“Dorukısrak’’ Derler Bir Yılkı Atı
Efnan Dervişoğlu
Fotoğraflar: AKGÜN AKOVA
“Dorukısrak’’ Derler Bir Yılkı Atı
Efnan Dervişoğlu
https://www.zdergisi.istanbul/makale/dorukisrak-derler-bir-yilki-ati-246
Feyzi Halıcı, yazar dostu Abbas Sayar’ın vefâtı üzerine yazdığı bir dörtlükte şöyle der:
Candan gökburcuna bir yıldız kayar Yetenekli, güçlü, yirmidört ayar. “Yılkı Atı”na yükledi ışkını, Sonsuzluğu muştular Abbas Sayar.1
Yılkı Atı, 1923’te Yozgat’ta doğan ve ikinci romanı Çelo (1972) ile 1973’te TDK Roman Ödülü’nü, 1974’te yayımlanan Can Şenliği’yle de Madaralı Roman Ödülü’nü kazanan Abbas Sayar’ın ilk romanıdır. Sayar’ın roman yazarı olarak tanınmasını ve şiir kitaplarının ardından daha çok okura ulaşmasını sağlayan Yılkı Atı, kitap hâlinde 1970’te yayımlansa da yazılışı ve tefrikası çok daha öncesine âittir. Ahmed Güner Sayar, babasıyla ilgili olarak “…yazarlığında -şiir, hikâye ve romanlarında- herşey bir içe doluşun kalemini tetiklemesinden ibârettir. Artık o noktada kalemi onu teslim almıştır.” dedikten sonra Yılkı Atı’nı örnek gösterir ve şu bilgiyi verir: “Aklın yedeğinde dikkatle altı ay izlediği, yılkılığa bırakılan bir atın hikâyesini Abbas Sayar 1954 yılında iki-üç hafta içinde yazar, bitirir. (…) Çıkarmakta olduğu ‘Bozok’ gazetesinde bu roman tefrika edilir.”2
Yılkı Atı’yla TRT Roman Başarı Ödülü’nü kazanan Sayar’ın “Doru” adlı “yiğit” bir atı olmuş; Yozgat’ta, tarlaların kontrolü sırasında ve doğada bu atla dolaşmıştır. Böylesi günlerden birinde çevrede başıboş dolaşan atları görünce sinirlenip köye dönen yazarın Hüseyin Ağa’dan duydukları, romanda da etkisini göstermiştir: “onlar da bir kerhanecinin hesaptan düştüğü, defterden sildiği atlar…”3 Yılkı Atı’nda da karşılaştığımız bu cümleyi “on defa, otuz defa” yinelediğini söyler Sayar, Hüseyin Ağa’nın anlattıkları yüzünden uzun süre uyuyamadığını da. Yılkı Atı’nın bir roman olarak yazarının bu uykusuz gecelerine çok şey borçlu olduğu düşünülebilir.
“Biliyordum insan olarak hesaptan düşmüşleri, defterden silinmişleri iyi biliyordum. Bu keder içinde ertesi sabah Doru’ya atladım. Bizim tarlalarda başıboş, kendine göre dönüp dolaşan atların yanına gittim. Bu kez atımı elli metre ötede durdurdum. Atlara baktım. Hepsinin halinde bir başka dünya dolaşıp duruyordu. Belki bizi gördüler, ama umursamadılar. On - on beş dakika atların halini izledim. Bir önyargıyla değildi bu izleme. Elimde olmayan bir gözleme girdim. Ne romanlarını yazacaktım, ne de serüvenlerini… Aklımdan böyle bir şey hiç geçmedi. Ama içimden gelen, ifade edemediğim bir duygu beni o atlara çekiyordu. Bir kış boyu, haftada biriki olsa da Doru’ya atlıyor, ovayı kolaçan ediyordum. İşte Yılkı Atı romanının başlangıç serüveni böyle oldu.” 4
Abbas Sayar’ın atlara dâir gözlemleri yılkı atlarıyla da sınırlı değildir. “Yazıp okudukça Yılkı Atı Dorukısrak’ı ve kendimi daha çok sevmeye başladım.”5 dediği romandaki ata rengini, dolayısıyla da adını veren kendi atı Doru bir yana, Amasya’daki askerliği sırasında yaptığı işler de bir ön hazırlık olarak değerlendirilebilir. 32 numaralı seyyar hastânenin inzibat subaylığı, atlarla haşir neşir olduğu günleri berâberinde getirmiştir çünkü: “Ben bir rüyâ görüyordum. Altımda at, arkamda atlı seyis. Tabur Komutanlarının atı, arkalarında atlı seyisi vardı. Bölük Komutanlarının atının arkasında garip er seyis çifte soluk koşar dururdu.”6
Yılkı Atı’nın, gözleme dayalı oluşu, yazarın diğer romanlarında da dikkati çeken bir özelliktir. Onu diğer köy romanlarından ayıran yönü ise yer yer köylünün yaşadıklarına yer vermekle birlikte, esas olarak Dorukısrak’ın doğadaki mücâdelesine odaklanmasıdır. Yaşadığı coğrafyayı anlatır yazar; anlattığı köylüler de, atlar da bozkır doğasının birer parçasıdırlar; onun koşullarına uyum sağlar, onunla mücâdele ederler. Bu mücâdelenin yansıtıldığı romanda, Orta Anadolu köylüsünün ağız özelliklerine uygun olarak -abartıya kaçmadan- konuşturulması, yörenin deyim ve atasözlerine yer verilmesi de gerçeğin romana taşınmasında etkilidir.
DORUKISRAK VE YOL ARKADAŞLARI
Yazılışından nice sonra kitap hâlinde basılan Yılkı Atı’nda Abbas Sayar, yaşlanıp iş göremez duruma geldiği, bakımı da külfet getireceği için kışın doğaya bırakılan Dorukısrak’ın yaşadıklarını anlatır. Erciyes dolaylarındaki bir köyde yaşayan Üssüğünoğlu İbraam, yılın zor günlerinde âilesine ve ahırındaki hayvanlara nasıl bakacağını düşünürken çâreyi Dorukısrak’ı “yılkılık etmek”te bulur. Kendisine onca emeği geçmiş atını köyün dışına sürecek; kısrak dağda, ovada açlığa, soğuğa ve kurtlara boyun eğmeden baharı bulabilirse onu yine buyur edebilecektir. İbraam düşündüğü şeyi yapar ve Doru’yu köyden uzaklaştırır. Tayından da ayrı düşen atın, kendisi gibi yılkılarla birlikte vereceği mücâdele böylece başlar romanda. Kış, soğuk ve sert geçer; yiyecek çok az şey bulunur; üstelik kurtlar aman vermez. İçlerinden birini kurban vererek bahara erişen atlar, bu kez yılkı ticâreti yapanları bulurlar karşılarında. İbraam’ın aklına da emektar atı düşer; oğlunu yanına alarak ovaya iner; Doru daha da dinçleşmiş, güzelleşmiştir; onu yakalayabilmek için tayını kullanmak isterler; ne var ki Doru, yularından kurtulmayı başarır; ovada koşmaya başlar. Yönünü tepelere çevirir; bu kez tayı da arkasındadır. Geçilmedik dere tepe bırakmayıp bütün dağ köylerini dolaşan İbraam’ın arayışı boşunadır.
Dorukısrak, böyle özetlenebilecek romanda, katıldığı sürüdeki atlarla birlikte yılkılığın zorluklarını yaşar, doğanın acımasız yönüne tanık olur: “… akşama dek ovada yine biteviye dolaştılar. Başları sık sık ekin köklerine inip kalktı. Tarla sınırlarındaki otlar, keven otu, türlü diken artığı doymalarına yetiyordu.”7 Romanda, sürünün kurtlarla karşı karşıya kalışının ve Dorukısrak’ın yoldaşı Çılkır’ın bir kurt tarafından parçalanışının betimlenişi, yılkı atlarının yaşam mücâdelesinin çarpıcı bir örneğidir:
“Kurt dişlerini atın derisine iyice geçirmişti. Kudurgan bir ses çıkarttı ve bütün gücüyle deriyi karın boşluğuna doğru çekti. Deri yırtılmış, karın boşluğuna doğru bir söğüt kabuğu gibi kavlamıştı. Kaşla göz arası bu kez de dişlerini Çılkır’ın nefes borusuna geçirdi. Soluğu ses ses çıkıyordu. Atın debelenmesi sona erinceye, ayakları yana düşünceye dek boğazını sıktı. Kesik bir hırıltı duyuldu. Ve Çılkır’ın başı toprağa düştü.”
Abbas Sayar, ağır kış koşullarında yaşama uğraşı veren Dorukısrak’ın geçmişine de yönelir romanda; bu yöneliş, okura bir karşılaştırma yapma imkânı verir. Gençlik yılları göz önüne alındığında geldiği nokta içler acısıdır; tam bir düşüştür yaşadığı.
“İnce uzuna kaçan ayakları, orantılı gövdesi, uzun boynu ve geniş kalçasıyla” daha bir yaşına basmadan hayranlık uyandırmaya başlayan Doru, köyden sürülmeden on oniki yıl önce hızına erişilmeyen bir attır. Diğer hayvanların rızkından kesip ona yedirir İbrahim; her gün saatlerce ilgilenir. Doru üç yaşına gelince “dillere destan” olur; belinin incinmesi, boy atmaması kaygısıyla binmez atına İbrahim; “kilosu hafif genç çocukları” bindirir; yavaş yavaş ağırlığa alıştırır onu; tehlike kalmadığını anlayınca da kendisi binmeye başlar; köyün bütün atlarını, taylarını geride bırakan bir hıza ulaşır o da. İbrahim’in üstüne titrediği Doru üç buçuk yaşına bastığında Zelvelinin Murat’ın oğlunun düğünü için düzenlenen yarışa katılır. Elli metre farkla bitirdiği koşusu, elli lira ödül kazandırır sâhibine; iki üç koyun ya da bir öküz alabilecek bir paradır bu. İbrahim’in sevinci sınırsızdır; Dorutay’ı satın almak isteyenleri umursamaz bile. Kazâ yarışlarında birincilikler alır Doru, “beyler gibi” beslenir, üzerine titrenir yıllar yılı. Sekiz yaşında artık eskisi gibi koşamaz hâle gelir, inat uğruna sokulduğu bir yarış sonrasında ağrılar içinde kalınca yarışçılığı son bulur ve koşum takımına alıştırılır. Üssüğünoğlu bir de eş alır yanına; kısa sürede ikisine de çifti çubuğu öğretir (s. 35-38).
Abbas Sayar’ın, “Bir at arabaya koşulmaya görsün. Kredisi beş paralık oldu demektir. Artık o at değil, sıra malıdır.” deyişi, Doru’nun “düşüşü”nü vurgular; sonrası da “yılkılık”tır. Yazarın özetleme yoluyla anlattıkları, Doru’nun olay zamânına kadar geçen sürede yaşadıklarını aktarırken onun geçmişi ile vardığı nokta arasındaki uçurumu da gözler önüne serer.
Romanda Dorukısrak dışında tanıdığımız diğer atlar, Çılkır ve Demirkır’dır; öteki atlar sürünün bir parçasını oluştururlar. Doğa kânunlarının işlediği ve zayıf olanın yenik düşeceği gerçeği, Doru’nun yol arkadaşı Çılkır’ın mücâdelesinde belirginleşir. Çılkır ilk savaşını, Doru’yla birlikte katılacağı sürünün lideri Demirkır’a karşı verir. “Ortanın kısası bir boyu vardı. Boynu da kısaya çalıyordu. Diri ayakları, dar beli, geniş sağrısı ile gücü temsil ediyordu. Boylusu boslusu bile kişnemesine kulak dikiyor, belirtilerini izliyor, sonra peşine düşüyorlardı. ” Romanda böyle betimlenen Demirkır, Doru’yla ilgilendiğini görüp huysuzlanan Çılkır’ın şahlanışına karşılık verince kısrak için yapılan güç savaşı başlar. Tek bir kişnemesiyle sürüyü istediği gibi idâre eden Demirkır’ın zafere ulaşması ise fazla gecikmez. Yazarın Çılkır’a biçtiği geçmiş de acıma duygusu uyandıracak niteliktedir. Naçarın Ali’nin kötü muâmelesine mâruz kalan at çiftte, dövende, arabada çokça eziyet çektikten sonra “eşeklere düşen işleri” yapmış; “gururu kırıl”mış; aşağılık duygusuna kapılmıştır. Bu hâldeyken giriştiği savaşta Demirkır’a yenilen Çılkır’ı romanın ilerleyen sayfalarında hazin bir son beklemektedir. İlk saldırıdan, bir kurdu parçalarına ayıran liderleri sâyesinde kurtulan atlar arasında Demirkır’ın gücü pekişmişken ikinci saldırı Çılkır’ın ölümüne yol açacaktır.
ÇEVREYİ GÖZETEN BİR DUYARLILIK
Ahıra ve korunaklı köy yaşamına alışık atların kışın güç koşullarında doğada serbestçe dolaşmaları, vücutlarının birer parçası hâline gelmiş âletlerden ve yükten kurtulmaları demek olsa da kış doğası; soğuğu, açlığı ve romanda “canavar” diye de anılan kurtların saldırılarını berâberinde getirir. İbrahim ve onun gibilerin istediklerinde bırakacakları, istediklerinde yuları geçirip alacakları yılkılar, bahar mevsiminde pazarlık konusu da olurlar; insana hizmetleri oranında değer görüp güçleri yerinde oldukça ahıra sokulurlar. Bir yarış atı olarak kendisine para kazandırırken Doru’nun yüz yıl, üçyüz yıl yaşaması gerektiğini düşünen Üssüğünoğlu, onu satmayı aklından bile geçirmez. “Herkesin parası koynunda, Doru benim ahırımda. Orada doğdu, orda ölecek.” der; ama sözünü çiğneyen yine kendisi olur. Onu koşum hayvanı olarak kullanmaya başladığında da değerinin farkındadır; askeriyede tabur komutanının atı olmaya lâyıkken bir “köylü parçasına düştü”ğüne yanar. Yılkılık karârıyla birlikte Doru’yu kapı dışarı edişinde, dönüp dönüp evin kapısını yoklayan ve içeri girmek isteyen ata kötü davranmasında hafifletici bir sebebi vardır: Yoksulluk.
“Niden, dedi niden? Bizimki de mi dirlik? Buna it dirliği derler. Çaldın çabaladın koca bir yıl sırtından geçti. Kaldırdığın zahra yeygi ile tohuma yetmez. Yığdığın saman, atı, eşeği bahara çıkartmaz.” Hem bu bir gelenektir ve bunu kendisi îcat etmemiştir.
Bir vefâsızlık örneğiyle karşımıza çıkan İbrahim’in Doru’ya yaşattıkları karısının ve büyük oğlunun gözünde saygınlığını yitirmesine yol açar. Köylülerin İbrahim’le ilgili görüşleri de Doru’yla ilişkili olarak İbrahim’in vefâsızlığı üzerinedir. Zamânında Doru’nun sırtından çokça para kazanmış, güçten düşen atını yılkıya bırakmıştır. Onun bu benmerkezci yaklaşımı yanında, hastalandığında köye gelip bir köşeye yığılan Doru’yu hayâta döndüren Hıdır Emmi, müşfik ve yardımseverdir; ancak o da
“Eledi, beledi, kıt yeygisini yedirdi. Atı iyi etti…”
gibi sözler duymak, “Allah indinde iyi amel”de bulunmak düşüncesi taşıdığından karşılık bekler şefkatinde. Romanda, Dorukısrak örneğinde insanların atlara yönelik davranışları, beklentileri, karşılıksız sevgi vermeyişleri eleştirilir.
Abbas Sayar, İbrahim’in doğanın bir parçası olan ata, işine gelmediğinde onu yılkıya bırakmak ve bahara sağ çıkarsa yine yanına almayı düşünmek sûretiyle, egemen olmak isteyen, benmerkezci yaklaşımına karşı çıkar. Romanın masalsı sonunun, yâni Üssüğünoğlu’nun elinden kurtulan Doru’nun, yanına tayını da alarak tepelere doğru koşmasının, bu karşı çıkışın sonucu olduğu düşünülebilir. Bu son, onun değer bilmez insanlara tepkisi biçiminde yorumlanabilir. Romanda atların çiftleştirilmesi (s. 34-35); yılkılık atların türleri, buna bağlı özellikleri (s. 56-57) ve sürü içindeki konumları, yılların birikimi gözlemlere dayanarak gerçekçi bir bakışla yansıtılır. Sayar kimi zaman anlatının dışına çıkarak bilgi verme yolunu da seçer: “Yılkı atları ya çok soğuk, ya da tehlike karşısında birbirlerine sokulurlar. Hava ılıdı mı, tehlike kalktı mı dağınık düzene geçerler. Bulduklarını midelerine atmağa çalışırlar. Karınları doyunca da ayakta durgunlaşırlar. Kıpırdamazlar, göz kapakları aşağı düşer soluk alışları yavaşlar. Yarım bir uykudur bu. Dinlendirici bir haldir bu.” Dorukısrak sâyesinde atların, özellikle de yılkı atlarının dünyâsına girmemizi sağlayan yazar, bu dünyâya ilişkin sözcükleri de yeri geldikçe kullanır. Gem, hamut, meses ve tırıs bunlara örnek verilebilir.Okur, romanın bâzı sayfalarında Doru’nun yalnızca eylemlerini, gözlemlenebilen davranışlarını tâkip etmez; onun zihninden geçenleri, duygularını da öğrenme imkânı bulur. Söz gelimi, köyden çıktıktan sonra bütün günü yağmur altında yürüyerek geçiren kısrağın düşünceleri şöyle verilir romanda:
“…hiç mi hiç görmek istemiyordu. Ne köyü, ne insanlarını… Hele Üssüğünoğlu mu? Şeytanlar göreydi yüzünü… On beş yıllık emeğinin armağanını eline vermişti. İşte, sersefildi yazıda yabanda. Bir karşısına çıkmaya göreydi. Bir Üssüğünoğlu mu? Yok, kim çıkarsa karşısına ...”
Yazarın, atlara insan duyguları yükleyerek zihinlerinden geçenleri, kaygılarını, kırgınlıklarını yansıtması, “hayvan zihni”ne verdiği önemi gösterir. Bu tavır, okurun; birer roman kişisi olarak romana giren atlara karşı duyarlılık geliştirmesini, hayvan olduklarını unutmadan, onları daha da değerli bulmasını sağlar:
“Doru, korku, tiksinti ve yalnızlığın verdiği ürperti ile kişnedi.”; “Üssüğünoğlu’nu bağışladı kendince. Şimdi ahırın sıcaklığında mutluluk duyup geviş getiren hayvanlara acıyordu.”
Çılkır’a karşı üstünlük sağlayan ve özgüveni tâzelenen lider Demirkır’ın Doru’yla ilgili düşünceleri de şöyle verilir romanda:
“Aygır’ın yürüyüşünde belli bir gurur doluydu. Doru’yu çoktan unutmuştu. Zaten Dorukısrak nesineydi… Onun için dişi mi yoktu? Çerçöp olmuş, beli düşmüş, her yanı kemik kemik görünen Doru’ya mı kalmıştı?”
Demirkır bu duygular içindeyken Çılkır acınacak hâldedir. Onun iç dünyâsını da yansıtan yazar, kapışmanın taraflarda yarattığı psikolojiyi karşılaştırma imkânı sunar:
“Yüreğine acı bir keder oturmuştu Çılkır’ın… Ağlamaklı idi. Bir anda yapayalnız kalmıştı, umutlu dünya altından kayıp gitmişti. Yalnızlığını unutturan, yaşama gücü veren Kısrak’ın yüzüne bakacak hali yoktu. Utanıyordu sanki…”
Yılkı atları direnebilmiş, bahara sağ çıkmayı -Çılkır dışında- başarabilmiştir. Kışın atlarını besleyemeyecek duruma geldiklerinden yılkıya bırakan köylüler için de bahar, uyanış ve bereket demektir. Köylü yoksuldur, kış daha da yoksullaştırmıştır köylüyü. Abbas Sayar, kış koşullarının atlar ve insanlar üzerindeki etkisini yansıtmayı roman boyunca sürdürür: “Islaklık gittikçe parlıyordu ovada. Toprağın yüzeyi geriniyordu sanki… Acı yel, donuk sap tellerini oynatamıyordu. Her bir şeyin yüreğine inat düşmüştü (s. 55). Fırtına sargındı. Hırsını kolay kolay yeneceğe benzemiyordu. Her köy büyük bir hapishane, her ev kapısı kilitli koğuşa benziyordu. Acı yel bacalardan dilini ocaklara uzatıyor, alevi söndürüyor, dumanı yiyenler gözleri kapalı öksüre öksüre kapı yönüne fırlıyorlardı. Dirlik dışlık kalmıyordu (s. 75).”
Yazara göre insan, kendini doğadan ayrı ve onun üstünde görmemelidir; doğal kaynakların bilinçsizce sömürülmesine, bunda insan çıkarının gözetilmesine karşı çıkar. Sayar, atlar üzerinden vefâyı, cesâreti, doğruluğu anlatır romanında; toplumsal yaşama yönelik eleştirisini, İbrahim’in Doru’ya yaklaşımıyla ortaya koyar.
1 Şâir dostlarından Feyzi Halıcı’nın, Abbas Sayar’ın vefâtı üzerine yazdığı bu dörtlük, yazarın Yozgat Var Yozgatlı Yok kitabının başında yer alan ve oğlu Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar tarafından kaleme alınan “Eser’i Takdim ya da Abbas Sayar’ın Yozgat’ı: ‘Yozgat Var Yozgatlı Yok’” başlıklı yazısından alınmıştır; Abbas Sayar, Yozgat Var Yozgatlı Yok, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 30.
2 Ahmed Güner Sayar, “Eser’i Takdim ya da Abbas Sayar’ın Yozgat’ı: ‘Yozgat Var Yozgatlı Yok’”, Abbas Sayar, Yozgat Var Yozgatlı Yok, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 17.
3 Abbas Sayar, “Anılar’dan…”, Agora, sayı: 2, Şubat 2000, s. 35.
4 agd, s.35-36.
5 agd, s. 36.
6 Abbas Sayar, Anılarda Yumak Yumak, Cem Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 54.
7 Abbas Sayar, Yılkı Atı, E Yayınları, İstanbul 1974, s. 82-83.