Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Adalar, Faytonlar ve Atlar
Halim Bulutoğlu

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Adalar, Faytonlar ve Atlar
Halim Bulutoğlu

https://www.zdergisi.istanbul/makale/adalar-faytonlar-ve-atlar-197

Rüzgar adaya 3 aylıkken geldi ilk kez. Çamların altındaki bahçemizde, huzur içinde birkaç gün geçirdi. Kendisiyle, çevresiyle ve dünyâyla barışık bir çocuk olacağı belliydi. Meraklı gözlerle inceledi çevreyi. Kedileri, martıları. Ada yollarına ilk kez anne kucağında ve pusetinde çıktı. Üç aylıkken. Kediler, kargalar ve martılar değil ama onu en çok heyecanlandıran atlar olmuştu. Bir de koca memeleriyle yollarda dolaşan bir çift inek. Henüz anlaşılır sesler çıkmıyordu ağzından; ama atlara ve ineklere tepkisi farklıydı. Hem mimikleri hem de kolları, bacakları hareketleniyor, yüzünde güller açıyordu.

Büyükada.9 ya da 10 aylık olduğunda yine adaya düşmüştü yolu. Anne ve babasıyla. Erken konuşacak gibiydi. İlk sözcükleri arasına ilginç bir şekilde at da yerleşti. Anne, baba ve dedeyle birlikte. Artık tepkisi iyice belli olmuştu. Büyükada Çankaya caddesinin iki sokak üzerindeki evimize faytona koşulmuş atların nal sesleri belli belirsiz ulaşmaktaydı. Onca ses arasından onları fark ediyor ve eliyle hep caddeyi işâret ediyordu:

“Gidip atlara bakalım…”

Kaç kez Con Paşa köşkünün karşısında, Ahmet Emin Yalman Evi’nin yanında, bahçe duvarı üzerinde oturduk. Gözleri köşeden çıktı çıkacak olan faytonlardaydı. Seferlerimiz bütün yaz boyunca da devam etti. Faytona ilk kez, birinci yaş gününde bindi. Yaş günü hediyesi gibi. Sürücü de babacan bir adamdı. Onu yanına oturttu. Hatta eliyle atlara dokunsun istedi. Çok hoşlandı mı, anlaşılamadı. Ürkekti. Uzaktan ilişkiyi daha çok seviyordu; onların yan yana, ritmik koşar adımlarını, asfaltta çıkardıkları sesleri.

Rüzgâr artık üç yaşında. Bu yaz günlerinin neredeyse yarısını adada geçirdi. Elbette ilgi alanları değişti, farklılaştı, zenginleşti. Deniz ve havuzla tanıştı. Yüzmeyi öğrendi; ama atlara ilgisi hiç eksilmedi. Adadaki eve gitmek onun için heyecan verici bir şey. Deniz, yelkenliler, vapur. Ama ille de atlar.

Ada ve At

İstanbul Adalar’ına at ilk ne zaman ayak bastı, bir kayıt yok. Ama atlardan önce eşeklerin olduğu kesin. Adalardaki yerleşimin 2 bin yılı aşan târihinde, eşeklerin yeri olmuş hep. MÖ II.-III. yüzyıllarda, Demonisos adlı mâdenci, Heybeliada Çam Limanı’ndaki bakır ve göz taşı cevherini çıkarırken, insan gücünün yanında, mavnaları ve eşekleri de kullanmış olmalı. İlk tapınakların, manastırların ve konutların harcında da eşeklerin emeği var.

Arpa, buğday, mısır gibi tahıl ürünleri için ekilen arâzilerde ya da bağlık alanlarda da eşek ve öküzler kullanılmış. Adada su büyük sorun ya. Su kaynaklarından evlere ve manastırlara su taşıması hep eşeklerle yapılmış. Yakın zamanlara kadar. Aziz Nesin, bir çok öyküsünde Heybeliada’da çocukluk anılarına yer verir. Kardeşiyle uzak çeşmeden su taşıdıklarından söz eder. Bir de eşeklerle evlere taşınan içme sularından.

Büyükada.

Amerikan büyükelçisi S. Samuel Cox, 1886-87 yıllarında görev yaptığı İstanbul’da, yaşam alanı olarak Büyükada’yı seçmişti. Evi, Kadıyoran yokuşunun sonlarında, Hristos mahallesi olarak bilinen epey tepelik bir yerdeydi. “Başlangıçta su sarnıcımız doluydu, ancak fazla dayanamadı ve çevremizdeki çok sayıdaki ev gibi biz de seyyar sulama sistemine geçmek zorunda kaldık.” diyor S. Cox ve devam ediyor:

“Günde iki kez o görsel şölen ile baş başa kalıyoruz; Antonius ve dört evcil eşeği hiç de müzikal olmayan anırmaları ile bahçe kapımızdalar. Fıski yedeki Japon balıkları yaşamalı, terastaki çiçekler açmalı. Dolayısıyla musluklara ve sarnıça su sağlanmalı. Ayrıca Xenophon da yüce adaşı gibi çok çalışmalı ve suyu cömertçe dağıtarak hiçbir bedel istemeden güzellik ve nefaset saçan bahçemizi sevgi ile sulamalı.”

Adada atların kullanımına ilişkin en eski notlar da yine Samuel Cox’tan: “Ada nasıl sulanıyor? Her noktası o kadar bereketli ki mutlaka suyu bol olmalı. Bir miktar kırağı oluşuyor ve çok yaygın olan bağları nemlendiriyor. Bağların yağmura ihtiyacı yok, zaten yaz boyunca doğru dürüst yağmur da yok. Su kuyuları kazılıyor ve su en iyi şartlarda Mısır usulü öküz, at veya insan gücü ile kuyulardan dışarı pompalanıyor.” (S. Sullivan Cox, Prinkipo’da Tatlı Yaşam, Adalı Yayınları)

Sayfiye Adaları

Adalar’daki yerleşimin karakterinin radikal şekilde dönüşümü XIX. yüzyıl ilk yarısında gerçekleşir. Eskiden deniz ulaşımında, insan ve yük taşımacılığında pazar kayıklarına mahkûm Adalılar, artık İstanbul köprü ve Adalar arasında târifeli seferler yapan Şehir Hatları’nın (Şirket-i Hayriyye) buharlı, yandan çarklı gemileriyle tanışırlar.

Ortalama 2 saatte gerçekleşen bu yolculuk, Adalar’ı sayfiye yerleşimine açar. Bir yanda İstanbul Pera, Galata bölgesinde apartmanlaşma gerçekleşirken, öte yandan İstanbul’un kalbur üstü kesimleri Boğaz ve Adalar’da, birbirleriyle yarışırcasına bahçe içinde köşkler, konaklar, yalılar inşâ ettirirler. Ağırlığını ticâret ve bankacılıkla zenginleşmiş azınlıkların oluşturduğu, büyükelçilikler çevresinden yabancıların da yer aldığı; ama aynı zamanda aralarında saray ileri gelenlerinin de bulunduğu İstanbullular, artık Adalar’ın yazlıkçılarıdır.

İskeleye çıkana kadar iş kolaydır da, ya sonra? İskeleden 1.5- 2 km uzaklıktaki konutlarına nasıl ulaşacaklardır? Yürümek bir yere kadar. Bir de bunun, hemen her gün şehirden taşınan eşyâsı, yükü var. Daha da önemlisi, yaz başında İstanbul’dan adaya, yaz sonunda da adadan şehre taşınması var. Öyle bir taşınma ki bugünün ev taşınmasına bedel.

Eşekler yine baş rollerdedir. Eşekçiler bir esnaf grubu olarak Adalar’da çok güçlüdür. Bütün insan ve yük taşımacılığı onların kontrolündedir. Adalar’ın çok popüler eşek turları da o yıllarda başlar. Genci, orta yaşlısı, iskeleden başlayıp, örneğin, Büyükada’da küçük ve büyük tur yolunda eşek turlarına, hatta yarışlarına katılırlar. Ünlü Aya Yorgi tepesine, yine eşekle tırmananlar, gravür ve kartpostallarda arz-ı endam edeceklerdir.

Hepsi iyi güzeldir de, insanların ulaşımı ve taşınması açısından eşeğin pek bir konforu yoktur. Tam da bu sıralarda (1840’lar) Osmanlı sarayı, şehir içi ulaşım aracı olarak atlı arabalarla tanışır. Özellikle sarayın kadınları, kapalı atlı arabalarla sık sık boy gösterirler. Saray efrâdı ile aşık atmaya pek gönüllü İstanbullu zenginleri de bu modaya ayak uydurarak zamanla (1860’lar) şehrin toz toprak yollarını doldurmaya başlarlar. Arabalara sâhip olmak epey pahalı bir iştir. Arabası, atları, seyis ve sürücüleriyle, bakım masraflarıyla epey yüklü bir bütçe gerektirmektedir. Bir faytona sâhip olmak kolay değildir; ama çözüm vardır: Kirâlık faytonlar:

“Kiralık faytonlar iki kısımdı, bir kısmı her gün piyasaya çıkardı; bir kısmı da lüks faytonlardı, piyasaya çıkmaz, ahırlarda arabalıklarda durur, varlığı hususi araba tedarik edecek mertebeye varmamış, fakat kira arabası ile dolaşmayı da kendilerine yetiremeyenler tarafından haber salınarak tutulur, içine, konak arabası cakası ile binilirdi.” (Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c. 10)

Fayton şehirde olur da adada olmaz mı? Hele ihtiyaç da varsa. Adalar’a fayton ya da kupa, önce, İstanbul’da olduğu gibi özel kullanım için girmiş olmalı. Özel fayton sâhibi olacak kadar geliri olmayanlar için de, kirâ arabaları zamanla yaygınlaşmaya başlar. Ama bu o kadar kolay olmayacaktır. Çünkü güçlü eşekçiler esnafı bu araçları kendi gelecekleri için tehlike olarak görürler. Akillas Millas yazıyor: “… 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Ada yollarında özel atlı araba ve faytonların sayısı artmaya başlayınca, eşekçiler hemen tepki gösterdiler. İki esnaf grubu arasında çok ciddi kavgalar çıktı, eşek sahipleri araba sahiplerine bir de iyi dayak attılar. Hatta daha ileri gidip yeni düzenin atlarla ilgili edavatını tahrip ettiler. Ancak Cox’un anlattığına bakılırsa (1886), eşek anırtıları zengin Rum bankerlerin altınlarıyla başa çıkamadı ve Büyükada’da özel faytonlar çok kısa zamanda artmağa başladı. Buna karşılık ‘yeşillikler diyarı’ Heybeli’de âlimlerin ve ruhanilerin babaca nasihatlerine rağmen olaylar eşek sahiplerinin galibiyeti ile neticelendi ve bu hakimiyet uzun yıllar devam etti.” (Akillas Millas, Büyükada, Ada-ı Kebir, Adalı Yayınları, s. 126)

Büyükada.Adalar’ın ulaşım aracı, fayton

XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başı, imparatorluk için zor ama pâyitaht için parlak günlerdir. Şehir canlıdır. Pera, Boğaz ve Adalar şıkır şıkırdır. Özellikle yaz ayları Ada vapurları, iskeleleri, gazino ve lokantaları şık giyimli hanımlar ve beylerle dolmakta, müzik sesleri yükselmekte; tiyatro kumpanyaları, ve dans partileri, Büyükada’yı Avrupa’nın jet sosyetesinin sayfiyelerinden farksız kılmaktadır.

Büyükada olmak üzere, Heybeli ve Burgaz’da, faytonlar, ana ulaşım aracı olarak yerini almıştır. İskeleye yakın noktada, faytonlar için ana durak noktası oluşmuş, böylece faytonlar yaz aylarında sayıları artacak şekilde yaz – kış hizmet vermeye başlamışlardır.

Sermet Muhtar Alus, Reşad Ekrem Koçu’nun hazırladığı İstanbul Ansiklopedisi’ne verdiği notlarında, “Büyükada’nın çevresi 13 km kadardır. Muntazam yolları 1888’de yapılmıştır. Tenteli sepet faytonları, merkepleri gene mevcuttu. Büyük Tur’u faytonlar 2 Mecidiye’ye, eşekler 10, 15 kuruşa yaparlardı.” diye yazar. Hizmete mahsus faytonların kullanımı da uzun yıllar devam eder. Büyükada’da lokumcu-şekerci Hacıbekir’in fayton ve kupa arabaları bakımlı atları ile göz kamaştırmaktadır. Adalı Tekin Suyabatmaz anlatıyor: “Bazı aileler, bilhassa Maden’in ve Nizam’ın sonlarında oturan aileler özel araba bulundururlardı. Bu özel arabaların arka tekerlekleri daha büyük idi. Bunlara ‘Briçker’ deniyordu.” (Semiha Akpınar, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

Bir not da 1929 doğumlu Adalı Yusuf Garip’ten:

“O zamanlar zengin ailelerin kendi özel faytonları vardı, ya da yazları Ada’ya geldiklerinde arabacılardan birini faytonuyla birlikte aylıkla kiralarlardı. Bunlar sabahları Bey’i vapura götürür, akşam vapurdan karşılar eve getirir, gündüz de evin hanımını ve çocukları Tur’a ya da gidecekleri yere götürürdü.” (Semiha Akpınar, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

Faytoncuların işleri de iyidir. Onlarla baş edememiş olsalar da eşekçiler de pastadan pay almayı sürdürmektedirler. Eşek turları ve yarışları popülerliğini kaybetmemiştir. Aya Yorgi’ye çıkabilme ayrıcağılı da sâdece eşeklere âittir.

Faytoncuların tamâmına yakını Rum’dur. Bugünkü gibi, atlar için toplu bir ahır yoktur. Faytoncular, evlerinin bir bölümünü ahır olarak kullanmaktadırlar. Hemen hepsi kendi arabasının sâhibi, sürücüsü ve atlarının seyisidir.

Bu gelenek, 1918 yılında adaya daha 16 yaşında, adımını atan bir gençle, Arif Karadoğan, nâm-ı diğer Arif Ağa ile değişir. Topkapı’da yaşarken kışın Topkapı’da, yazın ise Büyükada’da faytonculuk yapan Rum faytoncularla ahbap olmuştur. At sevgisiyle yanıp tutuşan, okuldan kaçıp faytoncuların yanında zamânını geçiren Arif’in babası çâreyi, okulunu aksatmasın diye ona bir tay satın almakta bulmuştur. Babasını kaybedince de evi terk ederek soluğu Büyükada’da, tanıdığı o Rum faytoncunun yanında alır Arif. Kızı Gülsen Karadoğan’ın anlattıklarına göre, adam yanında tayıyla Arif’i görünce şaşırır. Kaçtığını düşünür ve eve geri götürmek, âilesine teslim etmek ister. Ama karşısında kararlı, ne yapacağını bilen bir genç vardır.

- İşe ihtiyâcım var. Bana iş ver, ne istersen yaparım.

 Adam bakar ki laf dinletemeyecek, çâresiz kabul eder.

- Atları çok sevdiğini biliyorum, onları yemleyecek bakımlarını yapacaksın. Tımarlarını (tarama) eksik etme, yıka. Her şeyi öğreteceğim sana.

Çok mutlu olur Arif. Az da olsa para kazanabilecektir. Gece gündüz demeden çalışmaya başlar. Bu arada o aklıyla kendi atını da kirâlamayı düşünür. Küçük tur yolunda atlı eşekli gezintiler modadır o yıllarda. Kazandığını biriktirir ve kısa süre içinde ikinci atını da alır. Arif’in hayalleri gerçek olmak üzeredir. Artık kendi ayakları üzerinde durma zamânıdır ve ilk faytonunu alır. Adanın en güzel faytonu olmalıdır onunkisi. Her şeyini yeniler, pırıl pırıl eder. Atları da bakımlıdır. Tertemizdir. Kokudan eser yoktur. Kısa sürede tanınır Adalılar arasında. Herkes arabasından, atlarından, onun beyefendiliğinden bahsetmektedir. Ama o, henüz yolun başındadır. (Gülsen Karadoğan, Ada’dan Bir Ağa Geçti, Adalı Yayınları)

Arif Karadoğan, kısa süre içinde işi büyütür. Faytonlarının sayısı 25’e, atlarının sayısı ise 100’ün üzerine çıkar. Artık patronluğa, faytoncu deyimiyle ağalığa adımını atmıştır. Yanında çok sayıda sürücü, seyis çalıştırmaktadır. 1950 yılında, Büyükada Kumsal mevkiinde, İstanbul Belediyesi Adalar şubesine âit 25 dönümlük karanfil tarlasının bir bölümünü kirâlar ve modern, aydınlık ve her türlü sıhhî koşula sâhip ahırlar ile, sürücülerinin kalacağı lojmanlar yaptırır. Ayrıca çarşı içinde arpa dükkânı da açar.

Faytonculuğa düzen

Büyükada.Üç adada; ama özellikle de Büyükada’da, faytoncu esnafı artık bir ağırlığa sâhiptir. Büyükada’da, Saat meydanına bitişik meydan, faytonların toplanma ve ana durak noktası olmuştur. Araba sayısı artıp da meydanı büyütmek gerektiğinde, meydancığa yan cephesi ve girişi açılan Panayia Kilisesi’ne de kısmen müdâhale edilebilmiştir. Heybeli ve Burgaz’da da durak ve toplanma yeri hemen iskelenin yanı başındadır.

Belediye, fayton ve yük arabalarında kullanılan atlar, sefer târifeleri, durak noktaları, barınma ve ahır sorunlarıyla ilgilenmekte, elbette temizlik ve hijyen problemleriyle ilgili önlemler almaktadır.

Adalar, İstanbul’un ilk belediyelerinden biridir. 7. belediye olarak Cumhûriyet’e kadar hizmet verir, sonra da İstanbul Belediyesi’ne bağlı şube müdürlüğüne dönüştürülür. Belediye encümen kararlarına göz atıldığında, her yıl yaz başında faytonlarla ilgili çok sayıda düzenleme göze çarpar. Bunlar ağırlıkla târifelerle ilgilidir. Bir de fayton meydanının deniz suyu ile yıkanması için alınan pompalardan sıkça söz edilir. Târife ve temizlik sorunu, başından beri önemli olmalı.

Bu kararlar arasında, atların nerede barındığı, belediye kontrolündeki ilk ahırların ne zaman yapıldığına ilişkin ne yazık ki bir kayıt yok. Fayton ve faytoncuların sayısı yaz ve yaz dışı dönemlerde değişmektedir. Eşekçiler ise artık sâdece yaz aylarında çalışabilmektedir, zâten sayıları da giderek azalmıştır. Yıllar îtibâriyle her üç adanın fayton sayılarıyla ilgili bir istatistik bulunmuyor. Tarih Vakfı tarafından yayımlanan İstanbul Ansiklopedisi’nde, “Büyükada’da 1930 yılında 15-20 adet, 1936’da 25 fayton bulunmaktadır.” deniyor. Kuşkusuz bu sayı, sâdece ulaşımda kullanılan faytonlar içindir. Özel olarak kullanılan tek ya da çift atlı faytonlarla ilgili olarak bir bölümüne sayfalarımızda yer verdiğimiz anılar dışında bilgi sâhibi değiliz. 1950’de, Arif Ağa’nın ahır kuracak büyüklüğe ulaştığı dönemde sâdece kendisine ait 25 fayton olduğuna göre, Büyükada’daki toplam fayton sayısının bu yıllarda 60-80 arasında değiştiği düşünülebilir. Sayı yıllar içinde, nüfûsa, ziyâretçi yoğunluğuna ve ihtiyâca göre artmış olmalı.

İl Trafik Komisyonu’nun Adalar’da faytonculuğu düzenlemek için çıkardığı 1998 târihli yönetmelikte fayton sayısı hakkında bilgi de verilmekte ve bu sayılar üst sınır olarak kabul edilmektedir. Buna göre Büyükada’da 226 fayton, 77’ü çift ve 30’u tek atlı 107 yük arabası; Heybeli’de 30 fayton, 26’sı çift ve 4’ü tek atlı 30 yük arabası; Burgaz’da 21 fayton, 16’sı çift ve 6’sı tek atlı 22 yük arabası vardır. Kınalı’da ise 14’ü çift ve 4’ü tek atlı 18 yük arabası bulunurken fayton yoktur.

At sayıları, yaz ve yaz dışı dönemlerde değişkenlik göstermektedir. Her fayton için en az dört at bulundurmak gerekliliğinden hareketle, Adalar’daki toplam at sayısının 2000’li yılların başlarında 1200’e kadar çıktığı hesaplanabilir. Faytonların İstanbul’da 1950’lerden îtibâren ulaşım aracı olarak kullanımdan tamâmen çıkarıldığı düşünüldüğünde Adalar’ın at nüfûsu ve yoğunluğu açısından emsalsiz bir konum elde ettiği anlaşılır. Elbette bu sayı ve yoğunluk, büyük sorunları da berâberinde getirmiştir.

2000’e doğru adaya yerleşen Turing Kulübü genel müdürü Çelik Gülersoy’un adada makam aracı olarak kullandığı tek atlı kupa ve faytonuna ben de tanığım. Çelik Bey, ada faytonları, atları ve sürücülerini ıslâh etmek için epey uğraş vermiş, hiç de hazzetmediği faytonlara alternatif çizimler ve örnekler yaptırmış, sürücüler için kıyâfetler de hazırlatmıştı; ama hiçbirinde başarılı olamadı. Başka kimi olumsuzluklar da eklenince, “Son İstanbul” diye adlandırdığı adaya da küserek ömrünün son günlerinde iyice içine kapandı.

 

Adalar’da fayton, sürücü ve at sorunu

Büyükada.Bugün Adalar, faytonlara koşulmuş atların gün boyu öldüresiye çalıştırıldığı, çatlayıp yere yıkılmış at görüntülerinin sosyal medya hesaplarında servise sokulduğu bir belde olarak gündemde. Hayvan hakları savunucuları olarak kendini tanımlıyan ve sayıları onbinlerle ifâde edilen gruplar tarafından “atlara özgürlük” isteniyor. Bunun için eylemler yapılıyor, imzâ kampanyaları düzenleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Haziran Yenikapı mitinginde, “Adalar’daki atları faytonların boyunduruğundan kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmak için bir çalışma yapıyoruz.” diye açıklama yaptı. 2017 sonunda yapılan taramalarda, atlarda ruam vak’alarına rastlandığı için Adalar karantina bölgesi îlân edildi ve at giriş çıkışı yasaklandı. Her yıl 300-400 yeni at getiren (demek ki bu kadar at bir yıl içinde telef oluyor diye haklı bir değerlendirmeye de kapı aralayan) faytoncular yoğun sezonun başladığı 2018 yaz başında çalıştıracak at sıkıntısına girdi. Siyâsîleri araya sokup karantinaya rağmen 200 atı Büyükada’ya sokabildiler; ama yükselen tepkiler öyle bir boyuta ulaştı ki kalanlar, şehirde ellerinde kaldı, atlar getirildikleri illere jandarma konrolünde geri gönderildi.

Bugünlerde Adalar’da faytonların kaldırılacağı ve yerlerine fayton görünümlü akülü araçların getirileceği konuşuluyor. Konuşulmanın da ötesinde, yarı resmî olarak Faytoncular Meslek Birliği’ne tebliğ edildiği söyleniyor.

Peki bu noktaya nasıl gelindi? Belki, “Adalar bu hâle nasıl geldi?” diye sormak daha doğru olur. Yazılı kaynaklara geri dönelim. Bakın bir zamanlar Adalar, faytonlar, faytoncular ve atlar için neler yazılmış?

“1900’lerde, akşam üstleri bahçelerinin kameriyelerinde oturan, hava alan köşk sahipleri, akşam vapurundan çıkanların faytonlarla evlerine dönüşlerini de seyrederlermiş, o tarihlerde Paris’te Longchamps’daki ünlü at yarışlarından dönenlerin Champs Elysées’den geçişlerini seyredenler gibi!” (Tiraje Dikmen’den, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

“1933’de Atatürk’ün misafiri olarak Türkiye’ye gelen Yunanistan Başbakanı Venizelos Büyükada’yı ziyaret etti, Yat Kulüp’te ve Calypso (Akasya) Oteli’nde ağırlandı, faytonla Ada turu yaptı. O zamanlar Ada turları çok ünlüydü. Yılbaşlarında bile faytonlarla Büyük Tur yapılırdı. Yazları da bilhassa mehtaplı gecelerde yürüyerek gitar, mandolin ve akordeon eşliğinde veya eşeklerle Ada turu yapılır, ya da Aya Yorgiye çıkılırdı.” (Semiha Akpınar, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

1940’lar: “Hafta sonu sabahları Adamız bambaşka bir rehavet havasına bürünürdü. Sokaklar sakinleşir ve tenhalaşırdı. Değişik mahallelerdeki kiliselerden gelen farklı tondaki çan sesleriyle, seyrek geçen faytoncuların zarif “ding-dong, ding-dong” zilleri ve atlarının nazik “klak kluk,” nal seslerinden başka ses duyulmazdı.” (Viktor Albükrek’ten, Bir Zamanlar Büyükada, Adalı Yayınları)

“Ada’da Yat Kulüp’teki balolara o zamanın ileri gelenleri ile bilhassa milletvekilleri aileleriyle birlikte katılırdı. Baloda açık büfe bulunurdu. Biz gençler dışarı çıkıp helvacıdan kağıt helvası almaya bayılırdık. Balodan sonra gece geç vakit faytonlarla Tur’a çıkılırdı. Nizam’dan dolaşan faytonlar Lunapark’tan ‘Küçük Tur’ yaparak Maden’in sonunda Karacabey Mevkii’ndeki Aya Nikola Koyu’na inerdi. Faytonlar orada bir süre durur, şarkılar söylenirdi. Bir keresinde aramızda bulunan Münir Nurettin Selçuk mehtabın ve fayton fenerlerinin ışıklarında şarkılar söyledi. Dönüş Maden’den yapılır, vapur saati de ayarlanmış olur, saat 3:00’de 4:00’de bizi tekrar İstanbul’a götürürdü. Baloda orkestra vals, tango ve fokstrot çalardı, herkes bahçede oturmayı tercih ederdi.” (Zerrin Dilmen Kuşadalı’dan, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

Kılık kıyafet, davranış, hijyen

1970’lere kadar Adalıların yaşadığı yere daha saygılı, daha dikkatli, yerel yönetim ve kamu yönetimi üzerindeki baskının da bu nedenle daha düşük seviyede olduğu anlaşılıyor. Bu durum, faytonlara ve sürücülere de yansımış. Hem faytoncu esnafı hem de denetim vazîfesini üstlenmiş olan kamu yönetimi; faytonların, atların ve barınma yerlerinin bakımlı, temiz, yaşanabilir olması için ellerinden geleni yapmış görünüyor. “Faytoncular özel bir kıyâfet, yeşil bir redingot giyerlerdi.” diyor Seyfi Doral, Semiha Akpınar’ın Büyükada Bir Ada Öyküsü kitabı için verdiği mülâkatta. Aynı kitap için konuşan faytoncu Hikmet Yüret de bugün akla bile gelmeyen önemli ve teşvik edici uygulamaya işâret ediyor:

“1960-1967 yılları arasında Belediye turnuva düzenler, seminer yapardı. Atları bakımlı, arabası güzel olanları değerlendirir ve ödüllendirirlerdi. Kupa ve bronz madalya verirlerdi. İki kez ben kazandım. Kupa ve madalyadan başka 3’er bin lira da mükafat verdiler.” Aynı yıllarda Büyükada’da her yıl çiçek festivalleri de yapılırmış. Festivaller II. Dünya Savaşı öncesinde başlamış, sonra ara verilmiş, 50’li yıllarda tekrar başlamış. Faytonlar çiçeklerle süslenir, her birine Adanın güzelleri başlarında çiçekten taçlarıyla oturtulur, faytonlu kortej adayı dolaşır, kalabalığın tezâhürâtı kulaklarda çınlarmış.

Göç ve derinleşen sorunlar

1960’lı, 70’li yıllarda ada büyük göç verdi. Kaç nesil Adalı olan Rumların bir bölümü zoraki, kalanları da çeşitli nedenlerle Adalar’ı, İstanbul’u, Türkiye’yi terkettiler. Aralarında yılların faytoncuları, arabacıları da vardı. Adalar’ın kolu kanadı kırıldı, kalanların deyimiyle “rûhu soldu.” 80’li yıllarda artık o turnuvalardan, festivallerden hiç biri kalmamıştı. Göçlerle yeni gelenler, Adalar’ın rûhunu ne kadar kavradılar, burası tartışmalı.

Adalar 1984 yılında yeniden belediye oldu. Artık başkanlar yerel seçimlerde halk tarafından seçiliyordu. Yeni uygulanmaya başlayan Mahallî İdâreler Mevzûâtı gereğince iş başına gelmiş olan Adalar Mahallî Belediyesi, ayağının tozuyla ilk uygulama olarak Adalar’da şortla dolaşmayı yasakladı. Belediye ile Adalılılar yasak konusunda karşı karşıya geldi. Bu arada, Belediye Çamlıklar’da güreş tutturma kararı aldı ve bunu daha önce görülmemiş biçimde davul-zurna ile duyurdu.

Aynı yıl, yâni 1984 yılında Adalar SİT alanı îlân edildi ve “korumaya” alındı. Garip şekilde, korunan adalardaki ilk uygulama, ön görünümü tümden değiştiren kıyı dolguları oldu. Ama faytonlar yerinde kaldı. Artık fayton sayısı bugünkü seviyelere yaklaşmıştı. Ahır ihtiyâcı özel mülklerin yarattığı kapasiteyi aşmış, ormana taarruz noktasına gelmişti. Büyükada’da Aya Nikola ve büyük tur yolu üzerinde, Heybeliada’da Terk-i Dünya Manastırı yakınlarında, Burgaz adasında da Marta koyu üzerinde ormanlık alanda biraz da kendiliğinden derme çatma ahırlar oluştu. Sonra bunları düzene koyma, ıslâh etme girişimleri oldu; ama hiçbiri sonuç vermedi. Ahırların, hem atlar ve hem de mevsimlik sürücü ve seyisler için yürek yakan, iç paralayan görüntüleri hiç değişmedi.

25 Aralık 1998 târihinde, Adalar’da fayton taşımacılığı konusunda alınan ilk kapsamlı önlem paketi açıklandı. İl Trafik Komisyonu’nun kararları, faytonların tescîlinden plaka devrinin yasaklanmasına, atlara sağlık karnesi çıkartılmasından sürücülere tek tip kıyâfet giydirilmesine, atların ormanda ya da yollarda başıboş dolaşmasının engelenmesinden sürücülerde aranacak koşullara, kurallara uymayanlara verilecek cezâlara kadar bir dizi konuyu hükme bağlıyordu. Bununla birlikte, Adalar’da yük taşımacılığında artık hayvan kullanımı da yasaklanıyordu. Ne yazık ki bu kararların hemen hiç biri uygulanmadı. Atların yük taşımacılığında kullanımının yasaklanması ise ancak 2006 yılında gerçekleşebildi. 2005 yılında, İl Trafik Komisyonu kararlarını hatırlatararak ve yerel belediyenin de yetki ve görevlerine atıfta bulunarak Adalar Belediye meclisi, kendi ifâdesiyle “devrim” niteliğinde kararlar aldı. Atlar, çipler yardımıyla sağlık kontrolünden çalışma saatlerine kadar hemen her konuda izlenebilecek, sürücülük koşulları da dâhil İl Trafik Komisyonu kararlarının tamâmı bu defa yerel belediye tarafından tâkip edilecek, sürücü eğitimleri devreye sokulacaktı.

Kararların çok azı uygulanabildi. Yeni ahır inşaatı için İBB tarafından 2006 yılında ihâleye çıkıldı. Yeni ahırlar 2008 yılında sorunlarıyla da olsa devreye alındı, işletmesi İSPARK’a verildi. Ancak durum kısa süre içinde eskiye döndü.

Adalar, son 15 yıldır, daha önce görülmemiş bir günü birlik ziyâretçi baskısı altında. Eskiden günde 1 büyük ya da küçük tur yapan faytonların tur sayısı ortalama 5-6’ya çıktı. Adalar’da, özellikle de Büyükada’da artık her şeyi günü birlik ziyâretçi ekonomisi belirliyor. Zâten düzen tutmayan faytonculuk, çığırından çıkmış hâlde. Adada yaşayanlar ise uzun zaman öncesinden unutulmuş durumda. Adalılarla faytoncular arasında bu nedenle büyük tartışmalar yaşanıyor. Evlerine ulaşmakta zorluk çeken Adalılar çâreyi farklı seçeneklere yönelmekte buldu. Bireysel akülü araçların hızla çoğalmasının ardında biraz da bu sorun var. Günü birlik ziyâretçi, İstanbul’un bisiklete binilen tek beldesini kısa süre içinde keşfetti. Şimdi yerli-yabancı ziyâretçilerin her birinin altında bisiklet, o sıkışık ada yollarını slalom yaparak dolaşıyor. Bisiklete binme deneyimini ilk kez burada yaşayanlar var.

Kısacası Adalar’da artık hem kullanılan araç sayısı hem de her birinin kullanım sıklığı (mobilizasyon) artmış durumda. Trafik özellikle yoğun gün ve saatlerde korkutucu boyutlara ulaşıyor. Yaralanmalı ve ölümlü kazâlar önceden hemen hiç görülmezken şimdilerde sıradanlaştı.

Ve çanlar, faytonlar, fayton taşımacılığı için çalıyor. Aslında çanlar Adalar için çalıyor. Haydi hayırlısı…

Büyükada’nın özel atlı arabaları

Ressam Tiraje Dikmen’den:

1890’ların sonu, 1900’lerin başlarında Büyükada’da yaşayan bazı yabancı aileler (İngiliz Hamsonlar gibi), bazı Türk aileleri, Osmanlı Paşaları, Devlet adamları, Şehzadeler Abdülkadir Efendi, Burhanettin Efendilerin Büyükada’da yaşadıkları yıllarda özel arabaları, arabacıları, atları, ahırları, arabacı evleri var, nitekim o yılların köşk ve konaklarında ahırlar ve arabacı evleri görülüyor: Malûlgazi Caddesi No:22 (Karayan Köşkü’nün No:24 bitişiği) iki katlı, gri renkli, set üstünde demir parmaklıklı bahçe içinde, bakımlı, ahşap ev, Karayanların arabacı evi, birkaç yıl önce satıldı ve yıkıldı. Nizam Caddesi No:74 Kuyumcuyan Köşkü’nün bahçesinin köşesinde araba ve arabacı evi No:72, Albayrak Sokak No:40 Aynîzade Tahsin Bey’in Köşkü’nün karşısındaki ahşap, aşı boyalı, iki katlı ev No:15 köşkün arabacı evi, yıkılıp yerine beton apartman yapılmış. Maden-Yılmaztürk Caddesi No:91-93 Abdullah Paşa Köşkü’nün ahır ve arabacı müştemilâtı (bugün yok). Madam Agnidis anlatmıştı, Malûlgazi Caddesi’nde komşuları olan genç Şehzade Abdülkadir Efendi birgün bir otomobil getirmiş, bir Bugati… Fakat üç gün içinde arabayı geri göndermiş, Büyükada’da motorlu araç (otomobil) kullanılamayacağını anlamış ve vazgeçmiş.

Büyükada’da her zaman, her dönemde atlı özel arabalar olduğu gibi yakın zamanlara kadar da çok bakımlı bazı özel arabalara rastlanıyordu. Benim ilk gördüğüm iki özel arabadan biri Dr. Musa Kâzım ailesinin tek atlı, açık arabası, diğeri Ali Sait Paşa’nın hanımının Maden Malûlgazi Caddesi’sinde bize geldiğinde bindiği “Kupa” arabası idi, araba tümüyle kapalı, rengi siyah, simsiyahtı, simsiyah pırıl pırıl parlıyordu.

Daha sonraları, 1950’li yıllarda “Adalar Belediyesi”nin (Adalar Belediye Şube Müdürlüğü) tek atlı makam arabası hatırlardadır: 1955-1958 yıllarında Vali Fahrettin Kerim Gökay tarafından “Adalar Belediye Şube Müdürlüğü”ne atanan Av. Cengiz Akıncı’nın babası Arkeolog-Tarihçi Ferruh Akıncı Belediye’nin depolarında kırık dökük durumda bulduğu tek atlı arabayı tamir ettirip yenilemiş ve makam arabası olarak kullanmış. Nevzat Tandoğan’ın da Adalar Belediye Başkanlığı’nda kullanmış olduğu gibi, arabanın atını da Belediye’nin ahırında bulmuş, adı “Karaduman”.

Son zamanlara kadar da Hacı Bekir ailesinin çok güzel iki siyah, cins atın çektiği özel arabası görülüyordu. Benim hatırladığım son özel araba Yörükali’de sahibini bilmediğim tek atlı, körüklü, açık araba, biçimiyle, bakımıyla, cins atının güzelliğiyle çarpıcıydı, yoldan geçerken durup bakıldığını hatırlarım. Son olarak Çelik Gülersoy’un “Turing Kurumu” adına aldığı, tek atlı, körüklü, açık araba vardı. Belediye’nin de özel bir faytonu mevcuttu. (Semiha Akpınar, Büyükada Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)