İskenderiye Kütüphanesini Araplar mı Yaktı? Bir Mitin Anatomisi
Bernard Lewis
Çeviri: (İngilizceden) Ramazan Serhat Arslan
İskenderiye Kütüphanesini Araplar mı Yaktı? Bir Mitin Anatomisi
Bernard Lewis
https://www.zdergisi.istanbul/makale/iskenderiye-kutuphanesini-araplar-mi-yakti-bir-mitin-anatomisi-491
Aksine birçok delil olmasına rağmen birtakım yazarlar hâlâ İskenderiye Kütüphanesinin 642 yılında, şehrin fethinden sonra Halife Ömer’in emri üzerine Araplar tarafından yıkıldığı hikayesine inanmakta ve bu hikayeyi tekrarlamaktadır. Bu hikaye (kökeni, amacı, kabullenişi ve reddedilişi ile), tarihi mitlerin nasıl ortaya çıktığını ve bir süreliğine de olsa yıldızlarının nasıl parladığını görmek adına ilgi çekici bir örnektir.
Hz. Ömer’in İskenderiye Kütüphanesini yıktığı hikayesi, Batı ilim âleminde ilk kez Oxford’da Laudian olan Arapça Profesörü Edward Pococke’nin, Suriyeli-Hıristiyan yazar Bar Hebraeus’un (Ebu’l Ferec olarak da bilinir) Tarihu Muhtasari’d-Düvel adlı kitabının bir kısmını Latinceye çevrilmesiyle duyuldu.1 Hikayeye göre Arap ordularının komutanı Amr b. As, Gramerci John’un yakarışlarını kabul etmeye ve kütüphaneye dokunmamaya meyilliydi. Ama Halife Ömer böyle düşünmüyordu, ona göre “eğer Yunan dilinde yazılmış bu eserler Allah’ın kitabı ile mutabık kalıyorsa gereksizlerdi ve saklamaya gerek yoktu; yok eğer Allah’ın kelamıyla ters düşüyorlarsa zararlıydılar ve zaten yok edilmeleri gerekirdi”.2 Hikayeye göre, bu sözler üzerine kütüphanedeki kitaplar şehir genelindeki dört bin hamama dağıtıldı ve altı ay boyunca ocakların yakılmasında kullanıldı.
Henüz 1713 yılında, seçkin bir Fransız oryantalist olan peder Eusebe Renaudot, yayınladığı Patriarchs of Alexandria adlı kitabında “bu anlatıda güvenilmez hususlar var” diyerek hikayenin güvenirliğine şüphe çekti.3 İlginçtir, her ne kadar Renaudot’un metni Latince olsa da “güvenilmez” kelimesi, belki de ihtiyat gereği, Yunanca yazılmıştır. Güzel hikayeleri asla es geçmeyen büyük İngiliz tarihçi Edward Gibbon bu hikayeyi de zevkle nakleder ve devamında ekler: “Kendi açımdan hem bu vakayı hem de sonuçlarını reddetme eğilimindeyim.”4 Gibbon niçin reddettiğini ise, vakanın gerçekliğini test eden iki temel prensip üzerinden, yani hikayenin ilk olarak bahsi geçen olaydan altı yüz yıl sonra gün yüzüne çıkması ve Müslümanların genel öğretileri ve pratikleri hususunda bildiklerimize ters düşmesi bakımından açıklar. Her iki eleştirinin de ikna edici olduğu bariz olmakla birlikte, hikaye hala canlılığını korumaktadır.
O günden bu yana, 1902’de Alfred J. Butler5, 1911’de Victor Chauvin6 ve 1923’te ayrı ayrı Eugenio Griffi ni7 ve Paul Casanova8 ve diğer birçok Batılı bilgin malum hikayeyi analiz etmiş ve çürütmüştür. Bazıları da hikayenin içinde barındırdığı ihtimal dışı anlatıları hedef almıştır. Örneğin kâğıt, Arap fetihlerini takip eden yüzyıllara kadar Mısır’a girmemiştir ve o dönemdeki kitapların çoğunluğu olmasa da birçoğu yanmaz özellikteki parşömen üzerine yazılmıştır. Öte yandan, hamam ocaklarını bu kadar uzun süre çalıştırmak için en az 14 milyon kitap içeren bir kütüphanenin olması gerekir. Bir diğer açmaz ise, Bar Hebraeus’un anlatısına göre kütüphane için Amr b. As’a yalvaran Gramerci John’un muhtemelen bir önceki yüzyılda yaşayıp öldüğüdür. Nereden bakılırsa bakılsın, kütüphanenin Arapların Mısır’a varmadan çok önce yok olduğunu gösteren sağlam deliller vardır.
Bir ilginç detay ise şudur: 14. yüzyıl tarihçisi İbn Haldun, yine aynı sözlerle Halife Ömer’in İran’da bulunan ve muhtemelen Zerdüşt kitaplarından oluşan bir Pers Kütüphanesinin yıkılmasını emrettiğine dair bir hikayeyi aktarır.9 Bu da yine güçlü bir şekilde folklorik ve mitsel bir kökene işaret etmektedir.
Hikayeyi hedef alan en güçlü argüman hikaye dayanağının zayıf ve geç tarihli oluşudur. Batılı tarihçiler tarafından temel kaynak olarak kullanılan Bar Hebraeus 1226-1289 yılları arasında yaşamıştır. Bar Habreus’un anlatısını basitçe kopyaladığı, iki selefi vardır ve bunlar da ondan çok değil sadece 10-20 yıl önce yaşamışlardır. 1203 yılında Mısır’da bulunan Bağdatlı hekim Abdüllatif en erken kaynak konumundadır ve seyahatlerini anlattığı eserinde “Halife Ömer’in izni ile Amb b. As’ın yaktığı kütüphaneden” bahseder.10 Mısırlı bir âlim olan İbn’ül Kıfti ise, takribi 1227 yılında âlimlerin tarihi üzerine yazdığı eserinde efsanenin dayandığı malum hikayeyi aktarırken kitaba Gramerci John’un biyografisini de ekler ve şöyle bitirir: “Bana o dönemde var olan bütün hamamların sayısı söylendi fakat ben unuttum. Kitapların yakılması ile bu hamamların altı ay ısıtıldığı söyleniyor. Bu hikayeyi dinle ve hayret et.”11 Sonraları Bar Hebraeus ise hamamların sayısı hususundaki son gözlemi hariç tutarak İbn’ül Kıfti’nin anlatısını takip etmiştir. Bhsi geçen hamamların sayısı oldukça farklı bağlamlarda diğer Arap kaynaklarında da zikredilmiştir.
Arapların İskenderiye Kütüphanesini yıktığına dair anlatılan bu efsaneyi kabul edebilmek için, böylesi dramatik bir olayın sadece zengin ortaçağ İslam tarih literatüründe değil, Koptik literatürde, kilise kayıtlarında ve hatta Bizans ve Yahudi literatüründe yahut böylesi bir tahribi kayda değer görecek başka birinin anlatısında niçin kaydedilmediği ve bahsedilmediğinin açıklanması gerekir. Yöneltilen bütün bu eleştirilere rağmen malum hikayenin hala canlılığını sürdürüyor olması mitlerin kalıcı gücünün kanıtıdır.
Bu tür efsaneler genellikle iki şekilde ortaya çıkar ve yine iki amaçtan birine hizmet eder. Folklor, destan ve hatta şiir gibi bazıları kendiliğinden denilebilecek şekilde ortaya çıkarken; bazıları icat edilir ve genelde sahte ve uydurma olan belgelerle desteklenir. Bu tür uydurmalar bazen şaşırtıcı derecede uzun ömürlü olur. Bu uydurmaların bir kısmı bir kişiyi, meseleyi yahut eylemi müdafaa etme ve haklı çıkarma amacına hizmet eder. Diğer bir kısmı ise belirli bir düşmana saldırmayı yahut meşruiyetini yok etmeyi amaçlar. Modern bir terimle ifade edecek olursak, bu tür hikayeler ve uydurmalar propaganda olarak tanımlanabilir. Ve propagandacılar için etkileyicilik ve ikna edicilik önemlidir, gerçeklik ve doğruluk değil Bu hususta iki uydurma/efsane örneği yeterli olabilir. Uzun süre hayli etkili olan meşhur bir uydurma, ilk Hıristiyan Roma İmparatoru Konstantin tarafından Roma Piskoposu Slyvester’e verildiği iddia edilen ve Konstantin Bağışları olarak bilinen belgedir. Bu belge papanın dini otoritesinden farklı olarak Roma şehrindeki dünyevi gücünün dayanağı olarak kullanılmıştır. 4. yüzyılda yazılmış görüntüsü verilen bu belge ilk olarak 8. yüzyılda ortaya çıkmış ve ancak 15. yüzyılda sahte olduğu ispatlanmıştır. Oldukça uzun bir süre.
Siyon Liderlerinin Protokolleri olarak bilinen daha yeni bir örnek ise bu sefer savunma değil saldırı maksatlı bir sahteciliğe örnektir.12 Bu belgeler Çarlık Rusya Gizli Polisi yararına 19. yüzyıl sonlarında Fransa’da üretilmiştir. Sahteciler bu protokolleri III. Napolyon’u hedef alan bir propaganda broşüründen ve Yahudilere hiç de değinmeyen önemsiz bir 19. yüzyıl Fransız romanından uyarladılar. Bu belgeler sayesinde, Çarlık Gizli Polisi devrimci fikirleri Yahudilere, Yahudi ilhamını da devrimcilere atfederek tek taşla iki kuş vurmuş, iki düşmanını birden itibarsızlaştırmıştır. Bu sözde protokoller, Almanya’da Nazilerin ve diğer başka yerlerdeki takipçi ve taklitçilerinin propaganda faaliyetlerinde nefreti ve gerektiğinde zulmü meşrulaştırmak için yoğun şekilde kullanılmıştır. Bu protokollerin sahte olduğu tarihsel analizlerle defaatle kanıtlanmış ve hatta birçok ülkede mahkemelerce karara bağlanmış olsa da bir meseleyi ispatlamak uğruna, delillerinin orijinalitesi hususunda bir endişe gütmeksizin propagandacıların favori metni olarak kalmıştır.
Öte yandan, İskenderiye Kütüphanesinin Araplar tarafından yok edildiği efsanesi ise uydurma bir belgeyle bile desteklenmemiştir. Bu sebeple, bu efsanenin neye hizmet ettiği merak edilebilir. Sıklıkla tekrarlanan ve popüler epistemoloji okuluna da mutabık düşecek bir cevap, bu hikayeyi, saygın Halife Ömer’i kütüphane yok eden biri olarak göstererek İslamın iyi adını karalamak için düşman unsurlar tarafından uydurulmuş bir anti-İslami propaganda olarak görebilir. Fakat bu açıklama en az efsanenin kendisi kadar mantıksızdır. Zira hikayenin orijinal kaynakları, anlatısını bir Müslüman yazardan kopyalayan Suriyeli Hıristiyan Bar Habreus hariç, Müslümandır. Bu sebeple bu mitin yaratılışı değil aksine yıkılışı, 18. yüzyıldan günümüze kadar bu hikayeyi mantıksız bulup reddeden ve böylece Halife Ömer ve ilk dönem Müslümanları bu iftiradan temize çıkaran Avrupalı oryantalistlerin başarısıdır.
Peki bu mit düşmanları tarafından değil de bizzat Müslümanlar tarafından ortaya atılıp yayıldıysa, buradaki amaç ne olabilir? Paul Casanova bir yorumunda cevabı şu şekilde vermiştir. Hikayenin ilk ortaya çıkışı 13. yüzyılın başında bir gönderme ile olduğu için 12. yüzyılın sonlarında, yani Müslümanların büyük kahramanı Selahaddin’in zamanında aktüel hale gelmiş olmalıdır. Selahaddin sadece Haçlılara karşı zaferleri ile değil, Müslüman lar açısından belki de daha önemlisi, asırlarca İsmailî doktrinler ile İslam birliğini tehdit eden Kahire’deki sapkın Fatımileri ortadan kaldırmasıyla ünlüdür. Efsanenin kaynağı olan Abdüllatif Kudüs’e ziyaretine gittiği Selâhaddin’in hayranıydı. İbnü’l-Kıfti’nin babası ise yeni fethedilmiş şehirde kendisini kadı tayin eden Selahaddin’in destekçisiydi.
Selahaddin’in Kahire’de Sünniliği restore ettikten sonra ilk işi Fatımi koleksiyonları ve hazineleri dağıtmak ve halka açık müzayedelerde satmak olmuştu. Bunların arasında muhtemelen sapkın İsmailî kitaplarla dolu olan hatırı sayılı bir kütüphane de vardı. Sapkın kitapları içeriyor olsa bile bir kütüphaneyi dağıtmak medeni ve kültürlü bir toplumda kabul görmemeyi de peşinde getirebilirdi. Malum efsane ise karşı konulamaz bir gerekçe sağlamıştır. Hikayenin tamamıyla bu dönemde uydurulmuş olması mümkün değildir. Muhtemelen o dönemde bu efsaneyi kullananlar mevcut folkloru benimsediler ve uyarladılar. Bu yoruma göre, efsaneyi anlatanların mesajı Halife Ömer’in bir kütüphaneyi yok ettiği için barbar olduğu değil, aksine onun onayının bir kütüphaneyi yok etmeyi haklı gösterebileceğiydi. Böylece, birçok kez olduğu gibi yine İslamın ilk dönem kahramanları daha sonraki Müslüman propagandacılar tarafından, hiç duymadıkları ve muhtemelen göz yummayacakları eylem ve politikalara ölümlerinden sonra müsaade vermek için seferber edildi.13
Artık kesin surette diyebiliriz ki Halife Ömer ve Amr b. As’ın, hayranları ve sonradan aleyhtarları tarafından kendilerine karşı kurulan komplonun neticesi olan bu suçlamadan beraat etmelerinin zamanı gelmiştir.