Kitabistan Mülkünün Sultanı: Ali Emirî Efendi
Ali Birinci
Kitabistan Mülkünün Sultanı: Ali Emirî Efendi
Ali Birinci
https://www.zdergisi.istanbul/makale/kitabistan-mulkunun-sultani-ali-emiri-efendi-648
Yakın dönem tarihimizde kitap denince ilk akla gelen isimlerden biri Ali Emirî Efendidir. İsmi kitap sevgisine alem olan Emirî Efendi yazdığı eserlerle, tek başına çıkardığı mecmualarla, kurduğu kütüphane ve Türk irfanına hediye ettiği Divanü Lugati’t-Türk ile daima hatırlanmaktadır.
Ali Emirî Efendi Emirzâde ismiyle maruf bir aileye mensup tüccardan Mehmed Şerif Efendinin oğlu olarak 1857 Mayısında (Ramazan 1273) Diyarbakır’da dünyaya geldi.
Usûl olduğu üzre mukaddeme-i ulûmu Sülûkiye Mescidinin mektebinde okudu. Diğer taraftan hususi muallimlerden, ezcümle ulemadan Fethullah Feyzî Efendi ile amcası Mehmed Şaban Kâmî Efendiden sarf, nahiv, mantık, tefsir-i şerif, Halebî, Mülteka; Farisî’den Pend-i Attar, Baharistan, Divan-ı Hâfız okudu. Türkçe kitabete muktedir, Arapça ve Farsçaya aşina idi.
Dilinde ve hafızasında kendisininkilerle beraber yüzlerce, hatta binlerce şiir, kalbinde sonsuz bir okuma ve kitap toplama sevdasıyla kalemiye zümresine katılan ve ilk defa Diyarbakır Telgrafhanesinde memuriyete başlayan (1876) Ali Emirî’nin istifa, ilga veya tahvil sebepleriyle hareketli bir memuriyet hayatı olmuştur. İkamet ettiği yıllarda Divanyolu’ndaki Diyarbakır Kıraathanesini sohbetleriyle bir şiir ve edebiyat mahfi li haline sokan Emirî, bilebildiğimiz kadarıyla bütün âşar idarelerinin lağvı üzerine (12 Şubat 1886) ilk defa İstanbul’a gelmiştir.
Yemen’deki son memuriyetini takiben bir müddet mâzuliyet maaşı alan Emirî Efendi Meşrutiyetin ilanından (24 Temmuz 1908) sonra tekaüde ayrıldı ve son senelerini Fatih’te, bağışladığı kitaplarıyla Feyzullah Efendi Medresesinde kurulan (1917) Millet Kütüphanesinde geçirdi. 23-24 Ocak (1924) gecesi sabaha karşı, ağırlaşması üzerine kaldırıldığı Şişli Fransız Hastanesinde “irciî” (bana dönünüz) emrine boyun eğerek hayatı kendileriyle her ânını doldurmaktan başka bir şey saymadığı kitaplarına veda etti. Kitabistan mülkünün sultanıydı ve ömrünü sadece kitaplarına hasretmişti. Yalnız değildi ama müzmin bekârdı.
Kütüphanesinin yakınına, Fatih Camii haziresine defnedildi ve çok sevdiği Fatih Sultan Mehmed’e ahiret komşusu oldu. Mahfuzatında divanlar bulunan ve divanlar dolusu şiir yazan Emirî manzum bir mezar kitabesinden de mahrum kalmıştır. İrtihalinin sadece sene olarak yazılmış bulunması da yaşadığı devirde canlı terâcim-i ahvâl kâmusu sayılan bu yıldız şahsiyetin mezartaşındaki bir başka talihsizliktir. Hemşehrisi ünlü hattat Hâmid Aytaç tarafından yazılan ve “Hâmid el-Âmidî” imzasını taşıyan kitabesinin metni şudur:
Hüvelbâki, Fatih’te Millet Kütüphânesi müessisi efâzıl-ı İslâm’dan ve şuarâ-yı zevi’l-ihtirâmdan fahrü’l-üdebâ Diyarbekirli Ali Emirî Efendi merhumun karargâh-ı ebedîsidir.Tevellüdü 1274-Vefatı 1343.
KİTAP SEVDALISI OLARAK ALİ EMİRÎ EFENDİ
Ali Emirî, son asırda kitapla beraber hatırlanan ilk ve ender isimlerden biridir. Bütün ömrünü kitaba vakfeden bu kara sevdalı insanın alelâde bir kitap meraklısı ve toplayıcısıyla uzak yakın bir alâkası bulunmamaktadır. Her şeyden önce Arapça ve Farsçaya gereği derecede vâkıf olan Emirî Efendi şuurlu ve ısrarlı bir okuyucudur. Her nev’iden kitap toplayan bir kitap mecnunu ve kâğıtsever değildir. Bir ilim ve irfan sahibi kişi olarak kitabistan mülkünde bir ömür boyu seyahat eder. Bu sonsuz ülkeyi en iyi bilen pek az bahtiyardan biridir. Kitap aramak, bulduklarını okumak, satın alamadığı kitapları istinsah yoluyla elde etmek, kısaca kitapla dopdolu bir ömür geçirmek pek az yiğidin harcı olmuştur. 67 senelik hayatı yakın tarihte kitap için söylenen en güzel serenattır.
Sadece kitap değil, aynı zamanda yaman bir okuma sevdalısıdır. İnsanı ürkütecek derecedeki müthiş hafızasında binlerce şiir ve tercüme-i hâl, ancak bir ömür boyu süren okuma gayreti sayesinde yer edinebilmiştir. Kitabın ismini ve müellifini bilmekte takılıp kalan benzerlerinin aksine onların iç dünyasında da gezen Ali Emirî Efendi emsali az bulunur bir edebiyat ve tercüme-i hâl üstatlığına ancak bu zorlu okuma aşkı sayesinde ulaşmıştır. Bu sayede matbu veya yazma bir kitabın hususiyetini ve kıymetini bir bakışta sezer, bundan sonraki bütün mesaisini onun teminine sarf ederdi.
Sadece bir yazma veya nadir kitap meraklısı da değildi. Zamanında hemen hemen kimsenin değer vermediği salnameleri ve mevkuteleri seneler süren bir mesai neticesinde toplamıştı. Kitaplarının bulunduğu Millet Kütüphanesi bilhassa ihtiva ettiği salnameler bakımından rakipsizdir. Nadir yazmaları ise bir başka zenginliktedir. Ali Emirî’nin büyük bir hevesle ve aklıselimle kitap toplaması hazine kıymetindeki birçok yazma veya matbu kitabın zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamıştır ki, gerçek kitap dostlarının belki de en büyük millî hizmetleri bu olmaktadır. Emirî olmasaydı bu kitapların kim bilir ne kadarı zâyi olur veya başka diyarlara gitmiş olurdu.
NÂŞİR VE MÜELLİF OLARAK ALİ EMÎRÎ EFENDİ
Ali Emirî sadece kitap toplayan değil, aynı zamanda yazan ve her zaman değerini muhafaza edecek eserler bırakan bir müellif olarak dikkati çekmektedir. Bir şair olmaktan ziyade bir şiir aşığı olan Emirî’nin hacimli ve üç divan dolduracak kadar çok şiir yazmasını bu aşkın bir delili olarak kabul etmek gerekir. Bu vadide bir iddiası olmadığı, divanlarından herhangi birini bile neşretme gereği duymamasından anlaşılabilir. Çıkardığı Osmanlı Tarih ve Edebiyatı Mecmuası (31 sayı, 31 Mart 1918-30 Eylül 1920) ile Tarih ve Edebiyat (5 sayı, 1922) ve daha önce çıkardığı Amid-i Sevda (6 sayı, 1909) gibi mecmualarda kendi şiirlerinden çok başkalarının, bilhassa şair padişahların şiirlerini neşretmiştir. Mecmuaları edebiyat tarihimizin mehazları arasındadır.
Ali Emirî’nin bilhassa üstat olduğu terâcim-i ahvâl sahasında kaleme aldığı Osmanlı Şairleri Tezkiresi, İşkodra Şairleri, Yanya Şairleri ve Tezkire-i Şuara-yı Âmid gibi eserlerinin pek az bir kısmının basılabilmiş olması gerçek bir kayıptır.
ARŞİVCİ OLARAK HİZMETLERİ
Ali Emirî’nin bir büyük hizmeti de Hazine-i Evraktaki vesikaların tasnifini yapan heyetin bir müddet (1918-1921) reisliğinde bulunması ve bu esnada 182527 vesikayı tasnif ederek bunların 53 ciltlik kataloğunu hazırlamasıdır. Bu vesika kümesi Ali Emirî tasnifi adıyla anılagelmiştir. Sultan Abdülmecid’e kadar her padişah devrine dair vesikalar ayrı ayrı tasnif edilmiş ve vesikalara yeni baştan numara verilmiştir. İbnülemin Mahmud Kemal, Muallim Cevdet ve Kâmil Kepeci ile beraber adına tasnif bulunan dört büyük arşivcimizden biridir.
DİVANÜ LÜGATİ’T-TÜRK’ÜN KEŞFİ
Ali Emirî’nin zaten destan olan hayatının içinde bir başka destan da Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmış (1074) abide eser Divanü Lugati’t-Türk’ün keşfi ve ilim âlemine maledilmesidir. Sadece bu keşif bile herhangi bir kişinin ebediyen hayırla ve minnetle yâdedilmesine yeter de artar bile. Türk dilinin ve kültürünün bu hazinesinin alelâde bir insan tarafından keşfi bu eserin şanına ve şerefine yakışmazdı diye düşünmek mâkul görünüyor. Bu keşifte büyük bir aşık ile sekiz buçuk asırlık muhteşem mâşuk; yani Ali Emirî ile Divanü Lugati’t-Türk, Türk vatanının en mukaddes ve mutena beldesinin tek münasip mekanında, İstanbul’un Sahaflar Çarşısında, 1913-1914 kışında, belki de mevsim kıştan bahara dönerken vuslata erdiler. Sahaflar Çarşısında Sahaf Burhan’dan 30 altın liraya satın alınan ve 3 lira bahşişiyle 33 liraya mâlolan bu hazinenin Ali Emirî’de çiçeklendirdiği okyanustan derin sevinci kısa bir müddet içinde önce İstanbul’un, sonra da bütün ilim muhitinin sevinci hâline geldi. Biraz da Ali Emirî sayesinde bir edebiyat ve tarih mahfeli olan Diyarbakır Kıraathanesinde heyecan ve haz menbaı olan sohbetler bu keşfin sevinciyle, uzun müddet demlendi durdu. Eserin basılması başlı başına bir hikâyedir. Kilisli Muallim Rifat’ın (Bilge) musahhihliğinde basılan kitap o zamandan beri birçok araştırmanın yapılmasına ve Ali Emirî’nin isminin her daim yâdına vesile olmaktadır.