Murad Molla Kütüphanesi ve Yapım Kitabesi
Hatice Aynur
Murad Molla Kütüphanesi ve Yapım Kitabesi
Hatice Aynur
https://www.zdergisi.istanbul/makale/murad-molla-kutuphanesi-ve-yapim-kitabesi-539
Onsekizinci yüzyıl Osmanlı İstanbul’unun kültürel ortamını belirleyenler arasına kitap basımını, istinsahını, dolaşımını, koleksiyonları, koleksiyonerleri ve kütüphaneleri nicelik ve nitelik açısından ilk sıraya koymak yanlış olmayacaktır. İsmail Erünsal Hocanın Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik1 başlıklı alanında öncü ve temel çalışmasında bu yüzyıla ait koleksiyonlar ve kütüphanelerin geniş yer tutması sözkonusu düşünceyi desteklemektedir.
Temellük ettikleri kitaplardan başkalarının da yararlanmasını arzu eden kitap sahipleri/koleksiyonerler bunun için ya kütüphane inşa ettirme ya da mevcut olan bir kütüphaneye kitaplarını bağışlama yolunu seçmişlerdir. Bu yazının konusu olan kütüphane ise 1775’te Murad Molla2 lakaplı Rumeli Kazaskeri Damadzâde Mehmed Murad Efendinin (ö. 1778) yaptırdığı, onun adıyla tanınan ve en azından bina olarak bugünlere ulaşma şansına erişen Murad Molla Kütüphanesidir. Kütüphanenin gerek mimari yapısı gerekse içindeki koleksiyon ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemlidir. Burada kısaca kütüphanenin tarihi üzerinde durulup kitabesinin ele alınması amaçlanmaktadır.
Erünsal Hocanın yukarıda bahsettiğimiz eserinde ortaya koyduğu gibi medrese, cami, türbe ve tekkelerin içinde kitaplar için ya dolaplar/rafl ar ayrılabiliyor ya da bir oda tahsis edilebiliyordu.
Tespit edebildiğim kadarıyla, bir tekke binasının dışında fakat tekkeyle bağlantılı olarak ilk kez kitaplar için ayrı bir mekan tasarlanmasının örneği Murad Molla Kütüphanesinde görülmektedir. Osmanlı’da kitaplar için bağımsız bina yaptırmanın ilk örneği, Fazıl Ahmed Paşanın başladığı ve ölümüyle (1676) kardeşi Fazıl Mustafa Paşanın vakfi yesini hazırlatıp resmî olarak 1678’de kurduğu, hâlen binası koleksiyonuyla varlığını sürdüren Köprülü Kütüphanesidir. Müstakil kütüphanelerin bir başka örneği de Murad Molla Kütüphanesidir.
Murad Efendi Fatih Çarşamba’da Tevkii Cafer mahallesinde, önce 1769’da kendi adıyla anılan Nakşibendî tekkesini inşa ettirmiş,4 ardından kütüphane binasını yaptırmıştır. Baha Tanman’ın işaret ettiği gibi yapı, kütüphane mimarisi açısından ilginç olduğu gibi tekke binasının aksine günümüze kalması ve özgün halini korumasıyla dikkat çeker.5 Bina, Cumhuriyet döneminde de 17 Ağustos 1999 depreminde hasar görene kadar asli işlevi olan kütüphane şeklinde kullanılmıştır. Bu tarihten sonra uzun bir süre harap halde kapalı kalan kütüphanenin restorasyonu 2013 yılının ortalarında tamamlanmış ve 11 Kasım 2013 tarihli Vakıfl ar Genel Müdürlüğü kararıyla kültür merkezi olarak kullanılmak üzere İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfına 10 yıl süreyle tahsis edilmiştir.
Koleksiyonun çekirdeğini Murad Mollanın tekkesinde kurduğu kütüphanenin oluşturduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte kütüphanenin tesisi için hazırlanan vakfi yesi elde bulunmadığından dolayı kuruluşunda kaç kitaba sahip olduğu kesin şekilde tespit edilememektedir. Erünsal’ın ifade ettiğine göre koleksiyonun temeli, kurucunun kendi kitapları, dedesi Şeyhülislam Ebulhayr Ahmed Efendinin Sultan Selim Camiinde kurduğu kütüphanesinden gelen kitaplar ve babası Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile yine aynı aileden Minkarîzâde Abdullah Efendinin kitaplarından oluşmaktaydı. Koleksiyona sonradan tekkede şeyhlik yapan ve Darülmesnevi Kütüphanesini kuran Hafız Mehmed Murad Nakşibendi Efendi , oğlu Mehmed Arif Efendinin ve Gelibolulu Tahir Efendinin kitapları da katılmıştır.Ayrıca kütüphane binasının zaman içinde kısa veya uzun süreli farklı koleksiyonlara evsahipliği yaptığı bilinmektedir. Koleksiyona ait yazmalar şu anda Süleymaniye Kütüphanesinde Murad Molla adıyla kayıtlıdır.
Koleksiyon üzerine yapılacak detaylı çalışmalar, koleksiyonun oluşum sürecini ve tarihini ortaya koyabileceği gibi bir tekke kütüphanesinde bulunan kitapların mevcut diğer kütüphane türlerindekilerden hangi bakımlardan, ne gibi farklılıklar taşıdığını anlamamızı sağlayabilecektir. Mesela bir tekke kütüphanesinde bulunan kitaplarla medrese kütüphanesindekileri karşılaştırdığımızda herhangi bir farklılık tespit edebilecek miyiz? Eğer farklılık mevcutsa, kitapların muhtevası ve nüsha sayıları gibi karşılaştırmalar hangi verileri sunacaktır? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
KİTABELER
Baha Tanman, Murad Molla Tekkesi ve Kütüphanesiyle ilgili yazılarında bu iki yapı biriminden küçük külliye olarak söz etmektedir.9 Şu anda bu küçük külliyenin temel iki yapısından, daha önce de işaret edildiği gibi, sadece kütüphane binası ayaktadır. Dolayısıyla kütüphanenin bulunduğu mekana girmeyi sağlayan cümle kapısında bulunan iki kitabe de kütüphaneyi ele alan yazılarda birlikte değerlendirilmektedir. Burada da bu üç kitabe, kütüphane yapım kitabesinde başlayarak birlikte ele alınacaktır.
Kütüphanenin yapım kitabesi: Kütüphanenin yapımının tamamlanmasına dair —şimdilik bildiğimiz— tek tarih manzumesini, Fıtnat mahlasını kullanan Zübeyde Fıtnat Hanım (ö. 1780) kaleme almış olup metni kütüphanenin kapısı üzerinde talîk hatla yer almaktadır. Kitabede sadece 5 beyti bulunan tarih manzumesi kıta nazım biçimiyle yazılmıştır ve Fıtnat Hanımın elimizde 26’nın üzerinde değişik nüshası olan Dîvân’ında on beyit olarak yer almaktadır. Ayrıca Dîvân’daki tarih kıtası ile kitabe karşılaştırıldığında bazı küçük farklılıkların bulunduğu görülmektedir. Şimdilik kitabedeki beyitleri kimin seçtiğini, niçin tamamının alınmayıp bazı kelime değişikliklerine gidildiğini bilemiyoruz. Bâninin Fıtnat Hanımdan mı seçme yapmasını istediği yoksa bizzat kendisinin mi tasarrufta bulunduğu ya da birlikte mi karar verdiklerine dair birşey söylemek şu aşamada mümkün görünmüyor.
Özellikle 17. ve 18. yüzyılda yaptırılan hemen hemen her binada yer alan tarih manzumelerinin tamamının Osmanlı yönetici elitine mensup olup aynı zamanda şair kimliği de taşıyan erkekler tarafından yazıldığını görmekteyiz. Mevcut bilgiler ışığında Fıtnat’ın, tarih manzumesi bir kitabeye hakkedilen ilk kadın şair olduğunu söyleyebiliriz. Onun bu manzumeden yaklaşık sekiz yıl önce 1767’de (1181) kaleme aldığı bir başka manzumesi yine dönemin ünlü şeyhülislamı Veliyyüddin Efendinin yaptırdığı kütüphanesi içindir, fakat hakkedilmemiştir.Fıtnat’ın iki kütüphane için tarih manzumesi yazması şaşırtıcı değildir, bilakis hayat hikayesiyle çok yakından ilgilidir. Zira kendisi hem baba hem de anne tarafından ulema ailesine mensup olup dedeleri, babası ve kardeşi şeyhülislamlık makamında bulunmuş kitap meraklısı şahıslardır ve şiirle dîvan tertip edecek kadar ilgilenmişlerdir. Dönemdaşı erkekler, diğer bir ifadeyle erkek kardeşleri gibi medresede eğitim görmemekle birlikte evde iyi bir eğitim gördüğünü, klasik edebiyatla ilgili gerekli bilgi ve görgüyü kazanma imkanı bulduğunu yazdığı şiirlerden anlıyoruz. Ayrıca günceli, etrafında olup bitenleri yakından takip ettiğini yine yazdığı tarih manzumeleri ortaya koymaktadır. Tarih manzumesi yazmak, yazılan konuyu yakından takip etmeyi ve gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirir. Aynı zamanda, yazan kişinin, konunun ilgili şahsiyet(ler)ine yakınlığına veya yakın olma arzusuna işaret edebilir. Fıtnat Hanım ile Murad Mollanın en önemli kesişme noktası ikisinin de ulema ailesinden gelmeleri babaları ve dedelerinin şeyhülislam olmasıdır. Dolayısıyla aynı çevrenin insanıdırlar. Fıtnat, Murad Mollanın kütüphane yaptırma sürecini yakından takip etmiş olmalıdır ki tarih manzumesini kaleme almıştır. Şimdilik Murad Mollanın manzumeyi bizzat sipariş edip etmediğini, Fıtnat Hanımın kendiliğinden yazıp yazmadığını bilemiyoruz. Fakat Veliyyüddin Efendinin kütüphanesi için yazdığı şiirin beğenildiğini ve bu kütüphane için yazdığı şiirin kapı üzerine konulmasında etkili olduğunu ileri sürebiliriz. Fıtnat’ın yazdığı tarih manzumesinin kitabede olan kısmına bugünkü Türkçesiyle birlikte aşağıda yer verirken kitabeye alınmayan beyitler dipnota kaydedilmiştir:
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1a/1a15 Cihân-ı cûd u ref’et âfitâb-ı matla‘-ı himmet
1b/2b Murâd Mollâ Efendi hazreti ol zât-ı bî-hemtâ
(Merhamet ve cömertlik dünyası, himmet (yüksek irade) güneşinin doğum yeri, Murad Molla Efendi hazreti o benzersiz kişi.)
2a/2a Güzîde necl-i ‘âlî-şânı Dâmâd-zâde Efendinin
2b/- Ki oldu nâm-ı Minkârî16 onun zâtı ile ihyâ17
(Damadzâde Efendinin şanı yüce ve mümtaz evladı sayesinde
Minkarî’nin namı yeniden hayat buldu.)
3a/4a Ebû’l-hayr eylemekden künyesin cedd-i
keremkârı
3b/4b O18 zâtın masdar-ı hayr oldugun îmâ imiş
Hakkâ
(Kerem sahibi dedesinin künyesini Ebulhayr eylemesi,doğrusu o
zatın [da] hayırlı olduğuna ima imiş.)
4a/8a Binâ kıldı bu hayr-ı pâki el-hak sarf edip
himmet
4b/- Esâs-ı ‘izz ü câhın üstüvâr etsin onun Mevlâ19
(Gerçekten himmet sarf ederek bu tertemiz hayratı bina etti,
Allah onun yüceliğinin ve mevkiinin temelini sağlam kılsın.)
5a/10a Dedim tahsîn birle Fıtnatâ itmâmına târîh
5b/10b Zihî tarh-ı bihîn oldu bu nev dârü’l-kütüb
Hakkâ20 1189
(Ey Fıtnat, tamamlanmasına takdir ederek tarih söyledim, aferin
bu yeni Kütüphane gerçekten en güzel kuruluş oldu.)
Cümle kapısındaki kitabeler: Tekke ve kütüphanenin bulunduğu mekana giriş kapısının üzerinde iki kitabe yer almaktadır. Bunlardan solda olan sülüs yazıyla üç satır olup Arapçadır. İlk satırda “Allâhu teâlâ yüce kitabında buyurdu” anlamına ,ifadesi ” قال اهلل تعاىل ىف كتابه الكريم ” gelen ikinci satırda bu dönemde inşa edilen kütüphanelerde yaygın olarak kullanılmaya başlayan Kur’ân’ın Beyyine Sûresinin (98) 3. ayeti ile ayet okumalarından sonra söylenen “Sadakallâhu’l-azîm” ifadesi bulunmaktadır. Üçüncü satırda ise bâninin adı ve vefat tarihi (1192/1778) yazılıdır: Sâhibü’l-hayrât Dâmâdzâde Mehmed Murâd sene 1192 (1778). Dolayısıyla bu kitabenin bâninin ölümünden sonra konulduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca muhtemelen kitabenin hattatı olan “Mehmed” ismi de istifli hatla yazılmıştır:
Sağ tarafta bulunan kitabe II. Abdülhamid’in tekkeyi tamir ettirmesi üzerine kaleme alınan 1308 (1890-91) tarihli, şairi belli olmayan manzumedir. Bu kitabe 1999 depreminden sonra kütüphanenin kapatılmasıyla birlikte yok olmuştur. 14 Ekim 2020 tarihinde yaptığımız ziyaret sırasında mevcut kitabeyi sorduğumuzda son onarımda aslına uygun şekilde bir hattata yazdırılıp yerine konulduğu bilgisine ulaştık. Talîk hatla yazılan üç beyitlik onarım kitabesi ve bugünkü Türkçesi şöyledir:
Mef‘ülü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün
Bu hânekâh-ı feyz-penâh-ı Molâ25 Murâd
Olmuşdu kalb-i ‘âşık-ı efkende-veş harâb
(Molla Murad’ın feyzinin sığınağı olan bu hankah (tekke), kalbi
kırık âşık gibi harap olmuştu.)
Yapdırdı pâdişâhımız ‘Abdülhamîd Hân
Üçyüz sekizde oldu nakış-bend ü feth-i bâb
(Padişahımız Abdülhamîd Han yaptırdı; [1]308’de onu
süsleyerek açtı.)
Bu bâb-ı müstetâb açıldıkca subh u şām
Versin o şâh-ı a’zama Hak ‘ömri bî-hesâb1308
(Bu güzel kapı sabah akşam açıldıkça Allah bu büyük Şah’a
hesapsız/sonsuz ömür versin)
Murad Mollanın tekkesiyle aynı mekanda inşa ettirdiği (1775) ve adıyla anılan kütüphanesi, Köprülü Kütüphanesiyle (1678) başlayan bağımsız kütüphane binası yaptırma uygulamasının bir tekkede gerçekleşmesiyle ilk olması bakımından dikkat çeker. Böylece kitaplar tekkenin içindeki bir oda, dolap veya raftan çıkarak kendine ait mekana sahip olur. Bu kütüphane, yüzyıllara dayanarak binasını neredeyse özgün hâline yakın bir şekilde koruması ve 1999 yılına kadar asli işlevini yerine getirmesiyle de İstanbul’daki tarihî kütüphaneler arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Yapım kitabesinin ise mevcut bilgilere göre ilk kez bir kadın şairin, Fıtnat Hanımın kaleminden çıkmış olması kütüphanenin bu ayrıcalıklı konumunu pekiştirir. Koleksiyonun oluşum serencamını ve kitapları biçimsel ve içerik olarak değerlendirecek çalışmalar şüphesiz ki bu kütüphanenin kıymetinin daha fazla anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.