Atlı Karınca Çocukluğun Şen Günleri
Umut Nişancı
Atlı Karınca Çocukluğun Şen Günleri
Umut Nişancı
https://www.zdergisi.istanbul/makale/atli-karinca-cocuklugun-sen-gunleri-199
Akşam ezânından sonra eve geç dönen çocukların akşam yemeğinden önce tatlı sert bir anne zılgıtı yemesi çocukluğun şânındandır. Her şeyi oyunlardan öğrendik biz. Evcilik oynarken yuvanın ne demek olduğunu, sırt üstü yüzdüğümüz oyunbaz sularda gökyüzüne bakmayı. Saklambaç oynarken öğrendik gizlenmeyi kalabalıklardan. Kendinle baş başa kalmayı. Tasolarımız, misketlerimiz, tornetlerimiz, hepsi oldu. Bir de atlı karıncalar var, oyuncak atların üzerinden inmeyi hiç istemediğimiz o güzelim günlerin gönlümüze verdiği o esrik mutluluğu bu anımsayışta sanki yeniden yaşıyorum. Ama artık atlı karıncanın bağları çözüldü, her biri bir yere dağıldı. Cıvıltılı, kahkahalı günler bir elvedâ bile demeden bize gözden kayboldu. Biz mi elvedâ demeliydik de bunu yapamadan çekip gittik; bir vedâ sözcüğünü esirgedik çocukluğumuzdan. Geçen geçti, ardında güzel anılar, hikâyeler ve bolca “iyi ki”ler bırakarak neyse ki.
O günlerde gezinirken kendimi en çok atlı karıncadaymışım gibi hissederim. Belki ta o zamanlar bilinmezlerle dolu koca bir hayat yolculuğunun, atlı karınca üzerinde geçirdiğimiz şen vakitlerle dolu geçeceğine inanıyordum. Sanki zaman ilerledikçe biz hep aynı yaşta kalacaktık ve atlı karıncalar hep oldukları yerde, güven içinde sonsuz bir devinimle ve tatlı melodiler eşliğinde dönüp duracaktı.
Atlı karınca gibi dünya da dönüyordu kendi etrâfında; ama durmadan, yorulmadan. Oysa atlı karıncaya bindiğimiz vakitler hemence bitiverirdi, ânın lezzeti henüz değmişken damağımıza. Aslında dünya da atlı karıncaya binmek gibi, doyamadan çocukluğun ışıltılı sevincine, atıyordu üzerinden bizi başka bir zaman diliminin sırtına. İlk gençliğe doyamadan yetişkinliğe, onun tadına henüz varamamışken ömrün ortalarına. Ondan sonrası da dört nala bir iniş hâlinde, mâlum sona doğru, bunu biliyorum. İşte o an, atlı karıncaların ipleri çözülüyor, o sevimli, süslü oyuncak atların her biri bir vedâya doğru dolu dizgin koşan hüzünlü yılkı atlarına dönüşüveriyor.
Belki de karıncanın zayıf bacakları yorulmasın, minik gövdesi hemen yılmasın diye bindiriyorlardı onu ata. İnsan bir karınca kadar savunmasız, yaşamak sorumluluğunun altında. Önce karıncaya şöyle bir bakmışlar: Sana bu yolda ancak böyle azimli ve kuvvetli bir dost gerekir deyip güçlü bacaklarıyla bir atı ona yoldaş yapmışlar. Böyle yapmakla da biz adımlarımızı güçlü atmayı öğrenelim istemişler sanki, mesâfeleri cesurca katedelim. Su gibi akıp gidelim takılmadan hiçbir engele, bulanmadan ve donmadan hayâta revan olalım.Güneşin ışıkları altında doru, yağız, kır donlu bir at gibi parıldayarak hedefimize doğru koşalım. İnsan oyunların saflığında çözmeyi öğreniyor hayâtın karmaşık, zor problemlerini.
O yüzden atlı karıncaya binmeden bir çocuk, asla büyümemeli.