“Kapitalist kurumların gücüyle insanların gücü arasında inanılmaz bir asimetri var”
Neil Smith
Çeviri: Feyza Betül Aydın
“Kapitalist kurumların gücüyle insanların gücü arasında inanılmaz bir asimetri var”
Neil Smith
https://www.zdergisi.istanbul/makale/kapitalist-kurumlarin-gucuyle-insanlarin-gucu-arasinda-inanilmaz-bir-asimetri-var-170
Coğrafyacı ve politik yazılılarıyla kent çalışmaları, beşerî coğrafya gibi alanların çalışma sistemlerini ve ilgi alanlarını etkileyen bir aka - demisyen, “entelektüel bir aktivist” olan Neil Smith, 1954’te Leith İskoçya’da doğdu. St. Andrews Üniversitesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra, John Hopkins Üniversitesi’n de David Harvey’in altında doktora çalışmalarına devam etti. Daha sonra kitap olarak yayımlanan (1984) “Uneven Develeopment: Nature, Capital, and Production of Space” [Eşitsiz Gelişim: Doğa, Sermâye ve Mekân Üretimi] (1982) başlıklı doktora tezi, hâlâ Smith’in en önemli çalışması olarak gösterilir. Colombia (1982-86) ve Rutgers (1986-2000) üniversitelerindeki görevlerinden sonra geçtiği City University of New York’ta Antropoloji ve Coğrafya profesörü olarak görevine devam etti. Akademisyenliğinin yanında Center for Place, Culture and Politics’in yöneticiliğini de yaptı. Smith, daha çok soylulaştırma süreci başta olmak üzere kent çalışmalarına yapmış olduğu katkılarla tanınmaktadır. Marksist ve sosyalist düşünceyle eleştirel bir ilişkisi bulunan, özellikle kariyerinin uzunca bir kısmında bulunduğu New York’taki barınma sıkıntısıyla ilgili alanlarda olmakla berâber, birçok toplumsal harekette aktif olarak yer aldı. 2012 yılında, 58 yaşında vefat etti.
Neil Smith’in çalışmaları arasında; “Toward a Theory of Gentrification: Back to the City Movement by Capital, Not People” [Bir Soylulaştırma Teorisine Doğru: Halk Değil Sermâye Tarafından Kent Hareketine Dönüş] (Journal of the American Planning Association S.45 1979), “Gentrification and Capital: Theory, Practice and Ideology in Society Hill,” [Soylulaştırma ve Sermâye: Society Hill’de Teori, Pratik ve İdeoloji] (Antipode S.11 1979), The New Urban Frontier: Gentrification and the Revanchist City [Yeni Kentsel Cephe: Soylulaştırma ve Rövanşist Şehir] (New York: Routledge 1996), American Empire: Roosevelt’s Geographer and the Prelude to Globalization [Amerika İmparatorluğu: Roosevelt’in Coğrafyacısı ve Küreselleşme İçin Girizgâh] (California: University of California Press 2003) ve The Endgame of Globalization [Küreselleşmenin Sonu] (New York: Routlegde 2005) sayılabilir
Berlin Duvarı nedeniyle, Berlin’de farklı derecelerde soylulaştırma görüyoruz. Batı Berlin’in bâzı kısımlarında soylulaştırma yıllar önce başladı, Doğu Berlin’in kimi mahallelerindeyse bu süreç hâlâ oldukça hareketli. 30 yıla yakın bir süredir soylulaştırma süreçlerini inceliyorsunuz. Böyle bir kent dinamiğinin genel prensiplerini nasıl târif edersiniz?
Soylulaştırma, önceki negatif yatırımın kâr getirecek şekilde yeniden geliştirebilecek mahalleler oluşturduğu kentsel alanlarda ortaya çıkar. İlk biçimlerinde soylulaştırma, orta ve üst-orta sınıfın kolonize ya da yeniden kolonize ettiği, kent merkezinin yakınlarındaki yok olmaya yüz tutan işçi sınıfı mahallelerini etkiledi; mevcut sâkinlerinin yerinden edilmesine ve evden çıkarılmalarına yol açtı. Soylulaştırmanın arkasındaki merkezî mekanizma, “rant açığı” olarak düşünülebilir. Mahalleler yatırımların azalmasıyla karşı karşıya kaldıklarında bu durum, arâziden alınabilecek rantın azalışı ve daha düşük arsa fiyatları anlamına gelir. Bu negatif yatırımların devam etmesiyle, arâzinin rantı ile yeniden yatırımın başlamasıyla alınabilecek rant arasındaki boşluk, yeniden yatırım yapılmasına izin verecek genişliğe ulaşır. Bu rant boşluğu, büyük oranda Amerika’daki piyasaların işleyişi ile ortaya çıkabilir, aynı zamanda devlet politikası da soylulaştırmayla iş birliği içerisinde yatırımın azaltılmasının ya da yeniden yatırım yapılmasının teşvîkinde merkezî rol oynayabilir. Ama yalnızca varlıklı insanlar bu yenilenmiş yatırımların mâliyetini karşılayabilirler. Bu iktisâdî değişimlerin tamamlayıcıları mahalledeki kamusal alanları, tesisleri ve dükkânları değiştiren sosyal ve kültürel değişimlerdir. Soylulaştırmanın erken örnekleri olarak Londra’nın Islington bölgesi ya da Manhattan’daki Greenwich Village verilebilir; ancak 1970’lere gelindiğinde artık Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturya’da da kayıt altına alınmış soylulaştırma örneklerinden söz etmek mümkündür. Berlin’deki ilk soylulaştırmalar Schöneberg ve Kreuzberg’de görüldü. Duvar’ın yıkılışıyla negatif yatırıma/sermâyenin azalmasına yol açabilecek büyük bir konut stoku ortaya çıktı ve Prenzlauer Berg and Mitte’de geniş çaplı bir soylulaştırmaya yol açtı.
“Toplumsal istikrar” yaratabilmek adına dezavantajlı mahallelerde yeni kentsel stratejiler olarak küçük ölçekli müdâhalelerin gittikçe artan bir uygulama olduğunu fark ediyoruz. Bu uygulamaların yöntemlerinden birisi sanatçılara, tasarımcılara ve diğer yaratıcı meslek sâhiplerine geçici ama uygun ticârî alan (Gewerberaum) teklif ederek hedef bölgeye yerleşmelerini desteklemek. Bu tür stratejiler sizce soylulaştırma bağlamına nasıl giriyor?
1970’lerden bu yana, soylulaştırma emlak piyasasındaki marjinal, parçalı bir süreçten geniş çaplı, sistematik ve önceden tasarlanmış kentsel gelişim politikasına doğru kaydı. Soylulaştırma, sâdece bir iskân piyasası olarak değil, aynı zamanda rekreasyon, ticâret, istihdam ve kültürel ekonomiyi de kapsayan münhasır bir şehir oluşturma stratejisi olma amacında yoğunlaştı. Ayrıca coğrâfî olarak Latin Amerika ve Asya şehirlerine, meselâ yüzlerce binlerce fakir ve işçi sınıfında olan sâkinlerinin yerinden edildiği Pekin ve Şangay’la birlikte, yayılıyor. Genelleştirilmiş bir kentsel strateji olarak soylulaştırma, şehir yöneticilerinin, îmarcıların ve toprak sâhiplerinin çıkarlarını olduğu kadar profesyonel iş gücüne ihtiyaç duyan kurumsal iş verenler, kültürel ve eğitsel kurumların çıkarlarını da birlikte işler. Bu durum da daha yoğun yaşamanın, çukurlaşmanın doğurduğu çevreci taleplerin çelişkili ancak mantıksal sonucudur. Ancak bu geniş ölçekli stratejiler, aynı zamanda daha çok yerel teşebbüslerle bütünleşirler. Dünyânın dört bir yanındaki şehir yöneticileriyse bu “yaratıcı şehir” fikrine zâten bayılmış durumdalar. Şehir çapındaki stratejiye gelince bu, mahallenin spesifik olarak soylulaştırılması için lâzım gelen sanatçılar, entelektüeller, tasarımcılar, yüksek teknoloji mühendislerinden oluşan sözde yaratıcı sınıfı cezbetme teşebbüsüdür. Bu strateji, muhtemelen, 1980’lerde ticârî gayrimenkullerini kirâlayamayan mülk sâhiplerinin, buraları sanatçılara beş yıllık sözleşmelerle ucuza kirâladıkları New York’ta, Aşağı Doğu Yakası’nda başladı. Beş yıl sonra, ticâri gayrimenkullerde hiçbir kirâ kontrolü olmayan ve artık hızlıca soylulaşmaya başlamış olan mahallede ev sâhipleri, yeni kirâ sözleşmelerinde %400, %600, hatta %1000 artış talep etmeye başlamışlardı. Sanatçılar, soylulaşma savaşında kendilerine biçilen serdengeçtilik görevini yerine getirmiş ve sonunda yerlerinden edilmişlerdi. Bu sınırları belirli olan/lokalize edilmiş strateji daha çok, sıkı kirâ kontrolünün ya da genel olarak mülkiyet üzerindeki devlet kontrolünün ve denetlemesinin daha büyük olduğu yerlerde popülerdir. Meselâ Berlin’in soylulaştırılması, Londra ya da New York’tan çok daha parçalı ve çok daha yavaş bir biçimde gerçekleşmiştir.
Nord-Neukölln’de gittikçe artan sayıda öğrencinin buraya taşınmasına, emlak sözleşmelerindeki iyileşmelere ve artan kirâ fiyatlarına şâhit olduk. Hiçbir şey yapılmadıysa bile, soylulaştırmanın getirdiği bu tür dinamiklerle ilgili tartışmalar, (soylulaştırıcıların ve öncülerin yaşam tarzlarına de hiç uymayan) bu mahallelerin kötü imajlara sâhip oldukları argümanıyla görmezden gelindi. Soylulaştırmak için sosyal yapısı “çok kötü” olan bir mahalle örneği aklınıza geliyor mu?
Öğrenciler, üniversitelere ister yakın ister uzak mahallelerde olsunlar, birçok profesyonelin kolonize etmeye yanaşmayacağı mahallelerin canlanması sürecinin bir parçasıdırlar. Belirli bir mıntıkanın soylulaştırılıp soylulaştırılmayacağı meselesi, rant boşluğunun derinliğine ve yerel politikaların özelliklerine olduğu kadar, diğer birçok lokal konuya, mahallenin karakteristiğine ve benzeri şeylere de bağlıdır. Eğer rant boşluğu yeterince derinse hiçbir mahallenin soylulaştırma için “çok kötü” olacağını sanmıyorum; ama aynı zamanda aynı mahallenin soylulaştırılacağının hiçbir garantisi de yoktur. New York’taki Harlem’i bir düşünün. 60’larda ve 70’lerde Harlem kentsel düşüşün uluslararası sembolü, “kötü bir mahalle” idi. Elbette bu, 80’lerde %97’sinin Afro-Amerikalılar’ın oluşturduğu Harlem’de ırkçılığın ürettiği bir durumdu. Yirmi yıldan daha uzun bir süre önce Harlem’i soylulaştırmaya çalışan Afro-Amerikalı bir devlet bürokratıyla yaptığım röportajda belirttiği gibi: “Eğer Harlem soylulaştırılacaksa onun pisliğini beyazlar temizleyecek.” 80’lerin sonundaki kısa duraklamadan sonra soylulaştırılmaya başlanan Harlem’de bu durum hâlen yoğun bir şekilde devam ediyor. Afro-Amerikalı profesyoneller, öğrenciler, avukatlar, geyler, beyaz yuppielerin1 hepsi bu bölgeye taşınıyor; fiyatlar uçmuş durumda. Colombia Üniversitesi, bu bölgede muazzam bir üniversite girişimi planlıyor. Eğer Harlem bile soylulaştırılıyorsa hiçbir mahallenin bu durumdan muaf tutulacağını sanmıyorum. Ya da hâlihazırda dağıtılmakta olan Mumbai’ın büyük varoş mahallesi Dhravi’nin etrafında gerçekleştirilen erken soylulaştırmayı örnek olarak gösterebiliriz. Ancak mahalleler farklı biçimlerde soylulaştırılırlar. Bâzısı dehşet vericidir, özellikle merkezî devletin desteğiyle ya da geniş çaplı kurumsal katılımların söz konusu olduğu durumlarda, ama bâzı soylulaştırmalar da yavaşça gerçekleşebilir. Bâzısı oldukça seçici ve dışlayıcı bir hâle gelirken bâzısı nispeten uzunca bir süre daha çok karma hipster2 mahalleleri olarak kalabilirler. Bu bölgelerin faklı kaderleri, binâ sâhiplerinin tutumlarına, devlet düzenlemelerine, sınıf yapısına ve dayanışmaya, kamu muhâlefetine ve girişimci teşebbüsler gibi birçok şeye bağlıdır. Bütün bunları birbirine bağlayan şey, mahalledeki sınıf kayması ve netîcesinde ortaya çıkan (dolaylı ya da dolaysız) yer değiştirmenin daha büyük ya da daha küçük derecesidir.
Akademik tartışmalardan soylulaştırma sürecinin “doğru” açıklamasıyla ilgili anlaşmazlığın olduğunu biliyoruz. Çalışmaların birçoğu soylulaştırmayı değişen yaşam tarzının oryantasyonu, değişen demografik yapılar ve iş koşullarıyla (talep yanlı açıklama) açıklamaya çalıştılar. Sizse, iktisâdî bir açıklama (arz yanlı açıklama) üzerinde ağırlıkla durdunuz ve hâlâ duruyorsunuz. Bugün talep yanlı ve arz yanlı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Soylulaştırma daha çok bir yuppie sorunu mu yoksa bölgesel mülkiyet sorunu mu?
Aşağı Doğu Yakası’nda 1980’lerdeki soylulaştırma karşıtı sloganlardan bir tânesi “Geber Yuppie Pisliği”ydi (Die Yuppie Scum). Bir arkadaşım bana üzerinde bu sloganın yazılı olduğu bir tişört vermişti. Hâlâ duruyor. Bu, yuppieleri korkutup kaçırtmak için oldukça etkili bir slogandı ve gerçekten de bölgenin soylulaştırılması şehir, Tompkins Square Parkı bütün evsizlerden ve protestoculardan temizlenene kadar askıya alındı. Ancak “Die Yuppie Scum” soylulaştırmanın iyi bir analizi sayılmaz. Yuppielerin emlak piyasasındaki yeri, elbette fakirlerden çok daha fazla olmakla birlikte, çok sınırlıydı. Buna karşın sermâye sâhipleri, aslında kendilerinin tüketmek istediği, daha çok “tüketici seçeneği”ne sâhip olan mahalleleri –soylulaştırma ve geride kalan bizler için ürettikleri barınma ve benzeri diğer tesisleri tüketebilmemiz amacıyla- soylulaştırma ve geliştirme maksadı güder.
Piyasada multi-milyoner kapitalist kurumların gücüyle bir yer kirâlamaya çalışanla, ortalama bir maâşıyla bir dâire kirâlamaya çalışan birinin gücü arasında inanılmaz bir asimetri var. Dolayısıyla, sermâyenin o muazzam gücünün hemen ardından gelen tüketim ve tüketicinin uygunluğu sorunu, bu konuyla hiçbir şekilde alâkasız değildir.
Mahalle mücâdelelerinde, soylulaştırmanın iktisâdî perspektifinin getirdiği olası sonuçlar nelerdir? Soylulaştırma karşıtı girişimlerin merkezî çatışmaları nelerdir ve ne tür bir koalisyon mümkün ve gereklidir?
Soylulaştırmanın kendisi küresel bir strateji hâline geldiğinde, soylulaştırma karşıtı mücâdelelerin de bu bağlamda çalışmaları gerekir. Yerel stratejiler çok önemlidir ve yerlerinden edilmeleri, tahliyeleri, mahallelerin kaybettiği meslekleri ve hizmetleri ve işçi sınıfını mağdur ettiğini vurgulamalıdır. Ancak bu mücâdelelerin de aynı sebepten küresel bir duruma sâhip olması gerekir. Soylulaştırmanın kendisi küreselleşme içinde bir strateji hâline geldi; küresel bir şehir oluşturma çabası, sermâye ve turistleri çekme çabasıdır ve soylulaştırma da bunları gerçekleştirmek için gerekli olan araçtır. Bâzı mahalle aktivistleri -Kuzey Amerika’da Jane Jacops’tan ilham alanları düşünerek söylüyorum- büyük çaplı kentsel yeniden geliştirmelerine karşı koyabilmek için küçük çaplı soylulaştırmalara karşı mitingler yapmaya çalıştılar. Ancak bu durumun kendisi, sözde yaratıcı sınıf için mahalleler sağlamayı amaçlayan bir soylulaştırma stratejisidir. Aynı şey, Avrupa Birliği tarafından kentsel politikaların merkezî dayanağı hâline gelen “yenilenme stratejileri” için de söylenebilir. Avrupa Birliği’ne dâhil olan her yerde, özellikle İngiltere’de, “yenilenme”, soylulaştırma için soylulaştırılmış bir kelimeden çok daha fazlası hâline gelmiştir. Nâzik ve yumuşak bir tahliye hâlâ tahliyedir. Bunu yerine, bence mahalle meclisleri ve kirâcı kolektifleri gibi oluşumları dikkate almaya başlamamız gerekiyor. Bunlar hem mahalle konutlarının düzenlemesiyle ilgili artan sorumluluğu devralabilir hem de aynı zamanda, devleti (kirâ kontrolü, tahliye karşıtı mevzûatları, artan toplu konutlar vb gibi) soylulaştırma karşıtı mevzûatları ile ilgili olarak zorlayacak yerel güçler oluştururlar. Ancak bunlar gibi yerel organizasyonlara ek olarak soylulaştırma karşıtı organizatörler küresel adâlet hareketleriyle de birlikte çalışmalılar. Barınma, bir sosyal adâlet problemidir; soylulaşma ise daha geniş bir sermâye birikiminin bir parçasıdır. Bugünlerde birçok soylulaştırma projesi, yerel çaptan ziyâde gezegensel boyutlarda karar veren uluslararası sermâye tarafından tasarlanıp inşâ ve finanse ediliyor. Pekin Olimpiyatları örneği, bunun en bâriz olanı. Burada, bu spor olayı için yapılan, Çin devleti ve kapitalistleri için altın mâdeni olan hazırlıklarda, binlerce fakir ve işçi sınıfından insan, muazzam büyüklükteki bir yeniden gelişimle karşı karşıya kalan eski mahallelerinden, kabaca söyleyecek olursak, yerlerinden edildiler. Soylulaşma karşıtı mücâdelelerle, dünya adâlet hareketi aktivistleri arasında kurulacak olan bir ilişki oldukça tehditkâr olabilir. Aralarında soylulaştırma araştırmacısı da olan yedi kişi ile ilgili “terörizm” suçlamaları başlatan Alman yasal kodunun 129a maddesi, bu ilişkinin ne kadar tehditkâr olduğunu tam olarak ortaya koyar. Sınıf siyâseti, terörizmle aynı kefeye konmuştur. Devlet, histerik bir şekilde terörizm ile sınıf muhâlefetini eşitlerken bizim tavrımız, farklı boyutlardaki bu aktivistler arasındaki bağlantıyı kuvvetlendirmek olmalı. Soylulaştırma karşıtı mücâdelelerse işte bu çalışmanın bir parçasıdır.Soylulaştırma, işsiz insanlardan ve işçi sınıfından intikam almak için bir âlet hâline geldi; rövanşist şehir neoliberal kapitalizmin kurbânı olan herkesten intikâmını titizlikle aldı.Soylulaştırma, işsiz insanlardan ve işçi sınıfından intikam almak için bir âlet hâline geldi; rövanşist şehir neoliberal kapitalizmin kurbanı olan herkesten intikâmını titizlikle aldı.
1 Yuppie: 80’lerde ortaya çıkan bir terimdir. Young Urban Professionals’ın [Şehirli Genç Profesyoneller] kısaltmasıdır. Daha çok üniversiteden mezun olup belki yüksek lisansını da yapıp iyi maaşlı bir işte –genellikle plazalarda- çalışmaya başlayıp harcamaları ve bu harcamaları gösterme konusunda mütevâzı olmayan, sosyal statülerini korumak ve mümkünse daha da yükseltmek isteyen, hırslı, gösterişli kişiler için kullanılır. (ç.n.)
2 1940’lı yıllarda ortaya çıktıktan sonra bir dönem popülerliğini korumuş, 2000’li yıllarda ise yeniden yavaş yavaş ilgi odağı olmaya başlayan bir akım. Beat Kuşağı’nın önemli isimlerinden Jack Keruoac, hipsterın 1940’lardaki kullanımıyla, caz, özellikle de modern caz severlere verilen isim olduğunu söylüyor. Hipsterlar, giyim tarzı, argo kullanımı, rahat tavırları, uyuşturucu kullanımı ve kasten sefil yaşamak gibi caz müzisyenlerinin yaşam şeklini her şeyiyle benimseyen kişilerdir. Keruoac, ilk hipsterların dönemin şehirli siyahlarının yaşam tarzını benimseyen genç beyazlar olduğunu, daha sonraları gelen hipsterların ise işin aslını bilmeden kendilerinden öncekileri taklit ettiklerini yazar. (ç.n.)