Yok Edilen Kütüphanelerin Kısa Tarihi
Merve Akbaş
Yok Edilen Kütüphanelerin Kısa Tarihi
Merve Akbaş
https://www.zdergisi.istanbul/makale/yok-edilen-kutuphanelerin-kisa-tarihi-597
Milattan önce 200’lü yıllarda yaşayan tarihçi Li Si, Çin İmparatoru Qin Shi Huang’a sunduğu rapora, “Hizmetkârınız, Ts’in (Qin) hanedanına ait olanlar dışında tüm kitapları yakmasını talep eder.” cümlesiyle başlıyordu. Li Si, mutlak gücü böyle sağlayabileceklerine inanmıştı. Onların tarafından, bilim ve felsefe potansiyel tehlike olarak görülüyordu. Toplumsal düzenin sağlanması için imparatoru eleştiren veya farklı bakış açıları sunan her kitap yok edilmeliydi. Öyle de oldu. Ancak iktidarı için kitaplar yakan, arşivler talan eden Qin Shi Huang’in kendi kütüphanesi de öldüğünde yerle bir edildi.
Ne yazık ki kütüphanelerin tarihi bu ve buna benzer hikayelerle, yani insan eliyle yok edilmeleriyle başlıyor. Tarihçiler, arkeologlar, araştırmacılar kitapların geçmişine yolculuk yaptıklarında karşılarına ilk olarak yok edilen kütüphaneler çıkar. Bunun nedeni aslında yazının insanlık tarihinin en ilginç maceralarından biri olmasıdır. Latin yazar Plinius, bundan yaklaşık 2 bin sene önce, insanlığın tarihinin papirüse dayandığını yazmıştı. Yani kütüphanesinde kitaplar biriktiren herkes kendini tarihin, edebiyatın, sanatın ve bilimin sürdürülebilirliğine katkı sağlamış da sayabilirdi. Bu kitaplar yüzyıllar boyunca farklı kültürlerin, düşüncelerin ortadan kaldırılması için tahrip edildi, yakıldı, yağmalandı.
HAMMURABI’DEN “TABLETI KIRIN” EMRI
Bugün bizler bizzat kitabın yok olup olmayacağını, kâğıt kokusunun yerini e-book’ların alıp almayacağını tartışaduralım, bilindiği kadarıyla insanlığın bilinçli bir biçimde ortadan kaldırdığı ilk kütüphanelerden biri Babil Kütüphanesiydi. Babil imparatorlarından Hammurabi, her zaferini kütüphanesini daha da zenginleştirmek için bir araç olarak görüyordu. Tarihin en eski yazılı kanunları olarak da bilinen Hammurabi Kanunları da ‘tablet’lerin yok edilmesinden bahseden ilk metinlerden biri olarak anılabilir. Bugün Fransa’daki Louvre Müzesinde sergilenen iki metrelik silindir taşın üstüne işlenen kanunların 37. maddesi binlerce yıl öncesinden bize şöyle bir haber veriyor: “Herhangi bir kimse bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiradaki arazisini, bahçesini ya da evini satın alırsa tableti kırılır ve parası yanar.” İlginçtir ki yine Hammurabi’nin temellerini attığı, uğruna nice kütüphanenin yağmalandığı dev arşiv, Babil topraklarını Asur kralı Sanherib’in almasının ardından yerle bir edildi.
KITAPSEVERLERIN CENNETI
Bu kötü talih Babil’e özgü olarak kalmadı. İskenderiye Kütüphanesinin de benzer bir kaderi oldu. Tarihin büyük ve önemli kütüphanelerinden biri olan bu kültür merkezini Ptolemaios hanedanı kurmuştu. Aynı zamanda bir yayınevi işlevi gören kütüphanede sayısız papirüs saklanıyordu. Bir kitapseveri cennette hissettirecek boyutlardaki kütüphaneyi Demtrios isimli Yunan asıllı bir kitapseverin idare ettiği, genişlettiği ve imrenilecek boyutlara getirdiği sanılıyor. 4. yüzyıla kadar ayakta kalmayı başaran kütüphanenin nasıl yok edildiği hakkında birbirinden farklı hikayeler mevcut. Kimilerine göre kütüphane Hıristiyanların pagan inancına ait belleği yok etme çabaları sırasında kül oldu, kimilerine göre de Sezar’ın İskenderiye’ye kuşatması sırasında yakıldı.
İKONA KIRICI HAREKETLERIN BIRAKTIĞI IZLER
Şimdi kendi coğrafyamıza, yani İstanbul’a yönelelim. İstanbul’un Doğu Roma tarafından yönetilmeye başlaması 330’lu yıllara denk geliyor. Konstantin tarafından hipodrom, tiyatrolar, saraylar, hamamlar ve sarnıçlarla çevrilen bu kent her dönemde olduğu gibi o dönemde de muhteşem kütüphanelere ev sahipliği yaptı. Özellikle 3. yüzyılda yaygınlaşan bir yöntemle, her iki yüzüne yazı yazmaya imkan sağlayan parşömen, papirüsten daha dayanıklı bir malzemeydi. Bu şekilde yazılan kitapların bir kısmı bugüne kadar ulaştı. Ancak kitabın olduğu kadar savaşın da bol olduğu bu coğrafyada, kütüphanelerin yok edilişi kaçınılmazdı. Şehirdeki çoğu kütüphane farklı tarihlerde saldırılara maruz kaldı. Bunların en unutulmazlarından biri 8. yüzyıl ile 9. yüzyıl arasında süren ikona yani tasvir kırıcı hareketler esnasında gerçekleşti. Kilisenin devlet üzerindeki etkisini azaltmaya çalışan harekete mensup olanlar binlerce elyazmasını içindeki tasvirler nedeniyle tahrip etti. Kütüphaneler yakıldı, kitaplar ortadan kaldırıldı. Sayısız sanat eseri yok oldu.
ENDÜLÜS’ÜN KAYBOLAN HAZINESI
Endülüs Emevilerinin büyük yöneticilerinden Halife II. Hakem Avrupa’daki en büyük kütüphaneyi kurmayı başarmıştı. Kurtuba’daki bu kütüphanenin 600 bini aşkın kitaba ev sahipliği yaptığı söylenir. Endülüslülerin en önemli özelliğinin kitap sevgisi olduğu o coğrafyayı ziyaret eden seyyahların da dillerine dolanmıştır. Ancak önce Berberi akınları Kurtuba kütüphanelerine zarar verdi. İberya Yarımadası olarak da bilinen bölge Hıristiyanlar tarafından ele geçirildiğinde de Granada’nın meşhur kütüphanesi, binlerce elyazması, sayısız alandaki eser ve Kur’an-ı Kerimler yakıldı. Tarihin yazdığı en büyük kültür kıyımlarından biri yaşandı.
AZTEK MEDENIYETI TLATELOLCO’DA SON BULDU
Aynı yüzyılda Avrupalılar ikinci bir kıyımı Amerika’da gerçekleştirdiler. Kristof Kolomb’un keşfiyle kölelik, hırsızlık ve yağma yeni kıtaya hızla yayıldı. Yerel halkı Hıristiyanlaştırma çabalarıyla başlayan kıyımlar esnasında bölgenin otantik kültürleri tahrip edildi. 1536’da Meksika valisi ve Meksika Engizisyon Mahkemesi başkanı olan İspanyol Başpiskopos Juan de Zumarraga, bugün doğrudan Aztek İmparatorluğunun edebiyatını imha etmekten sorumlu tutuluyor. Zumarraga yerli halkı dindar Hıristiyanlar haline getirebilmek için bölgedeki bütün farklı inanç ve kültürlere ait kitapları yaktırırken, bir yandan da Avrupa’dan matbaa makinası getirip bölge dillerinde İncil bastırdı. Kitaba sahip olduğunu düşündüğü herkesin peşine düştü. Ülkenin en ücra bölgelerine bile bu uğurda baskınlar yaptırdı. İşkenceyle konuşturduğu çoğu insandan saklanan eser ve kütüphanelerin yerini öğrendi. Topladığı eserleri Meksika’nın önemli meydanlarından sayılan Tlatelolco’daki pazarın ortasında yaktırdı. Amerika yerlilerinin bilim, sanat, edebiyat gibi alanlarda geliştirdikleri birikim günlerce devam eden bu yangında kül oldu.
KITAP YAKAN INSAN DA YAKAR
19. yüzyılın ünlü Alman şairi Heinrich Heine, İspanya Krallığının Endülüs’ü, yani Granada’yı işgalinden oldukça etkilenmişti. Bu nedenle de o ünlü eserini, Almansor’u yazdı. Almansor ve Hassan karakteri arasındaki diyaloglar işgalin kitaplara, kütüphanelere, sanat eserlerine yaptığı tahribatın boyutlarını anlamamızı sağlıyor. Eserdeki bir cümle ise yazıldığı dönemde oldukça ciddi bir öngörü içeriyordu: “Ön gösteriydi bu, kitapların yakıldığı yerde / İnsanlar da yakılır nihayetinde!” Heine maalesef yaklaşık 100 yıl sonra haklı çıktı. Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinden sonra zararlı bulunan pek çok kitap adeta dinî bir tören gibi, marşlar eşliğinde toplu biçimde yakıldı. Onlarca kütüphane de bu kitap kıyımlarından nasibini aldı. Nazi devletinin yasakladığı yazarlar içinde Heine de vardı. 1933 yılı Avrupa’da sayısız kütüphanenin yakıldığı bir zaman dilimi olarak anıldı. Kitapların yakılmaya başlamasının ardından insanlar da işkencelere, toplu ölümlere sürüklendi, kendi vatanlarından kaçmaya zorlandı. Sigmund Freud’un aynı dönemde bir gazeteye verdiği söyleşide kullandığı şu cümle, yaşananları Heine’nin bakış açısından, ters ve ironik biçimde anlatıyor: “Ortaçağda olsa beni yakarlardı, bugün kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar”.
“SAYFA ELINIZDE ERIYIP YOK OLANA KADAR...”
1989’da Yugoslavya’nın parçalanması yüz binlerce insanın ölümüne, bir o kadarının da mülteci durumuna düşmesine neden oldu. Tabii binlerce kitabın yakılmasına da... Balkan savaşlarının ilk darbelerinden birini Dubrovnik kenti aldı. Sırp askerleri, tarihi kenti işgal etmek için uzun süren bombardımanlar gerçekleştirdi. İşgalin ardından da 1991’de Üniversitelerarası Merkez Kütüphanesini bombaladı. Kütüphane, içindeki 30 bini aşkın kitapla birlikte tamamen kül oldu. Kısa süre sonra Skocibuha Sarayındaki ortaçağdan kalma elyazmaları, bilim adamlarından kalan sayısız arşiv belgesi ve yarım milyon kitap çatışmalar esnasında yok edildi.
Tarihin bilinen en büyük kütüphane imhasına da bir yıl sonra Saraybosna şahitlik etti. 1890’larda neo-Mağribi üslupla inşa edilen Bosna-Hersek Millî Kütüphanesi, tahminen iki milyon kitapla beraber tamamen bilinçli ve sistematik bir biçimde Sırp askerleri tarafından bombalandı ve yakıldı. Bu imha nedeniyle 25-27 Ağustos 1992 tarihlerinde şehrin üstünden duman hiç eksik olmadı. Sırp keskin nişancılar ateşi söndürmeye çalışan itfaiyecileri ve gönüllü halkı bile bile hedef aldı ve vurdular. Bosna-Hersek Millî Kütüphanesi çalışanlarından Kemal Bakarsic şöyle anlatıyordu: “Yangın ertesi güne kadar devam etti. Kitapların dumanından güneş görünmez olmuştu. Yanmış yapraklar, kül olmuş narin sayfalar bütün şehrin üzerine kirli kara bir kar gibi yağdılar. Bir sayfayı yakaladığınızda ısısını hâlâ hissedebiliyor, bir metin parçasını gri-siyah tuhaf bir negatif üzerinde bir anlığına okuyabiliyordunuz. Ta ki ısının dağılmasıyla sayfa elinizde eriyip toz olana kadar.” Şarkiyat Enstitüsü de aynı kaderi paylaştı. Enstitü binasıyla beraber Arapça, Farsça, Osmanlıca, Arap harfleriyle yazılmış Boşnakça elyazmaları, ülkenin tarihi için kaynak niteliği taşıyan 200 bini aşkın eser, Osmanlı döneminden kalan sayısız önemli arşiv belgesi küle döndü. Bosna Savaşı bitene kadar onlarca kütüphane bu kaderi yaşadı.
SAYISIZ ESER KAYIPLARA KARIŞTI
21. yüzyılın ilk kütüphane kıyımı Irak’ta yaşadı. Olaylar Saddam Hüseyin iktidarını yıkmak isteyen ABD’nin 2003 yılında kimyasal silah bahanesiyle ülkeyi işgal etmesiyle başladı. Bu işgalin getirdiği istikrasız günler, ülkenin önemli koleksiyonlarının kayıplara karışmasına neden oldu. İşgalin ikonik anlarından biri olarak hatırlanan, Bağdat’taki Saddam Hüseyin heykelinin yıkılışının hemen ardından Ulusal Kütüphane ve arşivler yağmalanmaya başladı. Ardındaki günler Bağdat Arkeoloji Müzesi ve Kur’an Müzesi de benzer bir akıbete uğradı. Amerikan askeri olanlara müdahale etmedi. Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de, “Olur böyle şeyler” açıklamasını yapmakla yetindi. O gün olanlara şahit olan kütüphane yetkililerinden biri “Moğol zamanlarından beri böyle bir barbarlık olmadı.” cümlesiyle yaşananları özetlemişti. O dönemde Irak’ta nice kütüphane benzer biçimde yağmalandı, bombaların hedefi oldu. Oysa çatışmalar arasında kalanlar dünyanın en önemli sanat eserleri, kitapları, arşivleriydi. Kimileri yıllar sonra farklı ülkelerde ortaya çıktı. Kimileri müzayedelerde satıldı.
TIMBUKTU’NUN MIRASI
2013 yılında ise dünyanın farklı bir ucunda benzer bir olay yaşandı. Mali’deki Fransız güçleri ve silahlı gruplar arasında devam eden olaylar, elyazmaları konusunda bir zamanlar dünyanın en zengin kenti olan Timbuktu’ya sıçradı. Şehri ele geçiren silahlı gruplar, elyazması eserlerin bulunduğu bir kütüphaneyi ateşe verdi. Bütün dünya kitaplar için üzülürken, eserlerin bir kısmının kurtarıldığı öğrenildi. Timbuktu’nun arşivi şu an koruma altında.
SURIYE’NIN HAFIZASI KÜLE DÖNÜYOR
Suriye’deki savaşın da önemli arşivleri yerle bir ettiğini biliyoruz. IŞİD’in yok ettiği kitapların ve tarihi eserlerin sayısı oldukça fazla. Antik döneme ait eserlerin yer aldığı birbirinden farklı koleksiyon ve arşivler savaş esnasında yağmalandı, yok edildi. Bunlardan biri Rakka Kütüphanesi ve Müzesiydi. Yok edilen eserlerle beraber ülkenin entelektüel hafızası da kısmen yok oldu.
Tarih boyunca yaşanan bütün bu olaylar bize yok edilen kütüphaneler hakkında küçük bir çerçeve çizebilir. Ancak hikaye buraya aktarabildiklerimizden çok daha uzun, hüzünlü ve soru işaretleriyle dolu. Umberto Eco ve Jean-Claude Carriere’in karşılıklı sohbetinden oluşan Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın isimli kitabın girişinde Jean-Philippe de Tonnac okura şu soruları sorar: “Koskoca kitap, resim, film, çizgi roman, sanat nesnesi koleksiyonları bu şekilde ya sorgu memuru tarafından alıkondu ya alevler arasında yok olup gitti yahut da sırf ihmal yüzünden kayboldu. Önceki yüzyılların muazzam mirasının en iyi kısmı mıydı bunlar? ... Kaybetmiş olduğumuz muhafaza etmiş olduğumuzdan daha mı iyiydi? Kafamızdaki şüpheyi kim söküp atacak?”
Herhalde bu şüpheden kurtulmanın bir yolu yok. Ancak bu şüphenin doğuracağı sorular, sorgulamalar, hikayeler bize daha nice kütüphane hediye edebilir. Onları da yok etmezsek tabii.