Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Asfalt Yolda Bir Abdal At
Ömer Erdem

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Asfalt Yolda Bir Abdal At
Ömer Erdem

https://www.zdergisi.istanbul/makale/asfalt-yolda-bir-abdal-at-248

J. Koudelka, 1972.Osmanlı minyatürlerindeki atlara dikkatle bakıldığında yeryüzünden çok gökyüzüne doğrudur hareketleri. Yeryüzünde bir “zillullah” olarak bulunan pâdişahlara yakışır bir hamledir elbette bu. Henüz makinelerin çağ kaslarına bürünmediği zamanlarda insan aklı kaslarını en güvenilir canlı olan at ile güçlendirmiştir. Kadimdir bu hamle. Pegasus’tan Burak’a kadar nice din ve mitolojide at, insanın ontolojik efekti olmakla kalmaz, onu âlemler arasında da güvenle taşır. Sonunda onca bölünüp parçalanmadan sonra, tutunduğumuz ülke parçasının at başı görüntüsü taşıması kaderin cilvesiyle îzah edilebilir belki ama, bu başların süzüle süzüle insana nasıl yaklaştığını duymak için Avni Arbaş’a bakmak gerekir. Henüz kaba bir heykel kâidesinin üzerine konulmadan önce, minyatürlerin içinde görebileceği bütün hürmeti görmüş, burnundan kulaklarına, gözlerinden toynaklarına değin işlenmiştir at. Yüzyıllar boyu, mânevî bir aşkla sevilmesinin sanata duruşudur bu görseller. Belki de Osmanlı minyatür sanatını salt bu iktidar duruşu ve asâlet geçişi yönüyle okumak ve ondaki saklı sırları keşfetmek gerekir. Ancak bu keşfin bugün için hayâta katılmakta azâba düşeceğini de görmeliyiz. O, Behçet Necatigil’in “Abdal” şiirinde dillendirdiği gibi “asfalt”a düşmüş, otomobil peygamberlerinin yitik mürîdi olmuştur. Bu peygamberlerin ise hepsi yalancıdır. “Nerede bu Leyla, Aslı nerede” diye soracak yoktur mâdem, onun abdallığından mîras, asfalta ve yollara, otomobillere ve insanlara yeniden bakmalıdır.

A. Arbaş, Binici, 1958.Asya steplerinde değil, yakın bin yıllık Anadolu coğrafyasında iki varlık sâyesindedir tutunuşları Türklerin. Keçi ve at. Mevlânâ’nın deyimiyle “birbirlerine gülümseyerek selâm veren keçiler” bir yana, insan ayak basamadığı toprağın her yerine at vâsıtasıyla varmış, yurt ve mülk tutmanın hünerini öğrenmiştir. Terlerinden kandil yakılacak kadar hakîkî atların dünyâsı fantastik bir anekdot değildir elbette. Osmanlı nakkaşlarının titrek ve kararlı fırça darbelerinde incelmiş at başları, bir sevgili eli kadar nârin toynakları, sırtları gergin ve kalçaları dolgun yapılarıyla meydan okumanın estetiğidirler de. Fakat hangi meydan okuma kendi sürekliliğinin hayâtını yaşatamaz da ayakta kalabilir? Bin yıl sürmüş “at çağı” bu coğrafyadaki salt gerçeklerden biridir. Bir sebep ve sonuç çelişkisi içermez. Ama, tıpkı tekkesiz kalmış abdal gibi o da yalın değildir artık. Necatigil, “Yürür asfalt ovalarda abdal” diyerek, toprağın işgâlini de imler.

Kilometreler boyunca Anadolu asfaltlarında vızır vızır işliyor otomobiller. Ancak sürücülerin hiç birinin yüzünde arkaik bir ürperti sezilmiyor. Yüzyıllar içinde at kanı, at teri, at sesi ile geçilmiş menziller motor homurtularında ezilip eriyor. Otomobili îcat edememiş bir toplum, attan otomobile hızla geçmenin eksikliğini hız tutkusu ile gideriyor ve her yıl maddî mânevî yıkıma ulaşan trafik kazâlarıyla bedelini ödüyordur belki.

“Ateşin daha yeni bulunduğu çağlarda / Yine böyle yanardı lambalar” dese bile şâir, atlar bir rüyânın içinden kaybolur gibi kanat takıp kayboldular. Asfalt yollardaki cinler bundan.