İz Bırakan Kütüphaneciler
Z
İz Bırakan Kütüphaneciler
Z
https://www.zdergisi.istanbul/makale/iz-birakan-kutuphaneciler-626
İSMAİL SAİB SENCER
AHMED GÜNER SAYAR
İSTANBUL Üniversitesinde yüksek tahsile başladığımda, hemen her gün Sahaflar Çarşısına giderdim. Kitapların peşinde koşarken, kitap tiryakisi birçok kimseyi de tanıdım. Onlarla ayaküstü sohbet eder, bilgilerinden istifade ederdim. Bu tiryakilerden biriyle sohbet ederken, kitaba olan tutkusunun İsmail Saib Efendi isimli bir hafız-ı kütübden geçtiğini söyledi. İlk kez ismini duyduğum bu zat kimdi? Sohbet derinleştikçe gördüm ki, İsmail Saib Efendi, Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendinin sohbet dostlarından imiş. Bunun üzerine ben de dedemin Amiş Efendiye mülaki olduğunu söyleyince, bu kitap tiryakisi, dedemin kim olduğunu sordu. İsmini söyleyince işin rengi değişti. Şu kadar ki, bu zat dedemi de tanıyormuş. Onun anlattıklarının aydınlığında, dedemin İsmail Saib Efendiyi Bayezid Devlet Kütüphanesinde ziyaret ettiğini, vefatında Bayezid Camiinde kılınan cenaze namazına iştirak ettiğini sözlerine ilave etti. Artık İsmail Saib Efendiyi tanımak farz olmuştu.
Bu ayaküstü konuşmanın üzerinden çok geçmemişti ki rahmetli Prof. İsmet Sungurbey’in yayına hazırladığı, Ebul’ûla Mardin’in Huzur Dersleri’nin II ve III. cildi 1966 yılında yayınlanmıştı. Bu kitapta İsmail Saib Efendi üzerine etrafl ı ve doyurucu bilgiler vardı. Bu tarihten hemen sonra, çarşıda Abdülbâki Gölpınarlı’yı, müteakiben de Süheyl Ünver’i tanıdım. Onların sohbetlerinden İsmail Saib Efendiye dair dinlediklerim cidden doyurucu idi. Bilhassa yazdıkları, başka âlemden ışıklar salmaktaydı. İsmail Saib Efendi bir güneşti. Güneş batmıştı ama ona mülaki olanlardan, Gölpınarlı ve Ünver’in yanında Hasan Âli Yücel’in de yazdıklarıyla ay ışığına kavuşmuştum. Artık, İsmail Saib Efendi portresinin yüz çizgileri koyulaşıyordu.
Bir “meçhul-malum” olan İsmail Saib Efendi, bu memleketin yetiştirdiği eşi emsali olmayan bir kıymet, deha sahibi bir zeka, bulunması imkansız diyebileceğimiz benzersiz bir hafızaya sahip melâmet ehli bir kamil insandı. Bilinmemekliğine aşırı titizlik göstermesine rağmen ona yetişmiş, onunla sohbet etmiş, onun yol göstermeleriyle araştırmalarında müşküllerini halleden çok sayıda akademisyen ve müsteşrik vardır. Onun melâmet neşvesi, sahibi olduğu bin cevhere rağmen bir kabiliyetini bile söylemekten hicap duyan bu mübarek insanı Abdülbâki Gölpınarlı’dan aktaracağımız, onun şahidi olduğu şu olay anlatacaktır:
“Herhangi bir ilmî bahsi kendilerine sorana, her hususta istifade bahş malumatı verirler… not tutarsınız. Giderken sizi isminizle çağırır, ‘Bahsettiğim şeyleri yazarken lütfen benim adımı anmayın.’ [derdi]. ‘Efendim! Olur mu? Rica ederim.’ ‘Hayır. Aksi takdirde çok fena müteessir olurum, müteezzi olurum, kırılırım. Yemin edin.’ Çok defa yemin ettirirler ve ondan sonra; ‘Hadi git öyleyse!’ derlerdi.”
Yine Gölpınarlı’nın kaleminden İsmail Saib Efendiyi evvela bir insan olarak resmedelim:
“Hayatımda (…) bir büyük insana mülâki oldum ve büyük bir insanın nasıl ebediyete intikal ettiğini bu fâni gözlerimle gördüm. İsmail Saib, (…) Ali kadar mümin, Hüseyin kadar iradeli ve mütevekkil, Gazalî ve Hace Nasreddin kadar mütekellim, Fahr-i Râzî kadar müfessir, Buharî ve Kuleynî kadar muhaddis, İbni Sina kadar hakîm, Şeyh-i Ekber kadar âlim, Mevlana kadar âşık ve ârif, Hacı Bayram kadar vâkıf, Kınalızâde kadar zîfünûn zât tasavvuruna hacet yok. İsmail Saib’i tanıtanlar, bu büyük ve âlim insan kişilerin hepsini (…) İsmail Saib’de görmüşler, seyretmişler, tanımışlar, hayran ve derecelerine göre o vücuda fâni olmuşlardır.”
Süheyl Ünver’in de İsmail Saib Efendiyle kurduğu gönül bağı, kayda değer bir öneme sahiptir. Önce babası Mustafa Enver Bey ile hocası Balıkesirli Abdülaziz Mecdi [Tolun] Efendi, İsmail Saib Efendi ile birlikte Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendinin sohbet dostlarıydılar. Ayrıca Süheyl Bey, tıpkı İsmail Saib Efendi gibi tıp tahsili gördüğünden, mesleki çalışma konularında bazı bilgilerin devşirilmesinde, hususiyle Türk tıp tarihine ilişkin yazma ve basma kitapların tedarikinde, bu büyük ustanın teklifsiz yardımlarını görmüştür. Süheyl Ünver’i zikredecek olursak: “Rahmetli babamın da aziz dostu idi. Kendisinden tıp tarihimize ait çok bahisler öğrendim.”
Ünver’in İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsünde başlattığı tercüme faaliyetlerinde İsmail Saib Efendi de Arapçadan bir tıp kitabı tercüme etmişti. Diğer taraftan Süheyl Bey de sohbet ehliydi. Saib Efendi, bu genç istidadı pek severdi. Onu sohbet halkasına katmıştı. Süheyl Ünver’i dinliyoruz:
“[Şerefeddin Yaltkaya’yı] Bayezid Kütüphanesi Müdürü İsmail Saib Efendi Hoca yanında görürdük. Her iki âlimin samimi ve sırf ilmî mevzularda konuşmalarında bazen bir tarafın hâlimhane, diğer tarafın şiddetlice münakaşalarına muttali olurduk. Bundan çıkan hakikatlerden muhakkak ki faydalanılırdı. Biz de istifade ile dinlerdik.”
Süheyl Ünver’i dinlemeye devam edelim:
“O [İsmail Saib Sencer], bize neler söylemez ve neler anlatmazdı. Eğer bunlar toplansaydı, büyük bir eser olurdu. İstanbul’da hiçbir kütüphane yoktur ki muhteviyatını birer birer gözden geçirmiş olmasın. Kendisine mahsus bir hususiyeti de yalnız bahisleri bildirmekle iktifa etmeyerek, eserlerin kütüphane numaralarını ve aranan yerlerin bazen sahifelerini bile bildirmesi idi.”
Süheyl Ünver’in İsmail Saib Efendiye dair muhtelif dergilerde çıkmış yazıları bulunmaktadır. Bundan öte Saib Efendi ile sohbetlerini içeren notları bir defter ve zarfta toplanmıştır. Kütüphane dedikodularını içeren bu notların tamamı kütüphane ve kitaba dairdir. Süheyl Ünver, sohbetlerinde bulunduğu kütüphanecilerden İsmail Saib Efendi, Sabri [Kalkandelen] Bey ve sahhaf Raif [Yelkenci] Efendiden duyduklarını da 1975 yılında Kütüphane Kıyl ü Kâli başlıklı defterde bir araya getirmiştir.
İsmail Saib Efendiden hayranlıkla bahseden bir yazarımız da eski maarif bakanlarından Hasan Âli Yücel’dir.
Yücel, “Eflatun kadar ilâhi olan bu mükemmel insan”, “insanların melek olabileceğine başka misal aratmayacak derecede fazilet sahibi olan büyük hakîm İsmail Saib Efendi[yi]” çocukluk günlerinde tanımış, gençlik yılları ve sonrasında bu büyük âllame ile temasını sürdürmüş, edebi ve tasavvufi araştırmalarında karşılaştığı müşküllerin hâllinde onun yardımına ihtiyaç duymuştur. Hasan Âli Beyin yazdıkları da yolumuzu aydınlatacaktır:
“Beyaz sarığı, açık alnı, süt gibi ak sakalı ile hafız-ı kütüb rahmetli İsmail Saib Efendi, oranının [Bayezid Devlet Kütüphanesinin] şeyhi, pîri idi. Ebu Hureyre gibi kedi dostu olan bu kâmil, âlim, faziletli insan, hepimizin hocasıydı. Şark ilimleri alanında ona sorup cevap alamadığımız mesele olamazdı.”
Bu büyük insanla kurduğu gönül bağını Yücel şu sözlerle dile getirmişti: “Manevi kemâline büyük bir saygı beslediğim (…) muhterem üstad.”
Bu aziz üstad, Şark ilimlerinin müstesna âllamesi, Hasan Âli Beyin Hz. Mevlana’ya olan aşkını yerinde ve zamanında keşfetmiş olmalı ki bir vesile ile o güne değin hiç bilinmeyen Mevlana’nın elyazısını kendisine takdim etti. Büyük bir coşku ile hazretin elyazısına kavuşan Hasan Âli Beyin kaleminden duygularını paylaşalım:
“Şimdiye kadar Mevlana’nın el yazısını —basılmış, basılmamış— hiçbir yerde görmemiş ve görene de tesadüf etmemiştim. [Mevlana’nın] Rubaileri[- ni] bastıracağımı kendisine söylediğim müderris Şerefeddin [Yaltkaya] Bey, Umumi Kütüphane müdürü muhterem üstad İsmail Saib Efendinin bu hususta malumatı olduğunu bana söylediği zaman manevi kemâline büyük bir saygı beslediğim müşarünileyhe gittim. Her zamanki tevazu ile kendisinde bulunan bir kitabın içinde Mevlana’nın elyazısı olduğunu söyleyince çok sevindim. Bu sevincin kıymetini, büyük insanların büyük ruhlarına kıymet verenler kolay takdir ederler. (…) Bu kıymettar ve tarihi elyazıyı Türk irfan âlemine takdim imkânını bana verdiği için İsmail Saib Sencer Efendiye en derin minnettarlığımı burada zikretmeyi hem kendim hem bu nevi yâdigârların kıymetini bilenler için bir borç telakki ederim.”
İsmail Saib Efendinin bir kütüphaneci olarak kitaplara olan hakimiyeti akıllara durgunluk verecek boyutta idi. Bir araştırmacıya aradığı kitabı nerede bulacağını söylerken aranan kitabın hangi kütüphanede, hangi sıra numarası ile kayıtlı olduğunu söyler ya da yazma bir eserin yırtık sahifesini, sanki o sahife yırtılmamış gibi okurmuş. Bir örneği Abdülbâki Gölpınarlı, İsmail Saib Efendinin vefatının 40. yılı münasebetiyle Beyazıt Devlet Kütüphanesinde tertip edilen toplantıda anlatmıştır: “Hafızasına hayran olmamanın imkânı ve ihtimali yoktu. (...) Başımdan geçen bir vakayı anlatacağım. Kendilerine geldim. ‘Filan kitapta şöyle bir bahis gördüm, filan müellif yazmış, siz ne buyurursunuz?’ dedim. Bana cevapları şu oldu: ‘Ondan evvel falan kitapta, ondan daha evvel de filan kitapta buna dair bahis vardır. Zannedersem o kitap, Mısır’da 1250 [1834] tarihinde basılmıştır. Eğer hafızam beni aldatmıyorsa, 56. sahifenin ortalarına doğru o bahis başlar.’
Hafızası böyle idi ve hakikaten hiçbir suretle hafızasının yanıldığına şahit olan, yanıldığını bilen, yanıldığına dair bir şey nakleden birine rastlamadım.”
Süheyl Ünver, “Bu büyük üstadı maalesef aramızdan 23.3.1940 tarihinde kaçırdık” dediği İsmail Saib Efendiyi, “Âlemin istiğrakından, istiğrakının âlemine karıştı” diyerek anlatmıştı.
•
AZİZ BERKER
ALİ BİRİNCİ
MAARIF tarihimize dair Cumhuriyet devrindeki önemli eserlerden birini yazan Aziz Berker aynı zamanda küçümsenemeyecek miktarda neşriyatı olan bir tarihçimizdir. Hayatına dair yazılanların ise ikmal edilmeye muhtaç tarafları bulunmaktadır.
23 Ağustos 1899 tarihinde İstanbul’da doğan Aziz Berker’in tahsil hayatı Beşiktaş Barbaros Hayrettin Mektebinde başladı. 1914-1915 ders senesinde Darülmuallimine girdi ve 1915’te bu mektebin kısm-ı ibtidaiyesinden âlâ derece ile mezun oldu. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini de iyi derece ile bitirdi.
Aziz Beyin meslek hayatı İzmit Darülmuallimininde resim ve el işleri ile terbiye-i bedeniye muallimliğiyle başladı. İkinci vazife yeri, yine aynı derslerin muallimliği ile Bursa Darülmuallimini oldu. Bu vazifesi 31 Ağustos 1921’e kadar devam etti. Bursa’nın işgali üzerine hakkı mahfuz kalmak şartıyla, maaşı kesildi ve kaydı terkin edildi. Bu devrede Beşiktaş’taki ilk mekteplerde fahri muallim vekili olarak çalıştı. Aziz Bey İstiklal Harbini takiben İzmir’de Şehit Fethi Bey Mektebinde iki seneye yakın çalıştıktan sonra İzmir Darüleytam muallimliğine nakli yapıldı.
İzmir’den Ankara’ya, Ankara Gazi Erkek Numune Mektebi müdürlüğü vazifesiyle gelen Aziz Bey bir sene sonra terfian merkezde ilk tedrisat müfettişliğine nakledildi. Maarif Vekili Mustafa Necati’nin maarif ıslahatı esnasında Antalya Maarif Müdürlüğü vazifesi verildi. 22 Mart 1931’de Antalya Maarif Eminliği ismini alan müdürlüğe vekalet etmeye başlayan Aziz Bey, aynı zamanda vekaleten Antalya Orta Mektebi el işleri muallimliği ve aynı mektebin müdürlüğü vazifelerinde bulundu.
Antalya’daki vazifesi 1 Ocak 1933’te hitama eren Aziz Bey, Talim ve Terbiye Heyetinde muamelat müdürlüğü ile ikinci defa Ankara’ya geldi. 30 Haziran 1939 tarihli kararla Maarif Vekâleti Kütüphaneler Direktörlüğü vazifesine getirilen Aziz Berker bu vazifesinden Eylül 1964’te emekliye ayrıldı. Bu arada dairenin ismi 20 Ocak 1943’te Kütüphaneler Müdürlüğü, 1 Ocak 1946’da Kütüphaneler Dairesi Direktörlüğü ve 1 Mart 1960’ta Kütüphaneler Genel Müdürlüğü oldu. Bu vazifesinden 1964’te emekliye ayrılan Berker Türk kütüphaneciliğinde derin izler ve unutulmaz hatıralar bıraktı, ismi her zaman hürmet ve minnetle anıldı.
Aziz Berker bu asli vazifesinin yanı sıra vekaleten Ticaret Öğretim Müdürlüğü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan İlköğretmen Okulu tarih öğretmenliği, Atatürk İlköğretmen Okulu tarih öğretmenliği gibi vazifelerde bulunmuştu. Aziz Berker 30 Ocak 1968’de İstanbul’da rahmete kavuştu. Cenazesi Şişli Camiinden kaldırılarak Zincirlikuyu kabristanına defnolundu.
Aziz Berker’in ilk bakışta pek fazla dikkati çekmeyen bir yazı hayatı vardır. O bütün gayretini Türk kütüphaneciliğinin gelişmesi için teksif etmiş ve bunun dışında yazmak için fazla bir heves duymamıştır. Ancak asıl çalışma sahasına, yani kütüphaneciliğe dair yönetmelikler hazırlamıştır.
Türk Düşüncesi (1956) ve Ülkü (1943) gibi mecmualarda az sayıda yazısı basılmış ancak tarihçilik bakımından asıl neşriyatını Tarih Vesikaları mecmuasında yapmıştır. Bu mecmua için “Mora İhtilâli Tarihçesi veya Penah Efendi Mecmuası” (Ankara, 1942-1943, Sayı. 7-12) ve “Teşrifatî Naim Efendi Tarihi” (1944- Sayı. 13-15) gibi tarih metinlerini ilk defa tenkitli bir şekilde hazırlamıştır. Göze çarpan yazılarından biri de “Maarif Vekâleti Kütüphaneler Umum Müdürlüğünün program ve personel ihtiyaçlarına üniversitelerdeki kütüphanecilik eğitimi nasıl hizmet edebilir” başlığını taşımaktadır.
Aziz Berker’in bahse mevzu teşkil eden eseri ise Türkiye’de İlk Öğretim I. 1839-1908 (Ankara, 1954, 168 s. Millî Eğitim Basımevi) ismini taşımaktadır. Kitap Türkiye’de maarif tarihinin yazdırılması faaliyetinin bir neticesi olarak hazırlanıp basılmıştır. Kitap bir bakıma maarif tarihine dair kitapların girişi gibidir ve ilköğretime tahsis edilmişti. Ne yazık ki 1908 senesine kadar olan safhayı tedkik eden kitabın ikinci cildi yazılmamış veya çok zayıf bir ihtimale göre yazılmışsa da basılamadan kalmıştır.
Kitabın bibliyografyası Başbakanlık ve Millî Eğitim Bakanlığı arşivlerine, Devlet ve Maarif salnameleri, Takvim-i Vekâyi ile diğer resmî neşriyata ve bazı kaynaklara dayanmaktadır. Ancak bilhassa mektep hatıralarını ihtiva eden kitap ve tefrikalara müracaat bakımından kitabın bir zaaf içinde olduğuna da bu meyanda işaret edilmesi gerekmektedir.
Aziz Berker’in kitabı ilk öğretim meselesine ve tarihine bilhassa mevzuat bakımından yaklaşmakta ve her bahisle alakalı kanun, nizamname ve resmî tahriratın metinlerini vermektedir. Bu bir bakıma kitabın hem en değerli tarafını ve hem de en büyük zaafını teşkil etmektedir. Ancak kitap ilköğretim hakkında halen ilk, tek ve en kıymetli bilgi kaynağı olma vasfını korumaktadır.
Kütüphanecilik alanının ilk mühim isimlerinden Aziz Berker, bu kitabıyla aynı zamanda Türk maarif tarihinin de ilk araştırıcılarından biri olmuştur. Hem kütüphanecilik çalışmaları hem de bu eseriyle ismi daima yaşayacak ve hatırlanacaktır.
•
MUHARREM DOĞDU MERCANLIGİL
İSMAİL ÇAKMAK
ÜLKEMIZDE kütüphanecilik mesleğinin öncülerinden biri Muharrem Doğdu Mercanlıgil’dir. 1920’de Gerede’de dünyaya gelen Mercanlıgil ilk ve orta öğreniminin ardından İstanbul Erkek Öğretmen Lisesini bitirmiştir. Okulun taşınmasından sonra edebiyat öğretmeninin gözetiminde iki yıl çalışarak İstanbul Üniversitesinin tasnif usullerine göre buranın kütüphanesinin düzenlenmesine yardımcı olmuştur. 2. Dünya Savaşının çıkması üzerine askere alınmış, bu vazifesi yaklaşık üç yıl sürmüştür. 1944’te Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü bitiren Mercanlıgil, Ankara ve Bitlis’te öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Millî Kütüphanenin kuruluşunda katkıları oldu (1948) ve sonrasında burada çalışmaya başladı. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki kütüphanecilik kurslarına devam etti. Bir ara Paris’te kütüphanecilik ve dil eğitimi aldı (1951-1952). Dönüşünde Millî Kütüphanedeki görevine devam etti. Bu yoğun temposuna rağmen toplam 433 adet künye tespit ettiği Atatürk ve Devrim Kitapları Kataloğu’nu yayımladı (1953). Aynı yıl Sami N. Özerdim ile “Fethin 500. Yıldönümü Münasebetiyle Çıkan Eserler” adlı çalışmayı hazırladı. Birkaç yıl sonra Yeni Yayınlar adlı aylık bir bibliyografya dergisi çıkarmaya başladı (1956).
1955’te bibliyografya uzmanlığına tayin edildikten sonra aynı kütüphanede Eski Harfli Türkçe Eserler Bölümünde şef olarak çalışmaya başladı (1953- 1958). Enver Koray’ın Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası’na ek olarak Eski Harflerle Basılmış Türkçe Tarih Kitapları’nı hazırladı (1959). 1960’ta Ebced Hesabı kitabını yayımladı. İlk yazısı 1937’de Ateş dergisinde çıkan Mercanlıgil’in ulusal ve yerel basında pek çok yazısı çıktı. Yeni Yayınlar’da çıkan kitap ve kütüphanelere dair yazılarını Kitaplar/ Kütüphaneler’de bir araya getirdi (1963). Ayrıca iki ciltlik Millî Kütüphanede Mevcut Arap Harfli Türkçe Kitapların Muvakkat Kataloğu’nun hazırlanmasında büyük emeği geçti.
Çocuklarından Fahriye Mercanlıgil Gündoğdu da babasının izinden giderek kütüphanecilikle ilgili bazı çalışmalar yapmıştır.
Verimli bir hayat geçiren Muharrem Doğdu Mercanlıgil 1971’de Ankara’da vefat etmiş ve Gerede’ye defnedilmiştir.
•
ADNAN CAHİT ÖTÜKEN
SELÇUK AYDIN
TÜRK kütüphaneciliğinin öncülerinden olan Adnan Cahit Ötüken 1911’de Manastır’da doğdu. Babası Doktor Binbaşı Ali Naşit Bey, annesi Lütfiye Hanımdır. Dünya Savaşında Kafkasya cephesinde görevli olan babasının şehit düşmesi üzerine henüz yedi yaşındayken yetim kaldı. İlk öğrenimine Kadıköy Osmangazi Numune Mektebinde başlayan Ötüken, daha sonra Kadıköy Orta Mektebi ve İstanbul Lisesini bitirerek yüksek öğrenim hayatı için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kayıt oldu. Burada Türkoloji ve Fransızca Bölümlerinde eğitim aldı. 1935’te Türk atasözleri üzerine bitirme teziyle üniversiteden mezun oldu. Üniversite yıllarında oldukça aktif bir öğrencilik hayatı geçiren Adnan Ötüken bu sürede Millî Türk Talebe Birliğinde yönetim kurulu üyeliği, Edebiyat Fakültesi Talebe Derneğinde başkanlık gibi çeşitli görevler üstlenmiştir.
Ötüken İstanbul kütüphanelerindeki yazma eserlerin kataloglarını hazırlamak üzere 2 Mart 1935’te Maarif Vekaleti tarafından oluşturulan Kütüphaneler Tasnif Komisyonu maiyetinde çalışmak üzere seçilen öğrenciler arasında yer aldı. Önce Prof. Hellmut Ritter’in, sonrasında da Muallim M. Cevdet İnançalp’in başkanlığında çalışan komisyonda 9 ay süreyle katiplik yaptı. Hem mezuniyet tezini hazırlama sürecinde hem de komisyonun yaptığı çalışmalar sırasında İstanbul kütüphanelerini ve sorunlarını yakından görme ve inceleme fırsatını bulmuştur.
Prof. Ritter tarafından hazırlanan “İstanbul Kütüphanelerinin Islahı İçin Umumi Plân” adlı rapor, bu komisyon çalışmaları sırasında Adnan Ötüken tarafından kaleme alınmıştır. Ötüken’in “Kütüphanecilik tarihimizin hiç şüphesiz mühim vesikalarından biridir” diyerek dikkat çektiği bu raporun ardından Ritter’in “Almanya’ya kütüphanecilik tahsili için talebe gönderilmesi” konusundaki ısrarlı tavsiyesi üzerine Maarif Vekaleti tarafından Adnan Ötüken’in de dahil olduğu üç Edebiyat Fakültesi öğrencisi Almanya’ya gönderilmiştir. Almanya’daki kütüphaneler ve kütüphanecilik uygulamaları hakkında deneyim sahibi olmak ve mesleki eğitim almak üzere Berlin Devlet Kütüphanesinde eğitimlere katılan Ötüken, daha sonra Berlin ve Leipzig Üniversitelerinin kütüphanelerindeki staj programlarını başarıyla tamamlayarak 1939’da Türkiye’ye dönmüştür.
Asistan kadrosuyla İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümüne atanan Adnan Ötüken, kısa bir süre sonra askere gitmiş, yedek subay olarak görev yaptığı bu sürede kütüphanecilik üzerine aldığı eğitimlerin bir çıktısı olarak Bibliyotek Bilgisi ve Bibliyografi adlı ilk kitabını yayınlamıştır.
Terhis olduktan sonra, 1 Ekim 1941’de Maarif Vekaleti Neşriyat Müdürü olarak görevlendirilen Ötüken, bu görevde bulunduğu altı yılda kültür tarihimiz için önemli kaynak eserlerin yayınlanmasını sağlamıştır. “Dünya Edebiyatından Tercümeler Serisi”, İslâm Ansiklopedisi ve kütüphanecilikle ilgili maddelerini yazdığı İnönü Ansiklopedisi (daha sonra Türk Ansiklopedisi) bu dönem yayınlanmış temel kaynaklardandır.
Adnan Ötüken neşriyat müdürlüğünü sürdürürken diğer taraftan da büyük hayallerinden biri olan kütüphanecilik kurslarının düzenlenmesi için girişimlerde bulunmuştur. İlki Fehmi Edhem Karatay tarafından açılan ve 15 Eylül 1925’te başlayıp 1926 yılının mayısında sona eren kursların ikincisi Yüksek Ziraat Enstitüsü Kütüphane Müdürü Dr. Josef Stummvoll tarafından yapılmıştı.
1936’da açılan kurs ise Ankara kütüphanelerinde çalışanlara yönelik olarak gerçekleştirilmiş ve üç ay sürdü. Adnan Ötüken’in Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekan Vekili Mehmet Emin Erişgil ile yaptığı görüşmeler sonrasında 28 Kasım 1941 tarihli yazıyla üniversitede kütüphanecilik eğitimlerinin temeli atıldı. Mart 1942’de başlatılan kurslar yılda iki yarıyıl olarak planlanmış ve iki grup halinde 1952’ye kadar devam ettirilmiştir.
21 Aralık 1946 tarihinde Neşriyat Müdürlüğü görevinden ayrılan Adnan Ötüken Millî Kütüphane Hazırlık Bürosu Şefliğine getirildi. Bürodaki rafa yerleştirilen temsili iki kitap ile toplanmaya başlanan koleksiyon kısa zamanda 60 bin yayına ulaştı. Adnan Ötüken imkanları kısıtlı olan büronun masraflarını karşılamak amacıyla 21 Şubat 1947’de Millî Kütüphaneye Yardım Derneği’ni kurdu. 6 Ağustos 1948’de bugün kendi adıyla anılan ve İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılan binada hizmete başlayan Millî Kütüphane 23 Mart 1950’de yürürlüğe giren “5632 sayılı Millî Kütüphanenin Kuruluşu Hakkında Kanun” ile Maarif Vekaletine bağlı bir müdürlük olarak tüzel kişilik kazandı. Ülke kütüphaneciliğimizin lokomotiflerinden biri olan Millî Kütüphane, kurucusu ve ülkemizin öncü kütüphanecilerinden Adnan Ötüken’in deyimiyle “ülkemiz kütüphaneciliğinin kalkınması davasında alemdar vazifesi ifa etmekte ve bu bakımdan haklı bir gurur ve iftihar duymaktadır”.
1952’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, kütüphanecilik kursunun Adnan Ötüken’in yönetiminde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü müfredatı içinde seçmeli ders olarak verilmesini kararlaştırmıştır. İki yıl bu şekilde devam eden eğitimler, 1954-1955 eğitim-öğretim yılından itibaren Kütüphanecilik Enstitüsünün bir faaliyeti olarak yapılmıştır. Enstitünün kurucusu ve ilk öğretim görevlisi olan Adnan Ötüken Türk kütüphaneciliği için dönüm noktası sayılan bu olayla aynı zamanda büyük bir hayalini de gerçekleştirmiş oluyordu.
1965’te ilk Kültür Müsteşarı oldu. Müsteşarlığı sırasında Millî Kütüphaneyi müdürlükten genel müdürlüğe dönüştürdü.
Ötüken, çalışma hayatının başlangıcında bir süre liselerde Edebiyat ve Almanca öğretmenliği yapmış, ilerleyen yıllarda Millî Kütüphane Müdürlüğü, Yüksek Öğrenim Genel Müdürlüğü VeT Z 365 5 killiği, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Vekilliği gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1964’de İstanbul Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünün lisans düzeyinde eğitim öğretime başlaması için çalışmalar yapmıştır. 1949’da kurulmasına öncülük ettiği Türk Kütüphaneciler Derneğinin 1950-1951 yıllarında başkanlığını da yürütmüş, dernek tarafından çıkarılan bültenin yayım müdürlüğünü yapmıştır.
Adnan Ötüken 1971’de emekli olarak İstanbul’a yerleşmiş, kalp krizi sebebiyle 2 Mart 1972’de vefat etmiştir. 4 Mart 1972’de Kadıköy Osman Ağa Camiinde kılınan cenaze namazı sonrası Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir. Sahada, akademide ve bürokraside yaptığı hizmetlerle Türk kütüphaneciliğinde yeni bir devir başlatan Adnan Ötüken, kütüphaneciliğin ülkemizde kurumsallaşması ve saygın bir meslek olması için yoğun mesai harcamıştır.
•
M. SEYFETTİN ÖZEGE
ALİ UTKU
OSMANLI matbuatı alanında bıraktığı eserlerden tanıdığımız Mehmet Seyfettin Özege, 7 Şubat 1901’de İstanbul’da doğdu. Hukuk Fakültesinden mezun olduğu yıl bankada memur olarak göreve başladı ve 1950’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Özege gerçek bibliyofil ve bibliyoman olarak bütün imkanını, gelirini, evini, yegane merakı kitaplara tahsis etti. 27 Nisan 1981’de İstanbul’da vefat eden Özege, Merkezefendi Kozlu Mezarlığına defnedilmiştir.
Seyfettin Bey hayatı boyunca hakkında Bir Bibliyografımız: Nurullah Pertevoğlu (İstanbul, 1957) başlıklı bir risale kaleme aldığı, üstadı Nurullah Pertevoğlu’nun iki büyük hayalini gerçekleştirmeyi hedefledi: birincisi eski harflerle basılmış kitaplardan oluşan zengin bir koleksiyon oluşturmak, ikincisi bu alanda eksikliği hissedilen kapsamlı bir bibliyografya yayınlamak.
Kütüphanesini bir katalogunu yayınlamak şartıyla 1961’de Atatürk Üniversitesine bağışladı. “Seyfettin Özege Koleksiyonu” 1728-1928 yılları arasında, yani İbrahim Müteferrika matbaasının açılışından Latin harflerinin kabulüne kadar geçen süre içinde, eski harflerle basılmış Türkçe kitapların yaklaşık %90’ını içermektedir ve bugün, Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesinin ikinci katındaki Seyfettin Özege Nadir Eserler Salonunda hizmetini sürdürmektedir.
Koleksiyonda yazma eser değeri taşıyan, kaybolduğunda yerine yenisi konulamayacak çok nadir, hatta dünya kütüphanelerinde bulunmayan tek nüsha ya da nüshası azalmış kitaplar ve üstelik birden fazla baskısı bulunan kitapların farklı basımları mevcuttur. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışında kalan Kazan, Bombay, Kalküta, Bakü, Kabil gibi kültür merkezleri ile Paris, Genève, Berlin, Londra, Budapeşte, Roma ve Viyana gibi Avrupa şehirlerinde basılmış eserler de bu zengin koleksiyonda yer almaktadır. Evliya Çelebinin Seyahatname’si veya Devlet-i Aliyye-i Osmaniye Tarihi gibi çok ciltli kitaplar, şarkı sözleri, destan, şiir, kanunname, nizamname, talimatname, tebligat, karne niteliğindeki bir veya birkaç yapraklık eserler, ilahiyat, felsefe, edebiyat, tarih, iktisat, coğrafya, kimya gibi farklı disiplinlere ait eserler, dönemin eğitim kurumlarının farklı sınıflar ve dersler için hazırladığı ders kitapları, hatırat, mükafat dağıtma cetvelleri, haritalar, el ilanları, prospektüsler, hatta takvimler gibi pek çok basılı materyal Özege koleksiyonundadır. Bunlara bir de süreli yayınları eklemek gerekir. Türkiye’de eski harflerle basılmış dergi ve gazete sayısı 2500 civarındadır. İlk gazete Takvim-i Vekâyi’den başlayarak Özege koleksiyonunda bu süreli yayınlardan 1500’ü, yani yarısından fazlası mevcuttur. Koleksiyonda yer alan eserlerin sayısı, 28 Nisan 1961 tarihli mektubunda Seyfettin Bey tarafından “15- 16 bin civarında” tespit edilmişse de 1989’da yayınlanan son cildin ortaya koyduğu üzere bu rakamın iki katıdır. Bugün bu sayı 70 bine ulaşmıştır.
Atatürk Üniversitesine bağışladığı koleksiyon Seyfettin Özege’nin gerçekleşen ilk hayalidir. İkincisi ve daha büyüğü ise, eski harflerle basılmış ilk Türkçe eserden (1612’de Leipzig’de basılan Türkçe Gramer) Latin harflerinin kabul edildiği 1928 sonuna kadar Türkiye’de ve yurtdışında basılmış Türkçe eserlerin ve ayrıca dünyadaki diğer Türk toplulukların (Irak Türkleri ve diğerleri gibi) yayınladıkları eserlerin bibliyografik bilgilerini içeren Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu’dur. “Önsöz Yerine Bazı Açıklamalar” başlığı altında verdiği bilgiye bakılırsa katalog, birincisi alfabetik sıra ile kitap ismi ve künyelerinin yer alacağı bibliyografya bölümü, ikincisi yazarlar ve mütercimlere ayrılan indeks ve biyografiler bölümü olmak üzere iki bölüm olarak planlanmıştır. 1971’de aylık fasiküller halinde yayımlamaya başlanan eser 1982’de tamamlanmıştır. Seyfettin Bey çalışmalarında yürürlükteki bibliyografya metot ve kurallarına bağlanmak yerine, alanın kendine özgü yapısından kaynaklanan bir yaklaşım geliştirmiş, araştırmacılar için üst düzeyde yarar ilkesini her şeyin önünde tutmuştur. Bunun en önemli göstergelerinden biri kataloğun eser adına göre hazırlanmasıdır.
Kataloğun en önemli özelliği eserde yer alan kitapların ve süreli yayınların künyelerinin yazar tarafından bizzat görülerek kaydedilmiş olmasıdır. Bizzat görüp inceleyemediği kitapları, tereddüt ettiği künye kayıtlarını kataloğuna almamıştır. Böylece başka bir kaynaktan alınan bilgilerdeki muhtemel yanlışlık ve eksiklikleri tekrarlamaktan sakınmıştır. Bu yüzden 30 yıllık çabasına rağmen göremediği yayınların bulunması kaçınılmazdır. Kendisi de eserin önsözünde bu eksikliği kabul etmektedir. Ayrıca son yıllarında bu eksikliğin 2-3 bini aşmayacağını tahmin ettiğinide yakınlarına beyan etmiştir. Nitekim akademik çalışmalardan müzayede kataloglarına her alanda esas alınan klasik başvuru kaynağı durumundaki katalogda yer almayan bir eserin tespit edilmesinin günümüzde övünç meselesi halini alması da çalışmanın kapsam genişliğinin bir göstergesidir.
Vefatının 40. yıldönümü yaklaşırken Seyfettin Özege’nin geride bıraktığı miras, her geçen gün bir kat daha değer kazanmakta ve kültür dünyamızın üstada vefa borcu daima artmaktadır.
•
MUZAFFER GÖKMAN
KÂMIL BÜYÜKER
İSTANBUL’DA 1915 yılında dünyaya gelen Muzaffer Gökman, çalışma hayatına öğretmenlikle başlamış ardından sırasıyla Süleymaniye, Murat Molla, Köprülü kütüphanelerinde memur, başmemur ve müdür olarak vazife yapmıştır. 1946 yılında Beyazıt Umumi Kütüphanesine müdür vekili olarak atanmış daha sonra vazifesi asalete çevrilmiştir. Bu arada memuriyeti sırasında İstanbul Erkek Lisesini dışarıdan bitirmiş, ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun olmuştur. Mesleki incelemelerde bulunmak üzere Roma, Paris, Londra, Almanya kütüphanelerine gönderilmiştir (1957). Amerika hükümeti tarafından Amerika’ya çağrılır ve burada 4 ay kalır.
30 yılı aşkın bir süre müdürlüğünü yürüttüğü Beyazıt Devlet Kütüphanesinden kendi isteği ile 1977 yılında emekliye ayrılmıştır. 1882 senesinde çok mütevazı şartlar içinde kurulmuş olan Beyazıt Umumi Kütüphanesi, Muzaffer Gökman’ın uğraşları ve çabası sonucunda Beyazıt imaretiyle, tesisleriyle, teşkilatıyla ve dönemin ileri kütüphanecilik tekniğiyle her bakımdan mükemmel hale getirilmiştir.
Beyazıt Kütüphanesinin hacmi Gökman’ın idareciliği döneminde 1950 yılında 40 bin kitabı geçmiş ve “Kütüphane kapısından giren kitap, en çok 15 gün içinde ciltlenir, fişlenir ve okuyucuya verilir.” düsturuyla önemli bir yol almış, yılda ortalama 15 bin kitap ciltleyen kütüphane haline gelmiştir.
Beyazıt Kütüphanesinde pek çok ilkleri gerçekleştiren Gökman’ın bir diğer başarılı çalışması Beyazıt Çocuk Kütüphanesidir. Yapılan bu işe bir takdir ifadesi ABD Kütüphane Müşaviri Dr. Lawrence S. Thompson’dan gelmiş ve şöyle demiştir: “Türkiye hakkında en tatlı hatıram, çocuk kütüphaneleri için hepinizin beslediği şevk olacaktır. Döndüğüm zaman Amerikan muhitlerindeki dostlarıma Muzaffer Gökman’ın Beyazıt’taki çocuklara mahsus salonu tertip etmekteki maharetini hikâye edeceğim.” Aynı isim “Türkiye’de Kütüphaneleri Geliştirme Programı” kapsamında hem umumi kütüphanelerin hem çocuk kütüphanelerinin hem de halk kütüphanelerinin kurulması ve yaygınlaştırılmasını teklif etmiştir.
Beyazıt Umumi Kütüphanesinin 1956 yılı Nisan ayında açılması arifesinde Muzaffer Gökman tarafından neşredilen kitapçık onun görev yaptığı 10 yıllık süre zarfında kütüphanenin fiziki ve teknik anlamda ne kadar ileriye taşındığını göstermesi bakımından manidardır.
Muzaffer Gökman görev yaptığı süre boyunca İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Amerika’daki kütüphaneleri dolaşmış ve gözlemlerini aktarmıştır. Amerika’da geçen 4 aylık süre zarfında (2 Kasım 1958-10 Mart 1959) görüp yaşadıklarını Amerika Notları ve Amerika’da Kütüphane Sevgisi başlığı ile kaleme alır. Bu süre zarfında The Louisville Times, Teche News, The Lexington Leader, The Stanford Daily gazetelerinde röportajları yayınlanır. Amerikan toplumunun köyden kasabaya ve şehre kadar kütüphane mefhumunu içselleştirdiğini gören Gökman bunu röportajlarında da dile getirmiştir. Şunları söyler: “Amerika’da kütüphanecilik uzun yılları ardında bırakarak kitap alıp vermeden ayrılmış okuldan daha ileri halk eğitimine eğilmiştir.”
Evvela kütüphaneciliğin sürekliliği için kadrosuna önem vermiş ve personelin yetişmiş, işini seven insanlardan olması için mücadele etmiştir. I. Millî Kültür Şurası’na (23-27 Ekim 1982, Ankara) katkı olarak sunduğu tebliğde “Kütüphaneyi kütüphane yapan personeldir” der ve şunları ekler: “Kütüphane ve müzenin değer ölçüleri, yetişmiş, mesleğine gönül vermiş, bir an önce başka yere, işe atlamayı planlamamış ve düşünmeyen, göçmen kuşlardan arınmış kütüphaneci ve müzecilerin katkısıyla oluşur ve yücelir.”
Kütüphaneciliğin ciddi bir meslek olarak kabul edilmesi ve o yönde çabaların artırılması gerektiğini ifade eden Gökman, ilk programlı “Kütüphanecilik Öğretimi”ne Paris’te aldığı kütüphanecilik eğitimi ve Fehmi Karatay’la başladığını ifade eder. Karatay, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi müdürüdür. Yine Maarif Vekâleti Kütüphaneler müdürü Aziz Berker’in çabalarını da zikreder. Adnan Ötüken’in Millî Kütüphaneyi kurmak için gösterdiği çabaların yanısıra üniversitelere açılan kütüphanecilik programları, Halkevlerinde kütüphanecilik kursları, kütüphanecilik dernekleri hep bu büyük çabanın devamı olmuştur.
Bu ısrarını kütüphanecilik literatüründe de gösteren Gökman, hazırladığı Türk Kütüphaneciliğinin Bibliyografyası’nda9 eski vakıf kütüphanelerinin her birinin başlı başına bir yönetmelik olan vakfiyeleri dışında, memleketimize modern kütüphaneciliğin yeni bir ilim dalı olarak biraz geç girmesinin literatürün de geç doğmasına neden olduğunu ifade etmiştir.
Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğünün kurulduğu 1934 yılında memur olarak çalışan Gökman, kurumun müdürü Selim Nüzhet Gerçek’in kanun uyarınca derlenen beş kitaptan birini ileride Ankara’da kurulacak millî kütüphane için ciltlettiğini ve ciltten gelen kitapları tek tek muayene ettiğini söyleyerek, “Müdürün işi mi?” diye düşünürdüm çok kez, “Yıllar geçtikçe onu daha iyi anlamaya başladım.” der.
Gökman, geride büyük bir çaba ve özveri ile modern bir hüviyete büründürdüğü Beyazıt Devlet Kütüphanesinin yanısıra ciddiye alınan bir meslek olarak kütüphaneciliği de bıraktı. Özellikle çalıştığı alanla ilgili 30’un üzerinde kitap kaleme aldı. Gazete ve dergilerde başta kütüphanecilik üzerine olmak üzere yüzlerce yazı yazdı. M. Taşköprülü takma adını kullandı. Gökman yaşadıklarını ve tecrübelerini 1977 yılında emekliliğinin ardından Kitaplar Arasında 44 Yıl kitabında anlatmıştır.
Remzi Kırık, Gökman’a “Hocam, tekrar dünyaya gelmiş olsanız hangi mesleği seçerdiniz?” diye sormuş, Gökman gözleri dolarak cevap vermiştir: “Hiç düşünmeden kütüphaneciliği derim. Yeter ki o zamana kadar memleketimizde kütüphaneciliğin tanımı yapılmış, dershane-kütüphane ayrılmış, canlı kütüphane-müze kütüphane ayrımı, hele hele ortaokuldan sonra üç sınıflı, canlı bir kütüphaneden yararlanan ‘Kütüphanecilik Meslek Okulu’ kurulmuş olsun.”
Kütüphaneciliğe mesai mefhumu gözetmeksizin yaklaşan ve “damarlarımda dolaşan kütüphaneciliktir” diyecek kadar işine âşık olan Gökman, 14 Aralık 1996 tarihinde vefat etmiştir.
•
FATMA MÜJGÂN CUMBUR
İNCİ ENGİNÜN
İSTANBUL Fatih’te (1926) doğdu. Babası İbrahim Salih, annesi Seniye Hanımdır. İstanbul’daki kısa süre dışında öğrenimini Ankara’da yaptı, Ankara Kız Lisesi’ni (1944), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü (1948) bitirdi. Doktorasını eski edebiyat dalında (Gülşehrî ve Mantıku’t-Tayr’ı) tamamladıktan sonra (1952) yazma eserlere karşı duyduğu ilgi onu kütüphaneciliğe yöneltti. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesindeki yazma eserleri tasnif etti, ardından Millî Kütüphaneye tayin edildi (1954). Millî Kütüphanenin kurucusu Adnan Ötüken’in yurt dışında bulunduğu 1959-1960 yıllarında müdür vekilliği yaptı. Adnan Ötüken’in Millî Kütüphaneden ayrılması üzerine kütüphane müdürlüğüne getirildi ve emekliye ayrılıncaya kadar (1986) görev adlarında yapılan değişikliklerle ve zaman zaman ayrılıp yeniden dönerek Millî Kütüphanede çalıştı. Kütüphaneye yeni bina yerinin seçilmesi, binanın yapılması ve kütüphanenin taşınmasında (1965-1983), kitap sayısının artırılmasında büyük gayret sarfetti. Kütüphanenin sadece kitapların bulunduğu bir mekân olmanın ötesinde çeşitli bilimsel toplantı, konferanslar, konser ve sergilerle canlı bir kültür merkezi haline gelmesinde çaba harcadı. Kültür Bakanlığı müşavirliği yıllarında Türkiye kütüphanelerindeki yazma eserlerin kataloglarının hazırlanmasıyla uğraştı. Anadolu kütüphanelerinde çalıştı. 1980’de yeniden Millî Kütüphane başkanlığına tayin edildi. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde 1960-1982 yılları arasında yazma eserler, kataloglama ve paleografya derslerini okuttu. Yazılarında Müjde Nasiboğlu, Salim Şehidoğlu takma adlarını da kullanan Müjgân Cunbur 25 Eylül 2013 tarihinde Ankara’da öldü.
Kadın hakları ve folklor araştırma dernekleriyle Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü üyesi olan Müjgân Cunbur, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Yönetim Kurulu’nda görev yapmış (1975-1978), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih-Yüksek Kurumu’na bağlı Atatürk Kültür Merkezi’nde aslî üye olmuş, bu kurumun çeşitli kollarında faaliyet göstermiştir (1984-2001). Kurum tarafından yayınlanan Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi’nde alt grup başkanı olarak çalışmıştır. 1948 yılından itibaren Kırşehir Gazetesi, Erdem, Bilge, Belleten, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Türk Folklor Araştırmaları, Hisar, Ka-De-Fe, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Millî Işık, Önasya, Selâmet, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Türk Kadını, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Vakıflar Dergisi gibi yayın organlarında pek çok yazı yazmış, mahallî yazarların eserlerinin tanıtılmasına da hizmet etmiştir. Çevresindeki gençleri yazmaya teşvik etmesi, yazdıklarının basılmasına ön ayak olması da onun önemli hizmetleri arasındadır. Yurt içinde ve yurt dışında pek çok toplantıya katılmıştır.
Türk kültürü alanında çalışan yerli ve yabancı pek çok bilim adamının saygısını kazanan Müjgân Cunbur’a çeşitli ödüller verilmiştir. Türk Folkloruna Üstün Hizmet Belgesi, Türkiye Millî Kültür Vakfı Türk Kültürüne Üstün Hizmet armağanı (1986), İLESAM’ın Türk Kültürüne Üstün Hizmet ödülü, Türk Folklor Araştırmaları Kurumu İhsan Hınçer Türk Folkloruna Hizmet ödülü, Türk Kütüphaneciler Derneği Üstün Hizmet ödülü (1995) bunlardandır. Hakkında üniversitelerde hazırlanmış mezuniyet tezleri bulunmaktadır. Sadece işin tekniğiyle ilgilenen bir kütüphaneci değil bir öğretmen-kütüphaneci olan Cunbur kendisinden önce gelenlerden aldıklarını geliştirerek kendisinden sonrakilere devretmiştir. Ölümü üzerine yazılan yazılarda onun insana verdiği değer üzerinde özellikle durulmuştur.
•
MEHMED SERHAN TAYŞİ
ÖMER FARUK DELİKTAŞ
İZMIR Bayındırlı bir ulema ailesinin evladı olarak 1942’de Adana’da dünyaya gelmiştir. İzmir Atatürk Lisesinden mezun olunca bir yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tahsil görmüş, sonrasında aynı üniversitenin tarih bölümüne geçiş yapmıştır. Sadi Irmak, Cavit Baysun, Şehabeddin Tekindağ, Zeki Velidi Togan, Ali Nihad Tarlan gibi ünlü hocalardan dersler alarak 1969’da üniversiteden mezun olmuştur. Bu arada Ali Alparslan’dan hat meşk etmiş, rik’a icazeti almıştır. Mezuniyetinin ardından 1970’te Nail Bayraktar’ın yanında Millet Kütüphanesinde memuriyete başlamıştır. 1983’te Millet Kütüphanesinin müdürlüğü kendisine tevdi edilmiş ve toplam 31 sene ve 10 aylık süren vazifesinin son 18 yılını kütüphane müdürü olarak geçirmiştir.
Ali Emîrî’nin İzinde adlı hatırat kitabında anlattığına göre Millet Kütüphanesindeki 20 bine yakın kitabın SEKA’ya gönderilmesi için baskı görmüş ancak bir şekilde bu kitapların Sakarya Üniversitesine gönderilmesini sağlamıştır. Kütüphanenin en mühim eseri olan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün korunması için büyük çaba sarfetmiş olduğunu da hatıralarından okumaktayız.
İstanbul’daki kültür mahfillerinin seçkin isimlerini kütüphaneye davet ederek seminerler verilmesini sağlamıştır. Kütüphanenin banisi Ali Emirî Efendi için vefat yıl dönümü olan 23 Ocak’ta ihtifaller düzenlemiş, kabri başında dualar edilmesine vesile olmuştur. Bu ihtifallere sağlıklarında Süheyl Ünver ve Sadi Irmak’ın da muntazam bir şekilde katılmış olduğunu biliyoruz.
Kütüphanecilik yanında talebe yetiştiren Mehmed Serhan Tayşi, hayatının son 3 yılında yanında bulunmak bahtiyarlığına ermiş biri olarak Millet Kütüphanesindeki vazifesini, orada tanıştığı güzel insanları her daim hayırla, güzellikle yad ettiğine şahidim.
Hayatının son yıllarına doğru gözlerinin az görmesi kendilerindeki kitap okuma aşkını asla söndürmemiştir. Haftada birkaç defa evlerine gider ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan sabahtan akşamın geç saatlerine kadar kitap okurdum. Sonrasında da okuduğum kitaplar üzerinde mütalaa ederdik. Çeşitli kitapları her sene hatmederdi. Mesela Birgivî’nin Vasiyetname adlı eserini her sene okur, okuturdu. Niyâzî-i Mısrî’nin Divan’ı da yine yıllardır okuttuğu eserler arasındaydı.
Mesnevi’yi, İbn Arabî ve Melâmi pirlerinden Muhammed Nuru’l-Arabî’nin eserlerini pek çok kez okuma halkalarıyla hatmetmişlerdir.
Bir ara Şehabettin Tekindağ’ın teşvikiyle onun yanında doktoraya başlayan Tayşi, çalışma konusu olarak belirlediği Halvetiliğe dair 8 sene derinlikli okumalar yapmasına, bir bavul fiş ve not çıkartmasına rağmen bir türlü tezini yazamaz. Sonrasında Bekir Kütükoğlu ile çalışmaya devam etse de hem iş hem de tez yazmanın zorluklarından dolayı akademiyi bırakmak durumunda kalmıştır.
Birçok makale ve kitap yayınlayan Mehmed Serhan Tayşi’nin eserlerinden bazıları şunlardır: Zakir Şükri Efendinin Mecmua-ı Tekâyâ’sı, Cemâleddin Hulvî’nin Lemazât-ı Hulviye’si, Şeyh Bedreddin’in Varidat’ı, Yahya Agâh Efendinin Mecmu’atü’z-Zara’if Sandukatü’l-Ma’arif’i (Osmanlılarda Tarikat Kültürü ve Sembolleri).
Tayşi, ömrünü kütüphanelere, kitaplara vakfettiği gibi hayatı boyunca biriktirdiği kıymetli 5 bin eseri de ilmî araştırmalar yapan bir vakfın kütüphanesine bağışlamıştır. Böylece yapılan nice çalışmalara kitaplarıyla katkı vermeye devam etmektedir.
•
MUAMMER ÜLKER
NESLİHAN ER KOÇOĞLU
YUSUF Muammer Ülker, 1931 yılının Ekim ayında Amasya’da dünyaya gelmiştir. İlk, orta ve lise öğretimini Amasya, Sivas ve Samsun’da tamamlayan Ülker, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Şark Dilleri ve Edebiyatları Bölümünde lisans eğitimi almıştır. Ayrıca Amasya ulemasından şair Ahmet Emri Yetkin’den eski Türk edebiyatıyla Farsça ve Arapça öğrenmiştir. Bu dillere ek olarak İngilizce de bilmektedir.
Ülker’in babası Fatih Medresesi müderrislerinden olup medreseler kapandıktan sonra Amasya Bayezit İl Halk Kütüphanesinde hafız-ı kütüb olarak görev yapmıştır.
Muammer Ülker de 1952’den itibaren 15 yıl boyunca babasının görev yaptığı kütüphanede müdürlük vazifesinde bulunur, ayrıca fahri müze müdürü olarak hizmet verir. 1962-63’te British Museum ve British Library’de incelemelerde bulunmak üzere Londra’ya gönderilir. 1966’dan 1971’e kadar Ankara’da Kütüphaneler Genel Müdürlüğünde uzman, başuzman ve Teknik Hizmetler Şube Müdürlüğü yapar, kütüphanecilik kurslarında öğreticilik ve kurs müdürlüğü görevlerini yürütür. 1971’de Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesine tayin edilir. Emekli olacağı 1996 yılına kadar çeyrek asır süren müdürlük görevini başarıyla sürdürür. Ayrıca uzun yıllar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışmıştır.
Ülker birçok ulusal ve uluslararası kuruluşa üye olmuş, bilimsel toplantılarda konuşmalar yapıp seminerler vermiştir. Frankfurt’ta Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsünde tetkiklerde bulunmuş, Polonya’da Jasna Góra Manastırında bulunan elyazmalarını ve 1683’teki Viyana bozgununda ganimet olarak alınan Osmanlı eserlerini incelemiştir. Londra’daki The Muhyiddin Ibn Arabi Society, Paris’teki Dünya Bibliyofilleri Konfederasyonu, İskenderiye’deki Bibliotheca Alexandrina ve Türk-Japon Derneği gibi kurumların üyesi olarak görev yapmış, Türk Kütüphaneciler Derneğinin İstanbul şubesinde aktif rol almıştır. Türk Tıp Tarihi Kurumu, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu üyelikleri de bulunmaktadır. 1992’de Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı tarafından Süleymaniye Kütüphanesine verilen ödül, müdür olarak Muammer Ülker’e sunulmuştur. 1996’da Hollanda’da “40 Körün Bir Değneği: Muammer Ülker’in Portresi” adlı bir belgesel yayınlanmış, 2004’te ise Ülker Hollanda kraliyet nişanına aday gösterilmiştir.
Muammer Ülker oldukça üretken bir hayat sürmüştür. Kitaptan ansiklopedi maddesine kadar çeşitli türlerde birçok çalışması bulunmaktadır. Ayrıca pek çok kitaba ve projeye katkı sağlamıştır.
Muammer Ülker, 3 Ekim 2017’de İstanbul’da vefat etti ve Karacaahmete defnedildi. Yakınlarından Emre Öktem’in “Muammer amca”sına dair şu cümleleri onu bize daha yakından tanıtmaktadır: “Onunla Süleymaniye’den Eminönü’ne inerken her çeşmenin, hanın, caminin önünde anlattıklarını dinlerken öyle tılsımlı hayallere dalardım ki, köşe başından bir yeniçeri müfrezesi çıksa hiç şaşırmayacaktım. Türkçe, Arapça ve Farsça ezbere bildiği şiirlerin sayısı hayret vericiydi. Bunların bazılarını ara sıra tekrarlayarak gençlere ezberletmeye çalışırdı. 1980’lerde Muammer amcadan ezberlediğim bir şiiri cenazesinde okuyacağım hiç aklıma gelir miydi? Bana eski kitap kokusunu sevdiren sevgili Muammer amcayı rahmet ve minnetle anıyorum.”
Muammer Ülker’in hayat serüveni Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesine bağışladığı 500’yü aşkın kitabı ihtiva eden koleksiyonunda ve yakınlarının hafızasında sürüyor.
•
LEMAN ŞENALP
İSMAİL ÇAKMAK
LEMAN Şenalp 10 Şubat 1924’te Bursa’nın Karacabey ilçesinde dünyaya gelmiştir. Münevver bir ailenin çocuğu olan Şenalp ilk eğitimini babasından almıştır. İlk, orta ve lisenin ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünden mezun olmuştur (1945). Çalışma azmini ve disiplinini Hitler Almanya’sından kaçarak ülkemize gelen Alman hocalardan öğrendiğini söyleyen Şenalp, fakültenin üçüncü sınıfından itibaren kütüphanecilik kurslarına başlamış ve iki yıl sonra “uzman kütüphaneci” unvanını almıştır. Şenalp’in başarısını fark eden Adnan Ötüken millî kütüphane fikrinden bahsederek bu konuda kendisine destek olmasını istemiştir. Ötüken’in teklifini kabul eden Leman Şenalp Millî Eğitim Bakanlığı Yayınlar Müdürlüğünde kütüphane memurluğuna atanmıştır.
Adnan Ötüken tarafından 15 Nisan 1946’da Millî Kütüphane Hazırlık Bürosu ve bu büronun çeşitli masraflarını karşılamak için de 21 Şubat 1947’de Millî Kütüphaneye Yardım Derneği kurulmuştur. 16 Ağustos 1948’de ise bugün Ankara’da İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılan binada Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu tarafından Millî Kütüphane hizmete açılmış, kuruluş kanunu ise 23 Mart 1950’de hazırlanmıştır.
Bu arada Şenalp, Adnan Ötüken’in Tahsin Banguoğlu’na yaptığı öneriyle İsviçre’ye kütüphanecilik alanında lisansüstü eğitim için gönderilir. İsviçre’de dil eğitiminin yanısıra 7 üniversite kütüphanesinde, Zürih’te çeşitli kütüphanelerde staj ve incelemeler yapmıştır. 1951 Ekim ayında yurda dönen Şenalp, bir yıl sonra İstanbul’daki Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğüne atanmıştır. Makaleler Bibliyografyası’nın ilk cildini hazırladıktan sonra buradaki görevini Paris’ten dönen Türker Acaroğlu’na devretmiştir. Ötüken’in yönlendirmesiyle “Konu Kataloğu Servisi”ni kurmakla görevlendirilmiş ve bir grup arkadaşıyla “Alfabetik Kataloglama Kuralları”nı hazırlamıştır (1954). Dört Dilde Kütüphanecilik Terimleri Sözlüğü’ne Türkçe kısmını hazırlayarak katkıda bulunmuştur (1959). Bu arada kendisine Maliye Bakanlığı Kütüphane Müdürlüğü önerilince Millî Kütüphaneden ayrılma kararı almıştır. En büyük pişmanlığı olarak naklettiği doktorasını bitiremeden İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesine uzman kütüphaneci olarak atanmış (1960) ve buradan emekli olmuştur (1977).
Türkiye’nin ilk “Sözlük Katalog” uygulamasını yapmış olan Şenalp, İstanbul Üniversitesi Yayınları Bibliyografyası’nı yayımlamıştır (1969). Bir yıl sonra Bedi N. Şehsuvaroğlu ile birlikte Ord. Prof. Dr. Tevfik Salim Sağlam Kütüphanesi Kataloğu çalışmasını yapmıştır (1970). Bunların dışında Kitap Yılı Bibliyografyası (Arslan Kaynardağ ile birlikte, 1974), Cumhuriyet’in 50. Yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları 1923-1973 (Nuran Gökhan ve Olcay Neyzi ile birlikte, 1975), Çocuk Yılında Çocuk Kitapları (1979), Dünya Çocuk Yılında Türkiye’de Çocuk Kitapları Açıklamalı Kaynakçası (Ayten Şan’la birlikte, 1981), İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi: Başlangıcından Günümüze (Ankara, 1998) gibi eserlerle bibliyografya kültürünün gelişmesine yardımcı olmuştur.
1981’de hem Atatürk’ün doğumunun 100. yılı olması hem de UNESCO tarafından “Atatürk Yılı” olarak ilan edilmesinden dolayı Şenalp hummalı bir çalışmaya girmiş ve Türk Tarih Kurumunun basma garantörlüğünde iki cilt halinde bir Atatürk Kaynakçası hazırlamıştır. Bu çalışma için binlerce dergi ve gazete tarayan Şenalp 7880 bibliyografik künyeye ulaşmış ve eserini 1984’te yayınlamıştır.
Hayatı boyunca birçok dernek ve kuruluşa emeği geçmiş ve bu sebeple de Türk Kütüphaneciler Derneği tarafından Üstün Hizmet Ödülüne layık görülmüştür (1995). Türk kütüphanecilik tarihine bu kıymetli eserler kazandıran Leman Şenalp 2018’de vefat etmiştir.
•
ŞÜKRÜ NAİL BAYRAKTAR
İRFAN DAĞDELEN
TÜRK kütüphaneciliğine yarım asır hizmet eden Nail Bayraktar, 1932’de Makedonya’nın Kalkandelen şehrinde doğdu. 1938’de ailece İstanbul’a göç ettiler. Vefa Lisesindeki tahsilinin ardından askerliğini yaptı ve 1954 yılı başında memuriyet imtihanına girerek 24 Haziran’da Süleymaniye Kütüphanesinde göreve başladı. O dönemde kütüphanenin müdürü Halit Dener’dir. Çoğu üniversite mezunu olan memurlardan başka kütüphanede yazma eserlerin tespit fişlerini hazırlayan bir de komisyon vardır. Burada Osmanlıca, Arapça, Farsça bilen ve konularının uzmanı olan muhterem zatlar görev yapmaktadır. Beyazıt Devlet Kütüphanesi dergisinde yayınlanan yazısında Nail Bayraktar o günleri şu şekilde anlatır:
“Biraz daha zaman geçince mesleğimi sevmeğe başladım. Süleymaniye Kütüphanesinin okuyucuları yerli ve yabancı araştırmacılardı. Onlara istedikleri eserleri sunmak, sonra kontrol etmek ve depodaki yerine yerleştirmek bana zevk veriyordu. Gördüm ki kütüphanecilik hem insana hem kitaba hizmet etmeyi icap ettiren/gerektiren bir meslekti. Bu da benim tabiatıma/ yaradılışıma/fıtratıma uygundu. Kütüphanecinin her şeyden önce mesleki bilgi sahibi ve kültürlü olması şarttır. Kitabı sevdiği kadar, belki de ondan önce insanı, yani okuyucuyu sevmesi lazımdır.”
Süleymaniye Kütüphanesinde göreve başladıktan bir süre sonra Edebiyat Fakültesi Arap Fars Dili Bölümüne kaydolur. Ancak derslere devamı pek muntazam olmuyordur. Cumartesi-pazar nöbetlerine karşılık hafta içinde sadece birkaç derse devam edebiliyordur. Bu arada 1958’de evlendiği Nimet Bayraktar ile 1961’de mesleki bilgilerini artırmak üzere İngiltere’ye gider. Orada bir yıl kalır ve çeşitli kütüphanelerde incelemelerde bulunurlar.
Fakülteyi bitirmek ancak yurda döndükten sonra nasip olur. O sırada Süleymaniye Kütüphanesinden ayrılıp Millet Kütüphanesine (aynı zamanda İstanbul İl Halk Kütüphanesi) müdür yardımcısı olarak atanır. 1967’de müdürlüğe yükselir. Kütüphanenin bilgili ve çalışkan elemanlardan oluşan kadrosu sayesinde verimli çalışmalar yapılır, şube kütüphanelerinin sayısı artırılır. Beş adet gezici kütüphaneyi hizmete sokar.
1973’te kütüphaneler genel müdür yardımcılığına tayini ile Ankara serüveni başlar. Bir süre sonra da ek bir görev üstlenerek 1974’te Türk Kütüphaneciler Derneğinin olağanüstü kongresinde genel başkanlığa seçilir. 1978 yılına kadar bu vazifeyi icra eder.
Aynı yazıda o günleri şu şekilde yad eder: “Kütüphaneler Genel Müdürlüğünde göreve başladıktan sonra, daha yakından gördüğüm Ürgüp, Kayseri, Konya, Niğde ve Isparta’da uygulanan köylere eşekle ya da at arabasıyla, motorlu araçla kitap götürme faaliyetinin yaygınlaşmasını, hatta bir şekilde köylerde sabit kütüphanelerin kurulmasını aklımdan geçirmişimdir. 1926’da Maarif Vekaleti Hars Dairesinin yayınladığı Halk Kütüphanelerinin Suret-i Tesis ve Usul-i İdaresi adlı kitabı bir ara baştan aşağı okumuş ve yeni yazıya aktarmıştım. Oradan bir cümle zihnimde yer etmişti: Hiçbir köy kütüphanesiz olmamalıdır.”
O yılın Mart ayında müşavir kadrosu ile İstanbul’a tayin edildiği için dernekteki görevinden ayrılmak zorunda kalsa da iki yıl sonra aynı vazifeye yeniden atanır. Dairedeki görevini mesai arkadaşlarının ahenkli çalışmalarının katkısı ve genel müdürlerin (önceleri Abdülkadir Salgır Bey, sonra Burhanettin Yılmaz Bey) yol gösterici yaklaşımı ile yapmaya çalışırken Ankara’daki ikinci 5 yılını da tamamlar. 1985 yılının Nisan ayında kendi isteğiyle emekliye ayrılır.
İstanbul’a dönünce kütüphanecilik mesleğini bırakmaz. Önceleri Matbaa Meslek Lisesinin Kütüphanecilik Bölümünde “Yazma Eserler” dersine girer. Sonra 1988’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığında yazma eser koleksiyonlarının kataloglanması görevine başlar. Her koleksiyon tamamlandıkça kataloğu yayınlanır ve bunlar 9 cildi bulur. Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin bunların en önemlileridir.
Yöneticileri ve personeli arasında samimi bir atmosferin hakim olduğu bu kütüphanede geçen süre ile birlikte, Nail Bayraktar’ın 1954’ten beri devam eden kütüphanecilik hayatı da 50 yılı bulmuştur. Bu süreçte yazma eserler ve bibliyografik kaynaklar üzerine 17 kitap yayınlar. Ömrünü kütüphaneciliğe ve yazma eserlere vakfetmiş olan Bayraktar, 25 Aralık 2019’da hayata gözlerini yumar.
“Dostluklardan başka elde ne kalıyor!” diyen Nail Bayraktar, hizmetleri, kitapları yanında meslektaşlarının gönlünde unutulmaz hatıralar bıraktı.
•
MİHİN LUGAL
NEŞECAN UYSAL
MIHIN Lugal’in babası Arap-Fars dilleri ve edebiyatları âlimi Mehmet Necati Bey, annesi ise Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden Bergüzar Hanımdır. 1925’te babasının Hamburg Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsündeki görevi sebebiyle Almanya’da doğan Mihin’in adı da o günlerden yadigardır. Kızının doğduğu günlerde baba, Hellmut Ritter ile Genceli Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi üzerinde çalışmaktadır. Mesnevide Şirin’in kraliçe olan teyzesinin adı da Mihin Banu’dur. Necati Bey, “ulu, yüce” anlamına gelen bu ismi çok sever ve kızına Mihin adını verir.
Mihin Hanım, beş yaşına kadar annesi ile birlikte Hamburg-İstanbul arasında gidip gelse de, ondört yaşına kadar Almanya’da yaşar, ilk ve orta öğrenimini Almanya’da tamamlar. Bu sırada dünya savaşı hazırlıklarının hayatı zorlaştırmaya başlaması üzerine 1939 yılının Eylülünde Türkiye’ye dönerler. Necati Bey, o günlerde İsmail Saib Sencer’in emekliye ayrılmasıyla Beyazıt Umumi Kütüphanesi müdürlüğüne tayin edilir.
Hiç Türkçe bilmeyen Mihin Hanım, İstanbul’da yaşamaya başladıkları dönemde, bir yandan anadilini öğrenirken bir yandan da Çamlıca Kız Lisesine devam eder. 1939-1940 yılları arasında Türkçe öğrenmek üzere misafir öğrenci olarak okula başlar. 1943’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Şark Dilleri Kürsüsü profesörlüğüne tayin edilen babasının yanına gider ve o yıl aynı üniversitenin Alman Filolojisi bölümüne kaydolur. 1949’da “Goethe’nin Şark-Garp Divanı” başlıklı bitirme tezini sunarak mezun olur. 1950’de o zamanlar Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binası içinde yer alan Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde çalışmaya başlar. 1942-1952 yılları arasında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Adnan Ötüken tarafından açılan kütüphanecilik kurslarına katılır. Bu kurslar kütüphanelerde çalışan ancak herhangi bir kütüphanecilik eğitimi almamış memurlar için düzenleniyordu. Sonrasında kütüphanecilik eğitimine destek sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti kütüphanecilik hizmetleri yönünden gelişmiş ülkelerden uzmanlar getirtmiştir. Bu uzmanlardan Kentucky Üniversitesi Kütüphane Müdürü Dr. Lawrence S. Thompson’ın eğitimlerine Mihin Lugal de düzenli olarak katılır. Böylece gerek kütüphanelerden edindiği tecrübe, gerekse kurslardan edindiği bilgi ve beceri sayesinde Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde uluslararası yayın değişimi sistemini kurar ve kütüphanede etkin bir şekilde danışma hizmeti verilmesini temin eder. Mihin Hanımın kurduğu bu sistem, günümüzde de devam etmektedir.
Lugal kütüphane yönetimi ve hizmetlerinin yanında Almancadan çeviriler yapar, kitap kritikleri yazıp bibliyografyalar hazırlar ve sergiler düzenler.
1954 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki Kütüphanecilik Enstitüsüne gelen Amerikan Ford Vakfı yetkilisi Prof. Robert B. Downs, Türkiye kütüphanelerinde yaptığı incelemeler sonunda Türk Tarih Kurumu Kütüphanesini çok beğenmiş, kütüphane müdürü Mihin Lugal’e de takdirlerini iletmiştir. Bununla yetinmeyen Prof. Downs, Ford Vakfı tarafından Amerika’da kütüphanecilik ihtisası yapmak üzere verilen burslardan birini Mihin Lugal’e tahsis etmiştir. 1955’te Michigan Üniversitesine giden Lugal, burada hem İngilizce kursuna devam eder, hem de kütüphanecilik alanında önemli programlara katılır. 1956’da yeni bilgi ve metodlarla donanmış olarak Ankara’ya, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesine döner.
Kısa bir süre sonra Prof. Dr. İhsan Doğramacı’dan Hacettepe Çocuk Sağlığı Enstitüsü kütüphanesinde çalışma teklifi alır. Doğramacı’nın kurumdan aldığı özel bir izinle Mihin Lugal ek olarak enstitü kütüphanesinde görevlendirilir. 1958’de çağdaş bir tıp kütüphanesinin kurulmasını sağlayarak yeniden kurumun kütüphanesine döner.
Şubat 1977’de Alman hükümetinin daveti üzerine altı kişilik bir kütüphaneci grubuyla kütüphaneleri incelemek üzere Almanya’ya gider. Dönüşünde izlenimlerini yayınlar.
1980’de emekli olan Mihin Lugal sözleşmeli olarak 1983’e kadar Türk Tarih Kurumunda çalışmaya devam eder. Atatürk Kültür Merkezinin kurucu başkanı Ord.Prof.Dr. Aydın Sayılı tarafından kurum sekreterliğine atanır. Bu görevine ek olarak merkezde bir araştırma kütüphanesi kurar. Burada dört yıl görev yaptıktan sonra İstanbul’a taşınır.
İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) direktörü Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun teklifiyle 1987’de burada çalışmaya başlar. Yıllardır edindiği bilgi ve birikimi IRCICA’ya aktaran Lugal, burada hem modern kütüphaneciliğe uygun bir sistemin kurulmasını hem de genç kütüphanecilerin yetişmesini sağlar. Mesai saatleri dışında da gönüllü olarak Tek-Esin Vakfında Dr. Emel Esin Kütüphanesinin kuruluşunda çalışır ve iki ayrı kataloğun hazırlığına katkı verir. 2013’te IRCICA’daki vazifesinden ayrılan Mihin Lugal Türk kütüphaneciliğine 63 yıl hizmet etmiştir.