Kütüphanelere Şiirle Tarih Düşürmek
Abdullah Uğur
Kütüphanelere Şiirle Tarih Düşürmek
Abdullah Uğur
https://www.zdergisi.istanbul/makale/kutuphanelere-siirle-tarih-dusurmek-551
Osmanlı tezkire yazarı Latifî’nin bütün kitapseverlere ses olduğu bir gazeli var. Bu gazelin ilk iki beyti şöyle:
Her dem ehl-i dillerün yanında yârıdur kitâb Mûnis-i evkâtı yâr-ı gam-küsârıdur kitâb
(Kitap her daim gönül ehli olanların yanında, bütün vakitlerin cana yakın arkadaşı, gamları gideren bir sevgilidir.)
Nitekim eglencesidür mâl ü câhı câhilün
Ehl-i ‘irfânun da mâl-ı bî-şümârıdur kitâb (Nasıl ki mal ve mevki cahilin eğlencesi ise kitap da irfan ehlinin sayılmaz, tükenmez malıdır.)
Elbette kitap toplamak ve bir koleksiyon, kütüphane oluşturmak oldukça ciddi bir iştir. Ama bütün bu ciddiyetinin yanısıra Latifî’nin de dediği gibi koleksiyonerler için bir nevi oyun, eğlence hâlini de alıverir. Kütüphane en nihayetinde kenarda durmak ve kendince vakit geçirmek isteyen büyükler için bir oyun odasıdır. Bu oyun odası biraz büyüyünce arkadaşlara, sizinle aynı şeye ilgi duyan tabiri caizse sizin oyuncuklarınızla oynamak isteyen başka kişilere de açılıverir. Çoğunlukla bu oyuncakları (kitapları) oyun odasından (kütüphaneden) çıkarmamak şartıyla paylaşıverirsiniz. Böylelikle kütüphaneler meydana gelmiş olur. Tabii ki bu binanın yapımı ve onun tezyini unsurları da bu “mâl-i bî-şümâra” ayrı bir revnak verir.
Doğu toplumlarında oldukça köklü bir geçmişe sahip olan ebced hesabı kitap telifl eri, zaferler, vefatlar, doğumlar, sakal uzatma, çile çıkarma gibi insanların ve toplumların hayatındaki dönüm noktalarını imlemek için kullanılmıştır. Ebced hesabını Arap alfabesindeki her harfi n sayı değeri karşılığına göre yapılan bir hesaplama metodu olarak tanımlayabiliriz. Türklerin Anadolu topraklarına gelmesi ve burayı yurt edinip eser vermeye başlamasıyla (hem edebî yani yazılı hem de mimari) ebced sistemi de Batı Türkçesine taşınmıştır. Ebcedle Türkçe tarih düşürmenin ilk örnekleri doğal olarak daha kısa, örneğin tek bir kelime yahut tek bir ibare şeklindedir. Zaman içerisinde şairler tarafından geliştirilerek hem türlü matematik oyunlarına dönüştürülmüş hem de incelmiş olan ebced hesabını her türlü yapı üzerindeki kitabelerde görmek mümkündür. Bir yapıya düşürülen tarih ve o yapı için hazırlanan kitabede şairin dikkat ettiği birkaç unsur vardır. Bunlardan ilki baninin uygun sıfatlarla övülmesi ikincisi ise yazılan kitabe metninin yapının işlevine uygun olmasıdır.
Kimi zaman Kur’an-ı Kerim’den ayetlerin de —bağlamından koparılarakSadeddin kitabelerde kullanıldığı görülür. Bugün neredeyse her camide bulunan “küllema dahale aleyhâ zekeriyye’l-mihrâb” ayetinin mihrap kelimesi geçtiği için seçilmesi gibi Beyyine suresinin üçüncü ayeti olan “Orada dosdoğru hükümler yer almaktadır” mealindeki “fîhâ kütübin kayyimeh” ayeti de aslında hakkı batıldan ayıran ilahi ayetleri ve hükümleri barındıran Kur’an’ı nitelemekteyken ayette geçen “kütüb” kelimesi dolayısıyla anlam biraz teşmil edilmiş ve kütüphaneler üzerine kitabe olarak hakkedilmiştir.
Bir yapının inşasına yahut tamirine bir veya birkaç farklı şair tarih düşürebilir. Bani, bu tarihlerden en beğendiğini hakkettirerek yapıya koyar. Ortaya çıkan kitabede şüphesiz şairinin bilgisi, baninin zevki, konumu gibi etkenler de rol oynar. Çoğunlukla kitabeler genel geçer bilgiler ve dua cümlecikleri, beğeni gösteren cümleler gibi klişeleşmiş bir yapıdadır.
Bununla birlikte edebî olarak ve zevken daha da incelmiş kütüphane kitabelerine de rastlamak mümkündür. Örneğin Hakîm mahlaslı Seyyid Mehmed Efendinin Nuruosmaniye Kütüphanesine düştüğü yapım tarihi küçük kelime oyunlarıyla oldukça renklidir:
Şeh-i ekrem semiyy-i câmi‘i’l-Kur’ân-ı a‘zam kim Şerefdir nüsha-ı zât-ı bihîni âl-i ‘Osmân’a Kitâb-ı dîn ü devlet mecma‘u’l-bahreyn-i ümmiyet Vücûdı şerh-i metn-i ma‘delettir dâd-hâhâna SezâTenvîr-i Ebsâr eyler-ise hâk-ı râhından Talebkârân-ı ma‘nâ bakmasın Telvîh-i Tıbyân’a Mutavvel cevdet-i a‘tâfeti mümkün degil Telhîs Me‘ânî-i bedî‘-i lutfı sığmaz Şerh-i Mîzâna Degil âyât-i şevket-mâyesi güncîde-i Tefsîr Celâleyn-i Süyûtî serd ederse basr-i itkâne Sıhâh-ı Cevherî mısra‘ım Hâkim olur târîh Ülü’l-elbâba cem‘-i ders-i kudsîdir kütüb-hâne 1169.
Kitabe metninde kalın olarak işaretlenen kelimelerin her biri ya kitap ile ilgili bir terime yahut bir esere atıftır. Mehmed Efendinin bu tarih kitabesine Osmanlı sultanı III. Osman’ın halife Hz. Osman ile namdaş olduğunu hatırlatarak başlaması da Hz. Osman’ın Kur’an-ı Kerim’i bir anlamda kitap haline getirmiş olması hasebiyle beyti bir kat daha güzelleştirir. Üçüncü beyitte geçen Mecmau’l-bahreyn, Hanefî fakihi İbnü’s-Sââtî’nin meşhru eserinin adıdır. Yine aynı beyitte şerh ve metin kelimeleri de ustaca kullanılmıştır. Tenviri’l-Ebsâr, Timurtaşî Muhammed b. Abdullah’ın fıkha dair eserinin adıdır. Telvîh, Taftazânî’nin Sadrü’ş-şeria’nın Tenkîhu’l-Usûl adlı eserine üzerine yazdığı haşiyedir. Mutavvel, Taftazanî’nin Telhisü’l-Miftâh’a yazdığı şerhin adıdır. Celaleyn ve Süyutî meşhur iki tefsir kitabıdır. İtkân, Suyutî’nin Kur’an ilimlerine dair yazdığı eseridir.
Seyyid Mehmed Efendi düşürdüğü tarihin de mücevher bir tarih olduğunu, yani noktalı harflerin toplanması ile hesaplanacağını yine bir oyunla bize haber verir. Son beyitte geçen “sıhah-ı cevherî” tamlaması hem meşhur dil alimi Cevherî’nin es-Sıhah adlı lugatına bir göndermedir hem de Cevherî’nin isminden faydalanarak mücevher tarih düşürüldüğüne işaret edilmiştir.
Baniler ve şairler için bir eğlence olan kitabeler, okurlar için de bir eğlencedir. Kütüphaneye gelen ve talib-i ilim olanlar için kitabelerdeki incelikleri görmek ve anlamak mümkündür. Peki geri kalan için? Bu kütüphanenin yakınında oturan, her gün önünden geçen, geçerken kafasını kaldırıp kitabeye bakan kişiler için de bir anlamı var mıdır bütün bu uğraşın? Burada yardımımıza İvo Andriç yetişiyor. Drina Köprüsü’nde bir kitabenin nasıl okunduğunu şöyle anlatıyor: “İşte o sırada üstü yazılı beyaz bir mermer getirdiler. Onu Kapiya’da parmaklıkların üstünde üç arşın kadar yükselen kırmızı duvara yerleştirdiler. Uzun zaman halk bu yazılı taşın çevresinde toplandı. Onu seyretti. Nihayet Müslüman bir din adamı, az çok okuması olan bir genç, bir fincan kahve hatırı için ya da salt iyilik olsun diye onu güç belâ okuyabildi. Günlerce bu manzum satırlar belki yüz defa hecelendi…”