarında Osmanlının Bizans kütüphaneleriyle eski Yunanca ve Latince yazmaları muhafaza ettiğine ilişkin bir kanaat doğurmuştur. Ortaçağ keşişlerinin kaybolmasına göz yumdukları eserlere Türklerin sahip çıkıp iyi bir şekilde muhafaza ettiğini bile dile getirmişlerdir. Buna binaen Batılı entelektüeller Bizans kütüphanelerinin akıbeti üzerinden Osmanlı kütüphaneleriyle ilişki kurmuşlardır.

19. yüzyılda artarak devam eden bu ilginin bir yönü de Batıda moda haline gelen Şarkiyat kütüphanesi oluşturma geleneğiyle alakalıdır. Batılı seyyahların çoğu, ilmin Müslümanlara farz oluşundan ötürü Osmanlı padişahlarının kütüphanelere önem verdiklerini yazmaktadır. Müslüman hükümdarları farklı kılan ilim aşkının Osmanlı sultanlarında da mevcut olduğunu, padişahların bilgiyi yaymak ve sürekli kılmak için en kıymetli eserlerin çoğaltılıp halk kütüphanelerinde muhafaza edilmesini teşvik ettiklerini belirtirler. Patrik Konstantin, kütüphanelerin Müslümanların ilerlemelerinin ve medeniyetlerinin simgesi olduğu kanaatindedir. Seyahatnamelerde geçen geleneksel Osmanlı kütüphaneleriyle ilgili bilgiler saray kütüphanesi, halk kütüphaneleri, şahsî kütüphaneler, Osmanlı Devletinin hem İslam dünyasına ait hem de İslam dünyası dışındaki bilgi birikimini muhafaza etmesinden ötürü manastır ve patriklik kütüphaneleri olarak sınıfl andırılabilir. Buralarda Doğu Hıristiyanlığının metinleri olan Bizans bakiyesi eski yazmaları ve değerli İslam yazmalarını aramışlardır. Bunların dışında bir de 19. yüzyılda Batılılaşma ve modernleşme etkisiyle üniversitelerde kurulan ihtisas kütüphaneleri dikkatlerini çekmiştir.

Batılı seyyahların Osmanlı topraklarındaki kütüphaneleri gezebilmek için izin almaları gerekiyordu. Cami içinden geçmeden girilen müstakil kütüphaneleri görmeleri daha kolaydı. Bununla beraber Robert Walsh Türklerin, Avrupalı Hıristiyanların kendi kitaplarını araştırmalarından rahatsızlık duyduğu düşüncesiyle Türkiye’ye geldiğini, gerçekte ise kütüphanecinin kendilerine gayet medeni ve kibar davrandığını, görmek istedikleri her kitabı gösterdiğini ve incelemelerine izin verdiğini yazmaktadır.

Seyahatnamelerdeki kütüphane tasvirleri birbirine benzerdir. Sade, zarif ve kubbeli binalarla geniş okuma odalarına sahip kütüphanelerdeki ortam, pencerelerden ve kubbeden gelen ışık sayesinde aydınlıktır. Yerler kıymetli halılarla kaplıdır. Kütüphaneye girişte ayakkabılar çıkarılır. Çalışanlar terliklerin hışırtısıyla bile rahatsız edilmezler. Ragıp Paşa Kütüphanesi gibi bazı kütüphanelerin kitaplıkları salonun tam ortasında kare şeklinde, işlemeli tellerle çevrili büyük bir kafesin içindedir. Bu şekil kütüphane okuyucularına yetecek kadar boş alan yaratmaktadır. Kitapların muhafaza edildiği alanın etrafında okuyucuların oturabileceği divanlar, hasırlar, minderler vardır. Bunların hemen önünde okuyucuların okudukları kitabı koyabileceği, üzerinde yazı yazabileceği masa işlevi gören dar bir alan bulunmaktadır. Eğer böyle bir alan yoksa okuyucular hasır, minder ve divanlara oturup dizlerini masa olarak kullanarak da kendi getirdikleri malzemeleri kopya ederler. Ayrıca kitapların konabileceği rahleler vardır.

Kitaplar ekseriyetle elyazmasıdır. Hepsi de kırmızı, siyah veya yeşil renklerde maroken veya dana derisi ciltlere sahiptir. Tozdan, darbelerden ve böceklerden korunması için harita çantası gibi ikinci bir kapakları var dır, maroken ciltli kılıflara ya da deri kutulara yerleştirilmiştir. Her cildin dış kenarında kitapların isimleri yazılıdır. Kitaplar, aynalar ve kafes çitlerle süslü dolaplarda, konuların sırasına göre yatay olarak dizilmişlerdir. Her kütüphanede basit bir elyazması kataloğu ve kitapların içeriğinden bahseden özetler mevcuttur. Kütüphanecilerden bir kitap istenildiğinde bu katalogdan bakıp bulurlar. Hafız-ı kütübler, ziyaretçileri “Doğululara özgü lütufkar bir Müslüman nezaketi” ile karşılar. Eserleri kopya etmek serbesttir ancak dışarı çıkarmak yasaktır.

İçerde ateş, mum ve tütün içmek yasaktır. Kütüphaneler genellikle ramazan ayı, bayramlar ve cuma günleri hariç her gün sabah 09.00’dan ikindi namazına kadar açıktır. Öğle vaktinde kütüphanedekiler namaz kılmak için çalışmalarını bırakır. Aralarındaki en yaşlı kişi imam seçilir ve mevcut cemaatle birlikte ibadetlerini yerine getirirler. Okuyucular huşu içinde namazlarını kıldıktan sonra aynı sükunet içinde kitaplarının başına dönerler. Kütüphanede mükemmel bir düzen ve sessizlik hüküm sürer. Öyle ki kütüphaneler, dinî hayatın başka bir fonksiyonunu icra eder.

Doğu Roma kütüphanelerinden Osmanlı kütüphanelerine intikal eden koleksiyonlara Avrupa hükümetleri tarafından büyük ilgi gösterilmiştir. Sultanın sarayında, İstanbul’daki “saltanat” camilerinde, özellikle Ayasofya’da, Levant’daki Rum manastırlarında basılmamış pek çok eski yazmanın bulunduğuna ilişkin rivayetlerin aslı astarını araştırması için İngiliz hükümeti 1799’da elçi olarak Lord Elgin’i görevlendirmiştir. Cambridge Üniversitesinde Arapça profesörü olan Carlyle da 1800 yılında İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki dostane ilişkilerden ve elçi Lord Elgin’in nüfuzundan faydalanarak Osmanlı kütüphanelerinde araştırma yapmıştır. Carlyle hizmetine verilen diloğlanının Mihrişah Valide Sultanın kethüdası Yusuf Ağa ile yaptığı pazarlık sayesinde Bostancılar Ocağı Kütüphanesini ziyaret etme iznini almıştır. Ziyaret sürecine dair notları ilginçtir.

İlk başta diloğlanıyla birlikte Yusuf Ağanın evine giderler. Onları Yusuf Ağanın kahyası karşılar ve bostancıbaşıya iletilmesi için Carlyle’a bir mektup verir. Bunun üzerine bostancıbaşının köşküne giderler. O sırada sarayda olan bostancıbaşı yerine Carlyle’a eşlik etmek için bir haberci gelir, beraber sarayın birinci avlusundan çaprazlamasına geçip diğer avluya varırlar. Bostancıbaşının vekili onları karşılar, getirilen mektubu teslim alıp okur ve kütüphane görevlisine Carlyle’a eşlik etmesi talimatını verir. Üç molla ve bir kütüphaneci eşliğinde, hiç konuşmadan parmak ucunda yürüyerek caminin içinden geçip kütüphaneye varırlar. Kütüphanenin kapısı kilitli ve mühürlüdür.

Carlyle kütüphaneyi küçük ama oldukça zarif ve hoş bulur. Tepesindeki kubbe dört adet mermer sütunla desteklenmektedir. Çok sayıdaki pencereler kütüphaneyi aydınlatmaktadır. Üç kolda dörder tane sade, gösterişsiz ve tertipli kitap dolabı bulunmaktadır. Kütüphanede katlanabilen telli dolaplar vardır ve bu dolaplardaki rafların emniyeti asma kilit ve kütüphanecinin mührüyle sağlanır. Kitapların başlıkları dış kenarlarına yazılıdır ve kitaplar karşıdan görülecek şekilde yatay olarak dizilmiş, üst üste durmaktadır. Böyle bir düzen şekli araştırmayı da pratik kılmaktadır. Carlyle kütüphanede Türkçe, Farsça, Arapça yazmalar görmüş, ancak Yunanca ve Latince yazmaya rastlamamıştır. Kitapların hepsini tek tek incelemiş ama “kıskanç mollalar” izin vermediği için bir kataloğunu çıkaramamıştır. Ziyaretten sonra Yusuf Ağa ile görüşen Carlyle, kütüphaneyi ziyaret etmesine izin verildiği için elçi adına teşekkür etmiş, araştırmasının sonucunu paylaşmıştır. Ancak Carlyle’ın saray kütüphanesinde ek araştırma yapmasına izin verilmemiştir.

Hamidiye Kütüphanesi erişim kolaylığından ötürü seyyahlar tarafından en çok ziyaret edilen kütüphane olmuştur. Bahçekapısı İskelesinin hemen yanında olması dolayısıyla Avrupalı seyyahlar tarafından şehirdeki diğer kütüphanelere nazaran daha bilindiktir. Bünyesindeki kitapların değeri Ayasofya ve Ragıp Paşa Kütüphanelerinin altında olmasına rağmen mekan ve cilt sayısı bakımından bunlarla eşittir. Charles Pertusier buraya yaptığı ziyareti ve kütüphane okuyucularını şöyle anlatmaktadır: “Yabancılar belli başlı halk kütüphanelerine kabul edilirler, özellikle Abdülhamid Kütüphanesine zorlanmadan girebilirler. Buraya girdiklerinde her tarafı zarif kitaplıklarla donatılmış güzel bir oda görecekler. Kitap dolaplarındaki kitaplar yatay olarak yerleştirilmiş ve işledikleri konulara göre sınıflandırılmıştır. İçeride mutlaka masalara yerleşerek tüm dikkatini önündeki sayfalara vermiş softalarla ve tahsil gördüğü için onlara nazik davranacak olan müderrislerle karşılaşacaklar. Ancak her gün gelseler de kütüphanede paşa ya da başka bir askerî görevliye rastlayamayabilirler. Nadir ve seçkin sınıf (eşraf) sedirlerinden kalktıklarında tütün dumanlarından oluşan bir bulutun ortasında ziyaretçi ağırlamaktan başka bir teneffüs, hatta iş bilmezler.”

Ragıp Paşa Kütüphanesi de seyyahların çoğunun görebildiği bir yerdir. Michaud kütüphaneyi çoğunlukla ulemadan kişilerin ve medrese öğrencilerinin ziyaret ettiğini, kendisi gittiğinde okuyup not olan 7-8 kişi olduğunu yazmaktadır. Kitapların her senenin başında denetlendiğini, kaybolan ya da aşırı yıpranan kitap var mı diye bakıldığını da ekler. Robert Walsh kütüphaneye gelir gelmez içeri kabul edildiklerini yazarak şöyle devam eder: “Giriş kapısının yanında aynı külliyeye ait yaklaşık 50 öğrenci içeren bir medrese vardı... Medresenin karşısında Ragıp Paşanın, sultanın kız kardeşi olan hanımının ve kızının türbesi vardı. Bir Türk için türbesinin yanına bir kütüphane iliştirmek normaldir. Halet Efendi de Pera’daki dans eden dervişlerin tekkesine aynısını yaptırmıştır. Kütüphane ortada durmaktadır. Merkezinde bir kubbesi ve dört köşesinde daha küçük kubbeleri olan kare şeklinde geniş bir binadır. Kütüphanenin içi geniş ve ferah bir dairedir, en ortada dört tane oldukça hoş sütun bulunur, sütun başlarındaki çıkma kemerler kubbeyi destekler, yana doğru uzananlar ince bir çizgi halinde duran kolonları oluşturur. Kubbenin altındaki kare alanda, kitaplarla dolu dolaplar telle çevrilmiştir. Teller yatay olarak, dış kenarı gözükecek şekilde bağlanmıştır. Her biri konularına göre ayrılarak, dışarıya bakan yüzünde kitabın isminin bulunduğu bir kılıfla kaplanmış şekilde dolaplara konmuştur. Bir cilt talep edildiğinde, kitabı kılıfında tutan ve istendiğinde çıkarılabilen bağcık vasıtasıyla kılıfı çıkartılır. Hem matbu hem de elyazması kitaplar vardır ancak yazmaların sayısı daha çoktur... Burada 2000 kitap vardır ancak hiçbiri Avrupa dilinde yazılmamıştır. Birkaç kitap da Hâfız’a ve diğer Farsî şairlere aittir, hepsi çok güzel süslenmiş ve neşredilmiştir. Odada aralarında dervişlerin de bulunduğu 10 veya 12 kişi okuyup neşretmektedir.”

Seyyahların bahsettiği diğer geleneksel Osmanlı kütüphaneleri Fatih, Ayasofya, Nuruosmaniye, Selimiye, Süleymaniye, Eyüp, Şehzade Camii, II. Bayezid, Yeni Camii, Şehid Ali Paşa, Köprülü, İbrahim Paşa, Atıf Efendi, Halet Efendi, Amcazade Hüseyin Paşa, Feyzullah Efendi ve Galatasaray, Bursa Kalesindeki Nakşibendi Tekkesi, Mani sa’daki Karaosmanoğlu ve Rodos’taki Ahmed Ağa Kütüphaneleridir.

16. yüzyıldan itibaren seyahatnamelerde verilen bilgilerin yoğunluğuna bakılacak olursa, Osmanlı kütüphaneleri üzerinden bir Doğu-Batı ilişkisi kurulduğu söylenebilir. Seyahatname notları, Batının Doğuya bakışını yansıtmaktadır. Batılı seyyahların Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi ve Osmanlı saltanatının Doğunun ve Batının bilgi kaynaklarına sahip çıkışı üzerinden Osmanlı kütüphaneciliği ile ilişki kurması önemlidir. Nihayetinde Doğudan Batıya kitap ve bilgi götüren Batılılar için Osmanlı kütüphaneleri önemli bir arşiv teşkil etmektedir.