Rokoko'nun Türkçesi
Nazlı Durmuşoğlu Utku
Fotoğraflar: Murat Gür
Rokoko'nun Türkçesi
Nazlı Durmuşoğlu Utku
https://www.zdergisi.istanbul/makale/rokokonun-turkcesi-30
Osmanlı medeniyetinde tezyînî sanatlar; yükselme devri olan XVI. yüzyılda doruk noktasına ulaşmışken ardından gelen duraklama döneminde yavaş yavaş ihtişamını kaybetmeye başlamıştır. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Fransa’ya gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransız kültürü ile tanışıp henüz yeni yeni rokoko akımı ile şekillenmeye başlayan bu kültürün etkisinde kalışıyla birlikte Osmanlı sanatında Batı esintileri görülmeye başlamıştır. Bu ilk dönemlerde Türk sanatkârlar örneklerini gördükleri Batı tarzı süslemeleri taklit ile yola koyulmuş olsalar da birer parçası oldukları köklü medeniyetin himâyesindeki Türk sanatının millî karakterini koruyabilmiş, Batı kültürünü kendi zevk ve kadim sanat anlayışlarıyla içselleştirerek Türk rokokosu diye adlandırılan yeni bir üslûp oluşturmuşlardır.
Bizdeki kadim sanat anlayışında ne heykel ne de resim alanında eserler verilmemişse de sanatta soyut yansımalar, mimarî ve tezyînatta alabildiğine gelişmiştir. Türk sanatlarında estetik her zaman ön planda tutulmakla birlikte gözlemlerimize göre sanatta işlevsellik de hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir. Türk-İslâm sanatlarında, sanat ilimden ayrı tutulmadığı için ilimsiz ve faydasız bir sanattan bahsetmek de mümkün değildir. Sanatın sadece devlet hayatında, resmî kurumlarda veya devlet ricâlinin meskenlerinde değil, halkın kullanımına açık eserlerden bir genç kızın çeyizine, mezar taşlarından kitap kapaklarına hayatın her kademesinde tezâhür etmesi, bizâtihi tevhid akîdesinin oluşturduğu bir medeniyetin yüreğinde yoğrulmuş sanatkârların ve sanatkâr ruhların elinden çıkmış olması sebebiyledir. Dolayısıyla, İslâm medeniyetinin önemli bir parçası olan Türk Devletlerinin benimsedikleri sanat, gelişigüzel yapılması söz konusu olmadığı gibi, bencillik ve kaprislerle yoğrulmuş, yalın bir taklide dayalı, muhtevası boş bir sanat da değildir. Türk rokokosunun hâkim olduğu dönem, Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyılda, içinde bulunduğu şartlar altında, belki de unutulmaya yüz tutmuş kendi klasik sanatlarımızın hasretiyle bir estetik arayışına girmiş sanatkâr ve sanatseverlerin, kaybettikleri yitiği bulmuş gibi rokoko akımına tutundukları, benimsedikleri ve millîleştirerek mimarî ve tezyînî sanatlarda vasıflı eserler verdikleri bir dönem olmuştur.
Türk rokokosunun temel motifleri arasında, vazolu veya sepetli natüralist çiçeklerden oluşan buketler, çiçekli girlandlar, bereket boynuzu şeklinde yapraklar, zengin süslemeli duraklar, taç mücevheri motifi, kurdele, altın zeminde kumlama perdahı, yazı kenarında geniş altın cetveller, desen içindeki düz çizgileri ve sütun motiflerini sarmaşık gibi saran saz yolu üslûbunu andıran ince uzun yapraklar, akantus yaprağı, kenger yaprağı ve çiçeklerle oluşturulmuş kapalı formlar sayılabilir.
Bu dönemde meydana getirilen Kur’ân-ı Kerim tezhipleri, elifbâ cüzleri, duâ kitapları, Delâilü’l Hayrâtlar, silsilenâmeler, şükûfenâmeler, murakka albümler, Esmâ-i Hüsnâ ve Hilye-i Şerifler, levhalar, çiçek albümleri, sefaretnâmeler, icâzetnâmeler, meşk karalamaları, tuğralar, kıt’a, menşur, ferman ve beratlar Türk rokoko üslûbu ile süslenmiş eserler olarak karşımıza çıkarlar. Bunların dışında mimarî ve mimarî unsurların süslemesinde de tabii olarak rokoko üslûbun örneklerine rastlamaktayız.
XVI. yüzyılın ortalarında saray nakkaşı Kara Memi’nin tezhip sanatına kazandırdığı yarı üslûplaşmış çiçekler ile başlayan akım XVII. yüzyılda kendine has bir stilizeyle natüralizme dönmeye başlar. XVIII. yüzyıldan itibaren Batı etkisinde kalan çiçek tasvirleri natüralist hatta natürmort anlayışa uygun örnekler olarak şükûfe tarzı adıyla bilinen yeni bir üslûpla karşımıza çıkmaktadır. Türk rokokosu ile iç içe geçmiş şükûfe, çiçek resmi manasında kullanılmıştır. Şükûfe tarzında eser veren sanatkârlara çiçek ressamı denmektir. Şükûfe tarzında doğal halleriyle çizilen çiçekler, zengin tonlamalarla boyanıp, zemin rengin koyu tonuyla kontürlenir. Çiçek resimlerindeki ortak özellik, çiçeğin karakterinin korunmuş olmasıdır.
Çiçek ressamlarından adlarını tespit edebildiklerimizden bazıları şunlardır:
Abdülminas Ali, Abdullah Buharî, Ali ül-Nakşibendî, Ali Üsküdarî, Çâkerî, Fahri el Bursevî, Hezargradlızâde Ahmet Ataullah, Hüseyin Hüsnü, Kara Memi, Mehmed, Seyyid Ahmed, Seyyid Mehmed, Şeyhî.
Şükûfe tarzında, gül ve goncası, lâle, karanfil, kasımpatı, papatya, zambak, sümbül, zerrin, gelincik vb. her dönemde Türk tezyînî sanatlarında kullanılagelmiş çiçekler gerek serlevha ve koltuk süslemelerinde vazolu veya kurdele ile bağlanmış buketler halinde müstakil olarak, gerekse desen içinde süsleme unsuru olarak kendilerini göstermişlerdir. Çiçeklerin yanı sıra haşhaş, hurma ve nar gibi çeşitli meyveler de Türk süsleme sanatlarında kullanılagelen motiflerdir.
Türk rokoko tarzında yapılan eserlerin ilk örneklerinde, klasik üslûpta kullanılan rûmî, hatayî ve bulut gibi tam stilize olmuş klasik motiflerin yanı sıra, daha az stilize olmuş veya doğadan yeni koparılmış gibi ve kurdele ile bağlanmış buket haline getirilmiş natüralist çiçekler ve yapraklar süslemelerde birlikte yer almıştır. Şükûfe tarzındaki bu örneklerin boyanmasındaki yenilik ise, o döneme kadar Osmanlı tezhip sanatında görülmemiş olan ışık-gölge ile üçüncü boyuta varılmaya çalışılması ve perspektif arayışıdır. Renklerin koyulu açıklı kullanılması, ince tarama tekniği ile gölgeler verilmesi motiflere derinlik katmıştır. Bununla birlikte renk ve ayrıntılar aslına uygun işlenmiştir.
TOPKAPI SARAYI’NDA ROKOKO
XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde (17201721) , yanında maiyetiyle birlikte Fransa’ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed geriye çok ilginç izlenimlerle dönmüştü. Gezi notları ve deneyimlerinden, Osmanlı devletinin sosyal ve sanat yaşamını yeniden şekillendirecek olan Fransız Seyahatnâmesi adlı kitabı kaleme almıştır. Bu notlardan istifade eden ve Fransa’dan gelen hediyelerdeki süsleri müşâhede eden Türk sanatkârları, Batı etkisindeki ilk eserleri vermeye başlarlar. Bu kısacık Fransa ziyaretinin süratli etkileriyle, rokoko üslûbu bize hemen hemen Fransız rokokosu ile eş zamanlı olarak gelmiştir.
Rokoko örnekleri önce sarayda kabul görmüş, sultanların teşvikleri ile payitahtta revaç bulmuştur. Kısa sürede İstanbul’un çehresi Batı esintileriyle değişmiş, zamanla Türk rokokosuna dönüşen bu tarz halk tarafından da beğenilmiştir. Osmanlı padişahlarının iltifatıyla Topkapı Sarayı’nın yenilenen pek çok bölümünde rokoko üslûbu kullanılarak şahane eserler meydana getirilmiştir.
Türk-İslâm sanatlarında, sanat ilimden ayrı tutulmadığı için ilimsiz ve faydasız bir sanattan bahsetmek de mümkün değildir. Topkapı
Lâle Devri’nin başında lll. Ahmed, Hünkâr Sofası ile I. Ahmed Odası arasına Yemiş Odası denilen mekânı yaptırmıştır. Aynalara da yer verilen bu odadaki tasvirler, minyatür üslûbundan Batı’nın perspektif anlayışına geçişi gösterir.Yemiş Odası’nın duvarlarındaki çiçek resimleri, duvar nişleri içine boyayla yapılmış çiçekli saksılar ve vazolar, meyve sepetleri gibi süslemeler, üç boyutlu, natüralist ve natürmort tarzda âdeta resim gibi olup tüm duvarları ve dolap kapaklarını süslemektedir.
Çağın değişmesiyle artık klasik harem yapılarının sultanlarla aileleri tarafından tercih edilmemesi üzerine ya aynı yapılar içinde mekânların dekorasyonunun değiştirilmesine veya yeni yapıların inşasına başlandı. XVIII. yüzyıl ortasında Fransız etkilerinin saray sanatına yansıdığı dönemde I. Mahmud ve lll. Osman, hünkâr hamamlarının önündeki odanın ve şahsî eşyalarını koydukları Hazine Odası’nın (Taş Oda) bezemelerini rokoko üslûbuna göre yeniden düzenlettiler ve Hünkâr Sofası, Baş Haseki Dairesi’nin alt katı ile Vâlide Sultan Dairesi’nin girişi yanındaki revak bölümünden alınma odayı da (Vâlide Şahnişi) aynı üslûpta yoğun bir süslemeyle kaplattılar. Daha sonra Hünkâr Sofası önündeki bahçeye âbidevî bir alt yapı üzerinde yükselecek şekilde mermer bir terasla (lll. Osman Taşlığı) şahnişli ve üç odalı lll. Osman Köşkü yapıldı. Sultanın haremde barok kabartmalı mermer ve Tekfur Sarayı üretimi çinilerle yenilediği bir mekân da Harem Camii idi.
Klasik yapılarda oturmak istemeyen sultanlar bu dönemde haremin yapılaşmaya uygun tek alanı olan Mabeyn bölümündeki I. Selim Kulesi’ni küçülterek tonozlar üzerinde geniş bir teras kazandılar. Kuleden kazanılan alanın alt katına Aynalı Oda’yı da içeren I. Abdülhamid Dairesi yapılırken üst katına da yine rokoko dekorasyonla ve ahşap malzemeyle yeni Baş Haseki Dairesi eklendi; şehzâdelere de Çifte Kasırlar verildi. Rokoko süsleme, en güzel görüntülerinden birini Topkapı Sarayı’nda yaşayan son padişahlardan lll. Selim döneminde bu sultanın haremdeki dairelerinde verdi. Bu odalar 1790’lardaki zevki belgeleyecek şekilde klasik harem cephesindeki yerlerini aldılar. Haremdeki son yapılaşmayı ve Sultan’ın yenilikçi fikirlerini coşkun bir rokoko zenginliğiyle sunan bu daireler, lll. Selim ve vâlidesi Mihrişah Sultan’ın yanyana odalarından oluşur.
XVIII. yüzyılda Topkapı Sarayı adıyla geçen önemli bir harem yapılaşması da sarayın Sarayburnu ve Marmara yönündeki Has Bahçe’ye inşa edilen ahşap sahilsarayla gerçekleşmiştir. 1794-1802 yılları arasında Viyana Schönnbrunn Sarayı bahçıvanının kardeşi Jacob Ensle tarafından yapılan bahçe düzenlenmesinin yanı sıra bu yıllarda lll. Selim’in mimarı olan A. I. Melling de sarayın selâmlık bölümünü meydana getiren Yeni Köşk’ü inşa etmişti. Selâmlık Mabeyn Kasrı olarak kullanılan Hasan Paşa Köşkü’nün yanında, Sarayburnu’nda yer alan revaklı geniş bir avlu çevresindeki kadınefendi ve cariyelerin yaşadığı bölüme bitiştirilmişti. Bahçe düzeni ve rokoko iç dekorasyonunun yanı sıra iç mekân yaşantısının zenginliğiyle Topkapı Sarayı kıyısında uzayıp giden, yabancı mimar ve bahçe tasarımcılarının Osmanlı sarayında yaptıkları bilinen ilk bina olmasıyla da önem taşıyan sahilsaray, 1863 yangınında tamamen yok olmuştur.