Rocinante
Özlem Kumrular
Rocinante
Özlem Kumrular
https://www.zdergisi.istanbul/makale/rocinante-243
Don Quijote’siz bir Rocinante, Rocinante’siz bir Don Quijote düşünülemez. deta birlikte bir Kentauros, yarı at-yarı insan bir mitolojik varlık gibidirler. Dünyânın en çok okunan, en çok dile çevrilen kurgu eseri Don Quijote’nin her mâcerâsında yanında olan yoldaşı, Truva atından sonra herkesin en çok hâfızasında kalan attır. Napolyon’un Marengo’su, Caligula’nın Incitatus’u târihte ününü kaybederken, Rocinante ölümsüzlüğe ulaşır. Don Quijote’de toplam 659 karakter vardır! Ama Rocinante; Sancho ve Dulcinea’yla birlikte baş kahramânın yanında anılan ilk dörtte her zaman yerini korumuştur. Evet, romanın bir kahramânıdır o da. Bir dramatis personae’den, yâni oyunun -burada romanın- kahramanlarındandır. 28 bölümde adı geçer!
Oysa pek de iç açıcı bir anlamı yoktur Rocinante’nin. Hiç de efendisi Don Quijote’nin pek özendiği şövalye romanlarındaki atlar gibi anlı şanlı bir isim değildir. Kötü görünümlü, işe koşturulan at anlamındaki “rocín” kelimesinden türetilmiştir. Devrin en büyük sözlük yazarı Covarrubias, eserinde, -ki bu bizde Dîvânu Lugâti’t Türk’e denk düşer- o dönemde “rocín”in ne anlama geldiğini açıklarken, Rocinante’nin târihine de açıklık getirmiş olur. “Yaşı ileri olduğu, kötü muâmele gördüğü ya da iyi cins olmadığı için ‘at’ adına lâyık görülmeyen beygir” olarak tanımlar “rocín”i. Yâni aslında bir beygirdir bizim meşhur Rocinante’miz. İsmen ve cismen. Çılgın kahramânımız atına bir isim koymak için tam dört gün düşünür. Kafasında, yazar siler… Ne de olsa gezginci bir şövalye olmaya karar verdiğine göre ilk ihtiyâcı, onun şânına yakışır bir attır. Büyük İskender’in bir Bukefalos’u, İspanya’nın en büyük destan kahramânı El Cid’in de bir Babieca’sı olduğunu hatırlar. Büyük kahramanların atlarının da ölümsüz olduğunu bilir ve onların yolundan gitmek ister. Sonunda ona bu ismi bulur. Hem de kendisine bir isim bulmadan önce! Yâni La Manchalı Alonso Quijano, kendisine “Don Quijote” adını vermeden önce, atına “Rocinante” adını verir. Düşmüş bir “hidalgo”, atalarının varlıklarının hayâlinden başka bir şeyi olmayan küçük bir asilzâde olan Don Quijote’nin neden Rocinante’yi seçtiği ortadadır. Gelirinin bir kısmıyla karnını doyurup kalanıyla şövalye romansları alınca zâten geriye beş kuruşu kalmaz. Onunla da ancak bu çelimsiz beygiri alabilmiştir. Zâten tarla satıp kitap almaktadır. Başta av zevki için aldığı bu hayvan, sonunda bütün mâcerâlarının ortağı hâline gelecek, ona bir yoldaş olacaktır. Başına gelmeyen kalmayacaktır o bedbaht atın. Sâhibinin hayalleri ve idealleri altında ezilip gidecektir zavallı.
Rocinante’nin rengini tam olarak bilmiyoruz. Kendisine atfedilen melankolik ve ağırkanlı olma gibi özellikleri, devrin eserlerine bakıldığında, bize ipucu vermekten çok kafamızı karıştırır. Galen’den yayılan dört hılt (yâni anâsır-ı erbaa kavramı) dönemin İspanya’sında sâdece insanların değil, atların da kişiliğine uygulanır. Vücûdumuzdaki dört sıvının karakterimizi belirlediği inancı atlar için de geçerlidir. İnanışa göre ağırkanlı atlar beyaz, kızıla çalan kara atlar ise melankolik olur. Bu durumda iki renkten biridir, ama hangisi? İşte bunu bilemiyoruz. Hikâye mâlûm… Don Quijote, şövalye romansları okuyup aklını tatlı tatlı kaçırmaya başlayınca bir şövalye olup dünyâdaki hatâları düzeltmeye karar verir. Caballero (şövalye) olmak için önce bir caballo (at) gerekir. Caballero, yâni şövalye zâten süvâri demektir. Başka bir deyişle onu var eden atıdır. Bu sebeple de bir şövalyenin ontolojik olarak en büyük dayanağı da atının ta kendisidir. Ata binmiş bir şövalye, ikonografik olarak da diğer askerlerden daha üstündür. Osmanlı da atın sosyal gücünü keşfetmiş ve Yeniçağ’da gayrimüslimlerin ata binmesine izin vermemiştir.
Edebiyat târihinde, hicvini yaptığı bütün şövalye romanslarında geçen atlardan çok daha meşhur olacaktır Rocinante. Orlando’nun Brilladoro’sundan ve Montalvan’ın Bayarte’sinden de meşhur! Rugero’nun Frontino’su edebiyat târihine gömülürken Rocinante hayâtımızın içine girecek, sonraki yüzyıllara taşınacaktır. Şövalye romanslarında asâleti, gücü ve hareketi simgeleyen atlar Cervantes’in eserinde tek tahtası eksik bir kahramânın çağına uymayan hayallerini gerçekleştirirken telef olan bahtsız bir beygirle temsil edileceklerdir. Ortaçağ’ın, bugünün dizileri gibi tâkip edilen ve her yaştan, her meslekten, her katmandan insanın müptelâsı olduğu şövalye romanslarının âdeta bir kahramanıdır at. Kuzeyin efsânevî romansı Sir Gawain ve Yeşil Şövalye’nin kahramânı Yeşil Şövalye’nin atı, at koşumları ve süslemeleri anlatılırken âdeta bir prens, bir prenses tasvîri yapılır. Tepeden tırnağa yemyeşil mücevherle bir gelin gibi süslenmiştir. At, sâhibinin zenginliğini, gücünü ve şânını yansıtır. Cervantes, o hicvettiği şövalye romanlarının şâşaalı atlarının tam tersi bir portre çizer Rocinante’yle: yaşlı, yorgun, bezgin, çelimsiz, bahtsız, aç, gösterişsiz.
At gerçekten de sâdece bir kahramanlık simgesi değil, bir sosyal statü belirleyicisidir. Herkes ata binemez. Don Quijote’nin yaşadığı Altın Çağ’da, özellikle de onun yaşadığı çorak, fakir bir bölge olan La Mancha’da halkın binek hayvanı katırdır. At bir lüks, neredeyse bir üst sınıf sembolüdür. Bu yüzden, yamak Sancho’ya bir at değil, bir eşek vermiştir Cervantes. Her ne kadar Sancho onun “Rocinante’den iki kat daha iyi” olduğunu iddia etse de, Sancho’nun eşeğine bir isim bile vermemiştir Cervantes. O “anonim”dir. O dönemde de sık kullanılan “Eşek geldin, eşek gideceksin.” atasözünü Don Quijote’nin ağzından söyleten Cervantes, bir bakıma bu hayvancıkların değersizliklerini onaylar gibidir. “Topraktan geldin, toprağa döneceksin.”den esinlenerek çıkmıştır bu atasözü. Galen’in “daha aptal bir hayvan” yoktur dediği zavallı eşekçikler, Altın Çağ İspanya’sında fakirin en değerli varlığıdır oysa. Hatta eşekçik, Cervantes’in kurguda yaptığı belki de en önemli hatâlardan birine kurban giderek ne denli az önemsendiğini de bize göstermiş olur. Sancho eşeğini kaybeder. Ancak sonraki başka bir bölümde yine eşeğinin üzerindedir. Cervantes, kurguda onu kaybettirdiğini bile unutmuştur! Sancho da bir ara Rocinante’ye binmek ister. Ama bir türlü beceremez. Sanki Rocinante bunu kabul etmek istemez. Herkes sınıfını bilsin, der gibidir. Rocinante, bir “macho”, yâni erkektir. Erkek hayvana verilen “macho” (maço) kelimesinin anlam genişlemesine uğrayarak “kaba, sert erkek” anlamında kullanılması da buradan gelir. Aslında bir aygırdır yâni. Bir erkek olarak hayâtında pek başarılı olduğu da söylenemez. Koklayarak yakınlaşmaya çalıştığı kısraklardan ilk an bir temiz dayak yer. Kısraklar yanlarından tekmeleriyle uzaklaştırırlar onu. Bu da yetmiyormuş gibi bir de köylülerden bir porsiyon dayak yer Rocinante. Karşı cinsle olan mâcerâları böylece burada biter. Rocinante’nin romantik hayalleri son bulmuş olur.
Evet, yoldaştır Rocinante. İspanyolca olarak “compañero”dur. Con-pan, yâni ekmek ortağı olmaktan türeyen kelime Don Quijote’de tam da anlamını bulamaz aslında. Çünkü kahramânımız yemek yemediği gibi atının da pek yemek ihtiyâcını karşılayacak durumda değildir. Hatta ona göre yemek yemek dünyevî bir aktivitedir. Gezgin şövalyelerin ve atlarının yemek yediği pek görülmemiştir. Bu yüzden de yemek işini uhrevîlik karşısında dünyevîliği temsil eden Sancho’ya ve eşeğine bırakır. Zavallı Rocinante açlıktan gün geçtikçe daha da zayıflar, bir deri bir kemik kalır. Ne de olsa idealleri için açlığı tanımayan bir sâhibi vardır. Ekmeği değil belki, ama yolları hep paylaşırlar. İşte bu yüzden de gerçek bir yoldaştır Rocinante. Her yerde yanındadır sâhibinin. Meşhur değirmenlerle savaş sahnesinde de hâzır ve nâzırdır. Onun üzerinde saldırmıştır Don Quijote devâsa değirmen kollarına. Hatta zaman zaman yol ayrımına geldiklerinde doğru yolun seçimini Rocinante’ye bırakır. Mâcerâ konusunda onun iç güdülerine güvenir. Lâkin her seferinde belâların en beterine, yolların en dikenlisine ve çetrefillisine tesâdüf ederler.