Kırbaçlanan At ya da Acınası Üst-insan
Osman Çakmakçı
Kırbaçlanan At ya da Acınası Üst-insan
Osman Çakmakçı
https://www.zdergisi.istanbul/makale/kirbaclanan-at-ya-da-acinasi-ust-insan-244
Nietzsche, kırbaçlanan atın çektiği acının aynısını çekiyor, yoksa bu üst perdeden bir merhamet duyma değil, merhamet duymak için merhamet duyulandan serinkanlı bir mesâfede bulunmak gerekir. Oysa Nietzsche, kırbaçlanan atla özdeşleşmiştir ki kırbaçlanan at insanoğlunun ta kendisidir. Taşıyamayacağı kadar büyük bir yükün altına, dünyâ yükünün altına girmiş İnsan’dır o; üstelik ona bu yükü bir başkası yüklememiş, aksine kendisi bu yükün altına girmeye tâlip olmuştur. Neden peki, neden bu taşıyamayacağı kadar ağır yükün altına girmiştir insanoğlu? Bir kere tâ en başından, daha dünyâya fırlatılır fırlatılmaz, işte o an, insan zâten taşıyamayacağı bir yükün altındadır, zîra kendi varoluş koşullarıyla dünyânın varoluş koşulları arasında bir uyumsuzluk vardır; aslında insan var olmaya uygun bir varlık değildir. Bu dünyânın koşullarına göre çok zayıftır; acz içindedir. Bilinç sâhibi olmasıyla dünyâya içkin, ona uygun unsurlarından biri değildir; varlığıyla dünya yüzündeyken, bilinciyle dünyânın dışındadır; hatta onun ötesindedir. Bu da kendisinin ötesine geçme çabasının ateşleyici fitilidir. Dünyânın en zeki insanları kendilerini yetersiz bulup kendilerini aşmaya, öteye geçmeye çabalarlar. Bu asla ulaşılamayacak ufuk çizgisine ulaşmaya çalışmak gibidir: İlerlediğiniz ölçüde ufuk çizgisi uzaklaşacaktır.
Nietzsche, bütün bunların farkın-dadır, zîra kendisi de o seslendiği âciz ve zavallı insanlardan biridir sâdece. Diğer “sağlıklı”, “normal”, yâni normlara uygun insanlardan biri değildir. Ömür boyu yakasını bırakmamış olan kronik baş ağrılarından mustariptir, iklim değişikliklerinden aşırı etkilenen çok hassas bir bünyeye ve ruh hâline sâhiptir. Bedensel olarak böyle eksiklikleri bulunur, ama öte yandan fazla zekîdir, çok genç yaşta bir üniversitede kürsü alır; başarılı bir düşünürdür. Ne var ki koşullara ve düzene ayak uyduramadığından üniversiteden ayrılıp kendini tamâmen işine, yâni düşünmeye ve yazmaya adar. Düşünmek onda aşırılaşır, öte yana geçme, kendisini aşma çabasına bürünür. İnsan zavallılığını tâ iliğinde kemiğinde hisseden Nietzsche, kendisini aşarak üst-insana, neredeyse eksiksiz denebilecek bir varoluşa ulaşmak ister. Ama oraya hiçbir zaman varamayacaktır. Zîra insan var oluşu îtibâriyle zayıf ve tesellîye muhtaç bir varlıktır. İnsana anlayış ve hoşgörü gösterilmeli, en son raddede affedilmeli, başı sıvazlanmalıdır.
Zavallı Nietzsche’nin kırbaçlanan atta gördüğü İşte İnsan’ın kırbaçlanmasıdır. Nietzsche’nin çılgınlığa soğukkanlı, neredeyse bilimsel bir cesâretle gitmiş olduğu açıktır. O İnsan (dolayısıyla kendi) varlığının imkânlarını ve sınırlarını aşırı zorlamıştır. Bu zorlayış bağlamında üst-insan çâresizliğe açıktır. Yâni bu üst-insan güçlü insan değil, tam aksine kendi varlığının bütün imkânlarını gerçekleştirmeye çalışan insandır. Tam ve eksiksiz var olmak. Bu şekilde dünyâdaki uygunsuz ve eğreti varlığının sınırlılığını ve kısıtlarını aşacak, tam ve mükemmelen kendisini gerçekleştirecektir. Nietzsche, kırbaçlanan atta aslında kırbaçlanan insana ağlamaktadır.
“Friedrich Nietzsche, 3 Ocak 1889’da Torino’da, Via Carlo Alberto’daki 6 numaralı kapıdan sokağa adımını atar. Belki yürüyüş yapmak belki de postâneden mektuplarını almaktır amacı. Kendisine uzak olmayan ya da fazlasıyla uzakta bir fayton sürücüsü, inatçı atına söz dinletemiyordur. Faytoncunun bütün baskılarına rağmen, hareket etmeyi reddediyordur at. Sonra, ismi muhtemelen Giuseppe Carlo Ettore olan faytoncunun sabrı taşar ve kırbacını eline alıp atı öldüresiye kırbaçlamaya başlar. Nietzsche, orada biriken kalabalığın arasına dalar ve birden atın önüne atlayarak öfkeden köpürmüş faytoncunun acımasız eylemini sona erdirir. Kollarını atın boynuna dolayıp hıçkırarak ağlamaya başlar ve baygınlık geçirir. Olaya şâhit olan diğerleri, Nietzsche’yi evine bırakırlar. İki gün boyunca bir divanda hareketsiz ve sessizce dinlenir Nietzsche. Tâ ki son sözlerini mırıldanıncaya dek: “Mutter, ich bin dumm!” (Anne, ne aptalım!) Ve hayâtının kalan son on yılını, uysal ve delirmiş bir şekilde annesinin ve kız kardeşlerinin himâyesi altında geçirir. Atın âkıbeti hakkında ise hiçbir şey bilmiyoruz…”Bela Tarr’ın kült filmi Torino Atı’nın giriş sahnesinden.