Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Nef‘î’nin Hayal Atları
Leyla Alptekin Sarıoğlu

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Nef‘î’nin Hayal Atları
Leyla Alptekin Sarıoğlu

https://www.zdergisi.istanbul/makale/nefinin-hayal-atlari-242

Medeniyet târihi içinde mühim bir yerde konumlanan at, sosyal hayâtın hemen her türlü öğesini bünyesinde barındıran klasik Türk edebiyâtında da önemi doğrultusunda yer bulmuş, bu edebiyâta mensup şâirlerce çeşitli özellikleri ile çokça anılmıştır. At motifi, özellikle kasîdelerin methiye bölümlerinde devlet adamlarının atlarıyla ilgili tasvirlerde dikkati çeker. Ancak atlarla ilgili daha etraflı tasvirlere kasîdelerin nesib bölümlerinde ve kimi zaman da müstakil olarak kaleme alınmış rahşiyelerde yer verilmiştir.

Edebî bir terim olarak sâdece Türk edebiyâtında var olan “rahşiye”, nesib bölümünde atın anlatıldığı, atın adlarını ve özelliklerini konu edinen, at için yazılan kasîde ve mersiye mânâsındadır. “Gösterişli, yürük ve güzel (at)” anlamına gelen Farsça “rahş” kelimesine Arapça âidiyet ekinin getirilmesiyle türetilmiş rahşiyenin yanı sıra, atlarla ilgili şiirler için kullanılmış diğer terimler ise “esbiye”, “feresnâme”, “feresiyye”dir. Esâsen cins atların tasvîrini içeren rahşiye türü, mirâciyelerin bir bölümünde yer verilen “Burak” ve “Refref”in tasvir edilmesi netîcesinde oluşmuş bir türdür. Bu türün içine kasîdelerin nesib bölümlerindeki at tasvirleri ve anlatımların yanı sıra, farklı nazım şekilleriyle yazılmış manzûmeler de girmektedir. Rahşiye, klasik Türk şiirinin olgunluk kazanması ile müstakil bir yapı kazanmış, zengin bir edebî tür hâline gelmiştir.

Rahşiye türünün en eski örneği Ahmed Paşa (öl. 1496-97) tarafından kaleme alınmıştır. Kasîde nazım şekli ile yazılmış bu rahşiye 15 beyittir. Bu nazım şekli ile yazılmış rahşiye örnekleri arasında Allâme Şeyhî (öl. 1634-35)’nin Dîvan’ında Kasîde der-Medh-i Esb-i Hemvâr başlığı ile yer alan 32 beyitlik ve Sabrî (öl. 1645)’nin Dîvan’ında bulunan Rahşiyye Der-Medh-i Pâdişâh Cem-mekrümet Sultân Murâd Hân ‘Aleyhi’r-rahme ve’r-rızvân başlıklı 77 beyitlik şiirler sayılabilir.

Falnâme'den, XVI. yüzyıl.

Klasik Türk edebiyâtında rahşiye türünün en başarılı manzûmeleri, kaynakların ittifakla belirttiği üzere Nef‘î (öl.1635) tarafından kaleme alınmıştır. Der-Sitâyiş-i Esbân-ı Şehsüvâr-ı Zamân Hazret-i Sultân Murâd Hân Bâ-Fermân-ı Âlîşân başlıklı 84 beyitlik, Der-Medh-i Rahş-ı Hazret-i Sultân Murâd başlıklı 44 beyitlik ve Kasîde-i Rahşiyye Der Medh-i Mustafa Paşa başlıklı 47 beyitlik kasîdeleriyle Nef‘î, bu türün hem şekil hem muhtevâ açısından en başarılı örneklerini vermiştir. Şehrî (öl. 1660)’nin Dîvan’ında yer alan 42 beyitlik Der-Sitâyiş-i Mustafa Big Medh-i Semendes başlıklı kasîdesi de rahşiye türüne dâhildir. Azmîzâde Haletî (öl. 1660-61)’nin 23 beyitlik rahşiye kasîdesi ise Sa‘âdetlü Pâdişâhumuz Cânibinden Habîb-i Siyâh ve Arslan Nâm Atları Vasfiyle Me‘mûr Olduğumuzda Dinilmişdür başlığını taşımaktadır. Alâeddin Sâbit (öl. 1712)’in kaleme aldığı Esbiyye Berây-ı Mehmed Paşa başlıklı 75 beyitlik kasîde; şeyhülislâm İshak Efendi (öl. 1734)’nin Dîvan’ında yer alan, Kasîde-i Esbiyye başlıklı 56 beyitlik manzûme; Şehdî (öl. 1727)’nin Kethudâ-yı Sadr-ı Alî Hasan Ağa Anatolu Muhâsebecisi Olduğumuzda Mükemmel Dîvân Rahşı ile Bir Esb-i Sabâ-Seyr Gönderdiklerine Didüğümüz Kasîde-i Esbiyyedir başlıklı 8 beyitlik şiir yine rahşiye örnekleri arasındadır.

Nazîr İbrahim (öl. 1774) tarafından yazılmış Takrîz-i Feresnâme-i Dâniş ba-Sitâyiş-i Hasan Paşa-zâde Halîl Paşa adını taşıyan 23 beyitlik kasîde, muhtevâsı îtibâriyle bir rahşiye örneğidir. Ârif Süleyman (öl. 1769)’ın Dîvan’ındaki Der Vasf-ı Hınk-ı Sabâ-Seyr Pâdişâh-ı Âlem-Penâh Rahmetu’llâhi Aleyh başlıklı 12 beyitlik manzûme de rahşiye türünde yazılmış kasîdelerdendir.

Kasîde nazım şekli ile yazılmış bu örneklerin yanında, rahşiyenin edebî bir tür olarak kasîde ve mersiye sınırları içinde değerlendirilmemesi gerektiğini farklı nazım şekilleri ile yazılmış örneklerden anlıyoruz. Örneğin Tâcizâde Cafer Çelebi (öl. 1515), Hevesnâme adlı mesnevîsinin 20 beytinde Sıfat-ı Esb başlığıyla mesnevî nazım şeklinde bir rahşiye örneği vermiştir. Mesnevî nazım şekli ile yazılmış bir diğer rahşiye örneği Hassân (öl. 1432 sonrası?)’ın, Mihr ü Müşterî adlı mesnevîsinde yer alan 21 beyitlik manzûmedir. Ayrıca Lâmi‘î Çelebi (öl. 1532)’nin Vâmık u Azrâ mesnevîsinde yer alan, Sıfat-ı Esb-i Süvârî başlıklı 5 beyitlik kısmı da rahşiye türünü hazırlayan örnekler içinde düşünmek gerekmektedir. Bunların yanı sıra Şeyh Gâlib (öl. 1799)’in Hüsn ü Aşk adlı mesnevîsinin Der-Vasfı Esb başlıklı 22 beyitlik kısmında rahşiye üslûbu hâkimdir. Yine Gâlib Dîvânı’nda yer alan Kenâr-ı Mektûb-ı Latîfe-Üslûb başlıklı 19 beyitlik mesnevî, rahşiye türünün özelliklerini yansıtan orijinal bir manzûmedir.

Mesnevî yanında gazel nazım şekli ile yazılan rahşiyeler de bulunmaktadır. Kütahyalı Rahimî (öl. XVI. yüzyıl)’nin Dîvan’ında yer alan iki gazel; Tâlib Efendi (öl. 1706-07)’nin Beliğ Tezkiresi’nde kayıtlı 15 beyitlik “Esbiyye” başlıklı şiiri de rahşiye türünde manzûmelerdir. İbrahim Hanif (öl. 1802)’in Dîvan’ındaki Esbiyye Der-Vasf-ı Şehinşâh-ı Devrân başlıklı 8 beyitlik ve Esbiyye Der-Vasf-ı Şehinşâh-ı A‘zâm başlıklı 7 beyitlik iki şiir de rahşiye türü içindedir. 

Bütün bu örneklerin yanı sıra Nef‘î tarafından ikisi IV. Murad (1623-1640) ve biri vezir Mustafa Paşa medhinde yazılmış üç rahşiye kasîdesi, türünün özelliklerini en iyi şekilde yansıtan ve zengin malzeme içeren metinler olarak ayrı bir önem arz eder. İlki Nef‘î Dîvânı’nın 18. kasîdesidir. IV. Murad’ın fermânıyla yazdığı Der-Sitâyiş-i Esbân-ı Şehsüvâr-ı Zamân Hazret-i Sultân Murâd Hân Bâ-Fermân-ı Âlîşân başlıklı kasîdesinin nesib bölümünde Nef‘î, sultânın atlarını teker teker tanıttıktan sonra medhiye kısmına geçmiştir. 84 beyitlik kasîdenin 52 beyti nesib bölümüne ayrılmıştır. Kasîdenin ilk beytinde şâir, ata ad verme geleneğine dikkat çekerek IV. Murad’ın Bâd-ı Sabâ ismini verdiği mübârek yüzlü atıyla söze başlar:

Bârekallâh zihî rahş-ı hümâyûn-sîmâ Ki komuş nâmını sultân-ı cihân Bâd-ı Sabâ (K.18/1)

Ardından Nef‘î bu atın özelliklerinden bahseder. Sabah rüzgârı, seher yeli mânâsına gelen Bâd-ı Sabâ, adından da anlaşılacağı üzere hızlı bir attır. Nef‘î, bu atın ataklığını vurgulamak için ikinci beyitte onun yanında rüzgârın yavaş kaldığını, hız bakımından denginin yıldırım olduğunu ve bu sebeple ona rüzgâr değil de yıldırım demenin daha doğru olacağını ifâde eder. Zîra bu at o kadar hızlıdır ki koşarken gölgesi bile ona yetişemez (K.18/2). Rüzgârın, yıldırımın ve gölgesinin kendisine yetişemediği Bâd-ı Sabâ, düşünme hızından da süratlidir. Gölgesi gibi onu da geride bırakarak hızla geçip gider (K.18/3) ve eğer binicisi yanlışlıkla dizginini gevşetse gölgesi toprağa düşmeden dünyâyı bile dolaşır (K.18/4). Pâdişâhın atlarından biri de Tayyar’dır. Bu at da hız bakımından mükemmeldir. Eğer uçma kâbiliyeti olsa kuş ona yetişemez. Onun toynaklarıyla çıkardığı toza toprağa rüzgâr ve kasırga bile erişememektedir (K.18/5). Şâir, kanatlı hayvanlarla mukâyese ettiği atı daha süratli görmekte ve ankâ ile hümâ kuşlarının kendisine eşlik edemeyeceğini iddia etmektedir (K.18/6). Ona göre Tayyar, uçmak için nurdan kanatlarını açan bir meleğe benzemektedir (K.18/7). Bu at için şâir, “âlemi bir göz kapatıp açma süresince gezer” demiştir:

Tayy eder âlemi bir göz yumup açınca bu da Bu kadar çâbük ü çâlâk olur mu acabâ (K.18/8)

Tayyar’ın özeliklerinden sonra şâir, sultânın diğer atlarının adlarını sıralar: Evren, Saçlı Doru, Mercan, Celâlî Yağızı, Edhem, Tuma, Kapıağası Dorusu, Arslan Dorusu, Cebeli Doru, Kayışoğlu Dorusu, Kümeyt, Ağa Alcası, Şam Alcası, Aşkar, Dağlar Delisi, Surâhî-i ser-efrâz. Görüldüğü üzere bu adların çoğu Türkçedir

Meger Evren ola yâ Saçlı Toru yâ Mercân Yâ Celâlî Yağızı yâ iki Edhem yâ Tuma      (K.18/9)

Nef‘î’de geçen at isimleri soylu ve has atlara âittir. Adları bir bir sayan şâir, atların özelliklerine de sırayla değinir. Örneğin Evren, sıçradığı zaman kızgın bir ejderhâyı andırır (K.18/10). Şâir onun hızla atılışını övmeye başlasa onun da kalemi elinde durmaz, o da ok gibi ileri atılır (K.18/11). Saçlı Doru ise kanat açmış bir ankâ kuşuna benzer. Tek kanatla bile pervâsızca uçabilir (K.18/12). Saçlı Doru sanki yanan bir ateştir; siyah yeleleri de onun dumanıdır (K.18/13). Bu da Evren gibi yüksek atlasa binicisi Zal, kendisi de sanki Anka olur (K.18/14). Mercân ise yine hızlı koşan ayağı çabuk bir attır (K.18/15). Bu at, istese bir kıl üzerinde yürüyebilir, hatta zaman zaman rakkaslık bile eder (K.18/16). Hareketlerini izleyen kimse onu, dünyânın etrâfında dönen bir ışık, güneş zanneder. Zîra o, âlemi güneş ışığı kadar hızla dönebilmektedir (K.18/17).

Hele Celâlî Yağızı’nın çabukluğuna hayret etmemek mümkün değildir. Uçsuz bucaksız dünya ona dar gelir. Kalem gibi cilveye başlasa gökyüzü ona ancak hareketi için bir merkez noktası olur (K.18/18-19). İki Edhem ise birbirinin aynısı olan Arap kısraklarıdır (K.18/20). Bunlar güzellikte Leylâ gibidirler. Bunları gören Mecnun’un aklına Leylâ gelmez (K.18/21). Bu atlar yeryüzünde eşi benzeri bulunmayacak güzelliktedirler (K.18/22).

“Yine o cihânı süsleyen şahlar şâhının has ahırında hepsi birbirinden değerli daha ne atlar vardır.” (K.18/23)

Hele Celâlî Yağızı’nın çabukluğuna hayret etmemek mümkün değildir. Uçsuz bucaksız dünya ona dar gelir. Kalem gibi cilveye başlasa gökyüzü ona ancak hareketi için bir merkez noktası olur (K.18/18-19). İki Edhem ise birbirinin aynısı olan Arap kısraklarıdır (K.18/20). Bunlar güzellikte Leylâ gibidirler. Bunları gören Mecnun’un aklına Leylâ gelmez (K.18/21). Bu atlar yeryüzünde eşi benzeri bulunmayacak güzelliktedirler (K.18/22).

Cebeli Doru ve Kayışoğlu Dorusu da süratte birbiri ile kıyaslanmayacak atlardır (K.18/28). Kazâ oku bunların her birine eşlik etse göz nuru (bakış) gibi her ikisi de menzîle aynı anda ulaşır (K.18/29). Ağa Alcası, övgüye lâyık atlardandır (K.18/30). O, dünyâyı aydınlatan ışık gibi bir çıkar gökte koşar, bir iner yerde gezer, öyle bir rüzgâr ayaklıdır (K.18/31). Şam Alcası adlı at yürümeye niyetlense sanki kırmızı elbiseli put gibi güzel bir dilber salınarak yürümeye başlar (K.18/32). Şâire göre bu cilve ve naz Behram’ın atı Aşkar’da olsaydı, Zühre gökten inerek ona yoldaş olurdu (K.18/33). Aşkar koyu kırmızı renkli, doru, kestâne renkli, çoğunlukla siyah yeleli, siyah kuyruklu kula ata verilen isimdir. Koyu kırmızı renkli bu atın bütün endâmı kudret eli tarafından kınalanmış gibidir (K.18/34).

Pâdişâhın bir diğer atı da koştukça yeri göğü sallayan Dağlar Delisi’dir (K.18/35). Dağlar Delisi kızdığı zaman yer ve gök sarsılır, sanki kıyâmet kopar (K.18/36). Ama yürürken bir güzele benzer. Cilveye başlayınca sanki cennet tâvusudur (K.18/37). Adı böyle olsa da kendisi evcil bir ceylandır. Perçemi, yâni yeleleri Çin sümbülü, yüzü Hıta kumaşıdır (K.18/38). Dağınık perçemi rüzgârda uçuştukça misk kokusu saçmaktadır (K.18/39).

Şâir son olarak Surâhî-i Ser-efrâz namlı bir attan bahseder. Sultânın atları arasında herhâlde en gözde olanı bu attır. Nef‘î, en çok bu atı son derece mübâlağalı bir üslûpla övmüştür. Fizikî görünümünün son derece mükemmel olduğunu vurgulayan şâir onun ayağına yüz sürmek için feleğin iki büklüm olmasına şaşılmayacağını söyler (K.18/40). O, ölçülü, düzgün gerdanlı, endâmı güzel bir cihan şûhu (K. 14/41), işvede, cilvede, edâlı yürüyüşte eşi bulunmayan bir güzeldir: 

Şîvede cilvede mestâne hırâm eylemede Vâr ise yine odur bir sanem-i müstesnâ (K.18/42)

O öyle bir güzeldir ki salınıp naz ile gezindikçe bir bakışı ile cihânın canını yağmalar (K.18/43). Gönül alıcılıkta ancak bir güzel ona eşlik edebilir. Yoksa âlemde onun eşi benzeri bulunmaz (K.18/44). Onun tavırları, hareketleri nasıl târif edilsin? Böyle güzel ve şuh dilber görülmemiştir (K.18/45). Sâhibine karşı itaatkâr, hareketleri ölçülü, şîvesi, cilvesi hepsi birbirinden güzeldir (K.18/46). Yürüyüşü, bakışı, hepsi şuh bir dilberin şîvesi gibi aklı baştan almaktadır (K.18/47). Onun bir tasvîri Çin’e gitse, bir armağan gitmiş gibi olur. Mevlâ’nın yaratıcılık kudretinin timsâlidir (K.18/48). Naz dolu cilvelerini ne zaman yapsa onun ayak attığı yere gökyüzü döşenmelidir, ona bu yakışır (K.18/49). O kadar idrâki yüksektir ki binicisi kaşının ucu ile şöyle bir îmâ etse yürüyüşünü ona uydurur (K.18/50). Şâire göre bu ata Hz. Muhammed’in mîraç gecesinde göğe yükselirken bindiği cennet Burak’ı demek, bu denli hürmet göstermek gerekir (K.18/51). Zîra melek o atın huzûrunda giden bir seyistir; güneş onun altın nalına yüzünü sürse lâyıktır (K.18/52). Şâir, “bu şeref o mübârek yürüyüşlü ata çok değildir, zîra onun binicisi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olan Sultan Murad’dır” diyerek sultânın övgüsüne geçer:

Çok mudur bu şeref ol rahş-ı mübârek- kademe Ki sa‘âdetle süvâr ola ana zıll-ı Hudâ (K.18/53)

54. ile 74. beyitler arasında Sultan Murad’ı metheden şâir, övdüğü atların pâdişâhın ahırındaki özel atlar olduklarını ve her atın memdûhun ahırına lâyık olmadığını ifâde eder (K.18/75). Kasîdenin son iki beytinde ise gece ve gündüz ata benzetilerek kullanılmıştır. Eşheb, Arapçada kır at demektir. Edhem ise yine Arapça yağız at mânâsındadır:

Eşheb-i rûz ile tâ Edhem-i şeb pey-der-pey Haşre dek birbiri ardınca ola cilve-nümâ      (K.18/83)

Der-Medh-i Rahş-ı Hazret-i Sultân Murâd başlıklı ikinci rahşiye Dîvan’ın 19. kasîdesidir. Bu kasîde de IV. Murad’ın övgüsüne yöneliktir ve 44 beyitten oluşur. Bir önceki kasîdede pek çok atın adını sıralayıp özelliklerini veren şâir burada sâdece tek bir atla ilgili tasvirlere yer vermektedir. Bir önceki kasîdede de adı geçen Ağa Alcası adlı at 19 beyitte anlatılır. Kasîdenin geri kalan bölümleri pâdişah övgüsü ve duâ kısımlarıdır.

Şâire göre Ağa Alcası o denli hoş endamlı ve renklidir ki onun perçemi, boynu ve kuyruğu kınaya muhtaç değildir (K.19/2). Onun yürüyüşünün şîvesini ve ölçülü yüzünü gören, Allah’ın yaratığı bu varlığa hayran kalmakta (K.19/3); o ne zaman naz ile salına salına yürümeye niyet etse güzel yüzlü gönül alan bir sevgiliye benzemektedir (K.19/4). Şâir, bu atın vücûdundaki kızıl ve parlak kıllar münâsebetiyle derisinin kırmızı ipek kumaşa benzediğini de ifâde etmektedir:

O denlü surh u rahşân mûy-ı endâmı ki âyıkdır Kabâ-yı cismini ger benzedirsem al dîbâya (K.19/5)

Nef‘î’ye göre bu atın güzelliği ve gönül cezbeden salınışı dünyâyı meftun etmekle kalmayıp melekler de onu feleklerde zevkle seyretmektedirler (K.19/7). İnsan onun hâllerinin âşığı, melek ise salınarak yürüyüşünün hayrânıdır (K.19/8). Öyle ki gezinmek için mânâ meydanına ayak bassa düşünce bâkireleri saf saf olarak onu seyretmeye başlamaktadırlar (K.19/9). 

Ağa Alcası, uçan bir kuş kadar hızlıdır. O hareket ettikçe eteğinin kenarı ankâ kuşunun kanadını andırmaktadır:

Uçar kuşdur şitâb etdikçe gûyâ benzer anınçün Kenâr-ı dâmen-i bergüstvânı bâl-i Ankâya (K.19/10)

Şâire göre bu at o kadar hızlıdır ki nârin gül yaprağına dokunsa nalının çivisinin ucu iz bırakmaz (K.19/11). Ama sert yürüyüşe gelince nalının şimşeği taşı eritecek derecede kuvvetlidir (K.19/12). Öyle ki ayağının çarpması dünyânın boynuzunda durduğu öküzün başını parçalar, şiddetle nalından fırlattığı çivi ta Ülker yıldızına kadar çıkar:

Şikest eyler ser-i gâv-ı zemîni sadme-i pâyı Çıkar şiddetle pertâb etdiği mîhı Süreyyâ’ya (K.19/13)

Nef‘î, bu at ile yıldırım ve rüzgârın bile yarışmaya kalkışamayacağını (K.19/14), onun koşarken yeryüzünden gökyüzüne hızla yükselen bir ateşe benzediğini (K.19/15), Burak gibi yeryüzünden feleklere süratle gidebilecek kudrette olduğunu (K.19/16), eğer yedi deryâyı geçecek olsa yedisini de yel gibi ayağı ıslanmadan aşabileceğini (K.19/17) ifâde ettikten sonra bu denli hafif ayaklı ve ayağı çabuk bir ata kasîde yazmanın mümkün olmadığını da dile getirmiştir (K.19/18). Elbette bu üstün özelliklere sâhip olan bir ata ancak âlemi süsleyen at binicisinin, yâni Sultan Murad’ın üzengisi lâyıktır (K.19/19). Gümüş tenli, altın nallı ve kıymetli taşlarla süslenmiş at takımları olan bu atın ahırında su içtiği kap bile Dara’nın tâcı ile aynı değerdedir (K.19/20). 

Rüstem’in Rahş’ı yakalaması, Firdevsî’nin Şehnâme’sinden. Metropolitan Sanat Müzesi.Üçüncü rahşiye, şâirin Dîvan’ının 46. kasîdesidir. 47 beyitlik bu manzûme Kasîde-i Rahşiyye Der-Medh-i Mustafa Paşa başlığını taşır. Vezir Mustafa Paşa için yazılmış olan kasîdenin 20. beytine kadar paşanın atı, tasvirlerle birlikte olağanüstü nitelikleriyle övülür. 20. beyitten sonra memduh övgüsüne geçilir ve duâ kısmı ile kasîde biter. Bu kasîdede tek bir at anlatılmaktadır. 

Vezir Mustafa Paşa’nın atı mülâyim tavırlı, nâzik bir attır. Mülâyim bir atın koşusunun güzelliği sevgilinin cilvesini andırır (K.46/1). Bu at son derece nazlı ve cilvelidir (K.46/2). Gönül çeken salınışına bağlanan tutkunlar için bakışı, güzellerin süzgün bakışı gibi gizlicedir (K.46/4). Bu at, yolunun başına tutkun olanlar için cennet Burak’ı; bakışlarının tuzağının esirleri için Tatar âhûsudur (K.46/5). Tabiatı o kadar göz alıcıdır ki zeki bir kimseyi bile sersem edebilir:

O denli dil-keş ü matbû’dur şemâ’ili kim Eder görünce serâsîme akl-ı ayyârı (K.46/6)

Nef‘î, burada atı sevgiliye benzeterek ağlayıp inleyen bir âşığı ayrılık zamânında anlamak için o atın gönül süsleyen yüzünü düşünmenin yeterli olacağını ifâde eder (K.45/7). Atın yüzü güzellik yönünden sevgilinin yüzüne benzetilmiş, atı kontrol altında tutmaya yarayan “şikâl” de sevgilinin saçına teşbih edilmiştir:

Murâdı üzre hayâlinde seyr içün şeklin Şikâl ederdi ana belki zülf-i dildârı (K.46/8)

Alnı bayram sabahı gibi aydınlık bu güzelin misk kokan yeleleri ise gece gibi karanlıktır (K.46/9). Böyle bir güzelliği bir an bile seyretmek efkârlı gönülleri ferahlatır (K.46/10). Sabah rüzgârı gibi salınarak yürüyüşü nehirlerin dalgalanışını andırır (K.46/11). Bu denli nazlı ve yumuşak yürüyüşlü iken haşin yürüyüşünden de Allah korusun (K. 46/12) diyen şâir, onun ayağının toprağının kasırgaya temkin verdiğini ve hareketinden oluşan havanın dağın zirvesini sarstığını ifâde etmektedir (K.46/13).

Şâir bu şiirde, koyu renkli doru at mânâsındaki “kümeyt” kelimesini kullanmış ve böylece atı kaleme de benzetmiştir (K.46/15). Onun haşin yürüyüşünün hiddeti mânâ göğüne şiirlerin tâlihini ulaştırmaktadır (K.46/16). Şâire göre hayal atı o kadar hızlı koşar ki düşünce binicisi hayal atını ne kadar hızlı sürse de onun tozuna bile yetişemeyecektir (K.46/17-18-19). Bu at, aynı zamanda Burak’a da benzemektedir (K.46/20). 

Rahşiyelerdeki at ve atla ilgili unsurların kullanılışına açıklık getirmek üzere seçilen bu üç kasîde, rahşiyelerin en karakteristik örneklerindendir. İkisi IV. Murad ve biri vezir Mustafa Paşa hakkında yazılmış bu kasîdelerin, ilkinde 53, ikincisinde 19 ve üçüncüsünde 20 beyitlik rahşiye kısmı bulunmaktadır. Toplamda 92 beyit tutan bu kısımlardan anlaşıldığı gibi rahşiyelerde atlar, vücut güzelliği, renk ve endâm gibi fiziksel özelliklerinin yanında haşinliği veya yumuşak başlılığı, binicisiyle uyumu gibi pek çok yönden de ele alınmıştır. 

Ata farklı mânâlar, orijinal çağrışımlar yükleyen Nef‘î’deki at sevgisi, köklü bir sevgidir. Bu sebeple onun rahşiyelerinde yer alan atlar, usta ressamların elinden çıkmış tasvirler gibi canlı ve hareketlidir. Onun atları, hız bakımından rüzgârdan daha süratli, yıldırımla hatta düşünce hızıyla denk varlıklardır. Gölgeleri dahi kendilerine yetişemeyen bu atlar gölgeleri daha toprağa düşmeden dünyâyı dolaşırlar. Onların dünyâyı gezme süresi bir gökırpma süresincedir. Âlemi güneş ışığı kadar hızla döner, yedi deryâyı ayaklarını ıslatmadan geçerler. Nef‘î’nin atları, yumuşak huylulukta en halim, sert tabiatlılıkta en haşin olanlardır. Onlar, zincire gelmeyen haşin tabiatları ortaya çıkınca yeri göğü sallayan bir ateşe benzerler. İdrakleri yüksek bu atlar, Allah’ın yaratıcılık kudretinin timsâli olarak hem insanları hem de melekleri kendilerine meftun etmektedirler.

At, klasik edebiyâtımıza mensup pek çok şâir tarafından memdûhun/sevgilinin övgüsünü yapmak veya şâirin kendi sanatını, tâlihini ve feleğin durumlarını anlatmak maksadıyla da şiire konu edilmiştir. Rahşiyeler kaleme alan ve neredeyse bütün kasîdelerinde ata yer veren Nef’î de orijinal hayal âlemi ve renkli, mübâlağalı, çarpıcı tasvirleriyle at sevgisini büyük bir ustalıkla işlemiş ve hem memduhlarının atlarını hem de kendi düşündeki atları ölümsüzleştirmiştir

KAYNAKÇA

¶ Akkuş, M., Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası, Edebî Türler ve Tarzlar, Erzurum, Fenomen Yayınları, 2006.
¶ Akkuş, M., Nef‘î Dîvânı, Ankara, Akçağ Yayınları, 1993.
¶ Avşar, Z., Nef’î’nin Hayal Kavramına Yaklaşımı”, Bilig, sayı: 24, Kış 2003, s. 89-114.
¶ Aydemir, Y., “Türk Edebiyatında Kaside”, Bilig, sayı: 22, Yaz 2002, s. 133-168.
¶ Balaban, A., “Nef’i’nin Kasidelerinde Mübalağa Sanatındaki Ayrıntılar”, Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/3, Summer 2012, p. 453-468.
¶ Bilgin, O., “Türk Edebiyatında Rahşiyeler”, Türk Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık, TJK Yayınları, İstanbul, 1995, s. 276-279.
¶ Devellioğlu, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, haz. Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi, Ankara, 2000.
¶ Gökalp, H., “Edebî Türler”, Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kesit Yayınları, İstanbul, 2011.
¶ Halaçoğlu, Y., “At/İslami Devir”, DİA, c. 4, İstanbul, 1991, s. 28-31. ¶ Kafesoğlu, İ., “At/İslam Öncesi”, DİA, c. 4, İstanbul, 1988, s. 26-28.
¶ Karahan, A., Nef´î, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, ¶ Kafesoğlu, İ., “At/İslam Öncesi”, DİA, c. 4, İstanbul, 1988, s. 26-28.
¶ Karahan, A., Nef´î, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.
¶ Kaya, B., "Divan Şiirinde At ve Şiirlerde İşlenişi”, TÜBAV Bilim Dergisi, c. 10, sayı: 3, 2017, s. 86-99.
¶ Kaya, B., Divan Şiirinde At, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, , Ankara, 2008.
¶ Küçük, S., “Nefî’de At Sevgisi”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), II/I, 1988, s. 177-191.
¶ Macit, M., “Söz Meydanının Usta Binicisi: Nef’î”, Dil ve Edebiyat Dergisi, sayı: 21, 2010, s.14-27
¶ Sevük, İ. H., “Nef’î’nin Atları”, Cumhuriyet Gazetesi, 30.7.1953, 8.