Süleyman Akdı “At benim velînîmetimdir”
Akif Kuruçay
Fotoğraflar: MURAT GÜR
Süleyman Akdı “At benim velînîmetimdir”
Akif Kuruçay
https://www.zdergisi.istanbul/makale/suleyman-akdi-at-benim-velinimetimdir-224
Atla ilk tanışmanız nasıl oldu?
Biz zâten atların içinden geldik. Babam da jokeydi. ileden atçıyız. Ankara doğumluyum. Oradan Osmaniye’ye gitmişiz. Osmaniye’de ilkokul okurken at binmeye başladım. Onüç yaşında da Türkiye’de ilk defa yarışa çıktım.Apranti diyorlar o zaman bana. Elli yarışı kazanmadan jokey olamıyorsunuz. Bir çeşit amatörüm yâni. Millet, “Bu çocuk nasıl ata binecek?” diyordu. Ben tabiî onüç yaşına kadar çok iyi deneyimler kazanmıştım ve Allah’a çok şükür onbeş yaşımda jokey oldum. Onaltı yaşımda en çok kazanan birinci jokeyin altında ikinci jokey oldum. İki sene öyle devam etti. Sonra otuz sene şampiyon olarak jokeylik yaptım. Birçok ülkede at bindim. 1972 senesinde Türkiye’yi temsîlen Avustralya’da at bindim. Asya Atçılık Konferansı düzenleniyordu. Bütün dünyâdan ve Asya ülkelerinden jokeyler geliyordu. 1974 senesinde konferans Türkiye’de düzenlendi. Sonra 1984’te Japonya atçılığının 50. yıldönümünde Türkiye’yi temsîlen Japonya’ya, 1993’te Singapur’a gittim. Bir sene Almanya’da profesyonel olarak bindim. İngiltere’ye de gittim. Toplamda 12.800 yarış koştum. 4350 tânesini kazandım.
Bir at sizin için neyi ifâde eder? Ata nasıl tanımlarsınız?
At benim velînîmetim, her şeyimdir. Biz her şeyimizi attan kazandık. Zâten at kültürümüzde kutsaldır; ama benim için kutsalın da ötesinde bir varlıktır. Hele âilemin geçimini attan temin ettiğimi düşündüğümde… Şu anki konumumu ata borçluyum yâni, ona çok büyük sevgim ve saygım var.
Jokey olmadan önceki aprantilik dönemini anlatabilir misiniz?
Benim zamânımda şu andaki gibi apranti okulları yoktu. Bu okullarda talebelere bütün dersler veriliyor. At simülasyonları var, onlara bindiriliyor. Veliefendi Hipodromu’nda bulunan apranti okulunda hocalık da yapıyorum. Eskiden okul yoktu, büyük eküriler vardı. Ben patronum Burhan Karamehmet’in ekürisinde hocam Burhan Şenemgen nezâretinde yetiştim. Babam çok iyi, büyük bir jokey olduğu hâlde beni Burhan Şenemgen’e teslim etti. Jokeyliğimde elde ettiğim, öğrendiğim her şeyi Burhan Şenemgen hocama borçluyum.
Jokeyliğe geçiş nasıl oluyor?
Sabahları ahıra geliyorsunuz. Diyelim ki o zaman ahırda otuz atınız var. Bu atları çalıştırıyorsunuz. Daha yeni olduğunuz için, en fazla çalıştıracağınız at üç olur. At binmeye başladığınızda bu dört olur. Dışarıdaki ahırlardan da çalıştırırsınız, etti beş. Ama tabiî elli yarış kazanınca iş otomatikman değişiyor. Bizim zamânımızda yalnız bağlı bulunduğunuz ahırın atlarına biniyordunuz. Eküri sâhibi dışarıdan at binmenize müsâade etmiyordu. Şimdiki sistemde durum farklı. Eğer apranti lisansınız varsa her taraftan binebiliyorsunuz. Peki, nasıl lisans alıyorduk: Bir kurul var. O kurul sizi tepeden tırnağa inceliyor. Kurula sunmak için Mazhar Osman’a gidip sağlık raporu alıyorduk. Yaşınız küçük olduğu için babanızdan muvâfakatnâme getirmeniz de gerekiyordu. Sonra kurul sizi izliyor, yeterli bulursa lisansınızı imzâlıyordu. Bende durum farklı gelişti. Kurul her sene geldiği için ben at çalıştırırken beni izliyordu. At çalıştırmaya sekiz yaşımda başlamıştım. 13 yaşıma gelmeden lisansıma kavuştum. O yaşta yine ilk defa Burhan Karamehmet’in Niçiko adlı atına bindim. Hipodrom müdürü Reha Eken abimiz yarıştan önce bana bir çiçek verdi, “Sen büyük jokey olacaksın.” dedi. Çok heyecanlanmıştım, ağlamaya başladım. Sonra ata bindim. Ufacık çocuğum, millet bana bakıyor. Bindiğim at geç çıktı. Yarışı üçüncülükle bitirdim. O sezon sene sonuna kadar İstanbul’da hiç yarış kazanamadım. Kış yarışları için Ankara’ya geçtim. Orada iki sene içinde jokey oldum.
Baba mesleğini devralmış oldunuz bir bakıma. Atların dünyâsına dâir öncesinden bir bilgiye ve görgüye sâhipsiniz. Bugün iyi bir jokey olmak için en başından ne tür eğitimlerden geçmek gerekir?
Şimdiki imkânlar müthiş. Meselâ apranti okulunda matematik dersi var, İngilizce öğretiliyor. Her türlü mekanik destek sağlanıyor. Beslenme uzmanı, psikolog; ne ararsanız var. Elli civârında çocuk, hepsi burada kalıyor. Hepsinin yatak odası var. Geçenlerde birinin lens kullanması lâzımmış, gözlükle yapamıyormuş. Derhâl lens temin edildi. Bir diğeri elini bir yere vurmuş. Hemen röntgene götürdüler. Ne istiyorlarsa var, çok şanslılar. Biz bu imkânların hiçbirine sâhip değildik, alaylı yetiştik. O zamanlarda elli koşu kazanan aprantilikten jokey olabilirdi. Şimdi bu sayı yüz küsurlara çıktı; ama bunun nedenlerinden biri, başta da söylediğim gibi kendi ekürisinden başkasında at binmesine izin verilmiyordu. Ayrıca epey süre yarışlar haftada bir kere, pazar günleri yapılıyordu. Benim at bindiğim dönemde cumartesi-pazarları yapılmaya başladı. Sonra çarşamba, cumartesi, pazar oldu, yarışlar haftada üç günü geçmezdi. Şimdi bir jokey haftanın her günü bir başka hipodromda yarış koşabilir. İşte bundan dolayı jokeylik için gereken yarış kazanma sayısı artmış oldu.
Eski sistemden farklı olarak daha ne gibi değişiklikler oldu?
Eskiden siz bir antrenöre bağlıydınız, kontrat yapardınız. O antrenör size izin vermezse ata binemezdiniz. O antrenörün yazılı olduğu yarışta başka ata da binemezdiniz. Çok uzun sene “Jokeyler Derneği” başkanlığı yaptım. Jokeyliği bırakmıştım. Bu böyle olmaz dedik ve bir çalıştay düzenledik. Orada jokey antrenör ilişkilerini yeniden yapılandırdık. Aprantilerin jokeylere nazaran kilo avantajını 3 kg'dan 5 kg'a çıkardık. Apranti, istediği yarışta yarışabilir dedik. Şu binen bütün genç jokeylerin yetişmesine sebep olduk. Artık hiç kimseye bağlı değiller, lisanslarıyla istedikleri ata binebilirler.
Atla jokeyin eşleşmesinde nelere dikkat ediliyor? Nasıl oluyor?
Önce bir aprantinin tarafından bakalım; diyelim ki bir eküride çalışıyorsunuz. Eküriler içinde on atı olan da, otuz veya üçyüz atı olan da var. Eğer kâbiliyetliyseniz her zaman size şans tanınır, iyi jokey olmanızın önü açılır. İş jokeye gelince, jokeyin bir menejeri vardır. At sâhibi ile jokey karşı karşıya oturup anlaşırlar. Siz iyi jokeyseniz at sâhipleri gelir sizi bulur. Ben de bir jokey olarak hangisi işime iyi gelirse onu seçerim. En iyi jokeyde bütün atlar ona gelir, o seçer. Eskiden ben seçiyordum. Şimdi Halis Karataşseçer veya Selim Kaya’ya gelirler, o seçer.
Atların jokeylerini seçtiği olur mu peki?
Bâzı at vardır jokey seçer, bâzısı jokeyin altında çok iyi koşar, bâzısı da jokeyin altında iyi koşmaz. Jokeyin ustalığı önemli. At ağzı var dili yok bir hayvan. Deyim bu, oysa atın bir dili vardır. Jokey o dili anlar, ondan atın ne anlatmak istediğini anlaması beklenir. Uyum bu şekilde oluşur.
Jokeylik yaparken kendinize nasıl bakıyordunuz? Nelere dikkat ediyordunuz? Bir jokey nasıl yaşamalı?
Öncelikle uyku düzenine dikkat etmeli. Bir yaz gününden bahsedeyim. Bir jokey sabah 04:30’da kalkar. 05:00’da idmanda olur. İyi bir jokeyin 09:00’da idmanı biter. Bu arada onbeş atı çalıştırır. Onbeş at demek, iki kilo kayıp demektir. Yarışa gelir, bir kilo da yarışta kaybeder. Her gün üç kilo verip alır. Üç kilo verdiği zaman ne oluyor? Vücutta tuz mineral sistemi, hepsi yok oluyor. Onun için çok iyi beslenmesi lâzım. Erken kalktığı için erken yatması, kendine çok dikkat etmesi lâzım. Ben 1963’ten 1976’ya kadar bu düzenlemeleri kendim yapardım ya da yaptığımı sanırdım. 1976’da Halim Celaloğlu ekürisinde çalışmaya başlayınca o eküride Turgay Renklikurt adında, Türkiye’nin en iyi kondisyonerlerinden , üstelik atla hiç ilgisi olmayan bir spor eğitmeniyle tanıştım. Turgay hoca beslenmeyi çok iyi bilen bir kişiydi. 1976’dan 1981’e kadar onunla çalıştım. Beslenme üzerine birçok şeyi, “yarışa 48 saat kala hiçbir şekilde acı yemeyeceksin, asitli içmeyeceksin; ızgara, haşlama yiyeceksin” gibi tavsiyeleri hep Turgay hocadan öğrendim. Edindiğim bilgilerin jokeyliğimde büyük faydasını gördüm.
Kendine bakan bir jokey kaç yaşında kadar bu işi yapabilir?
Ben 69 yaşındayım, 56 yaşına kadar bindim. 13 sene oldu bırakalı.
Tabiî üzücü ama bu işte kazâlar da yaşanıyor.
Köprücük kemiğim kırık. Jokey olup da bu kırığı olmayana cevaz vermezler. Boksörün burun, güreşçinin kulak kırığı gibi. İşte bakın, köprücük kemiği kırığı (gömleğinin yakasını açıp gösteriyor), “Clavicula” diyorlar buna. Bir keresinde de attan düştüm, parmağım yere takıldı. Elimin bağı koptu. Bu elim (sağ) sakattır. 15 sene böyle bindim; ama işimi iyi yapmama asla engel olmadı.
Ülkemizde koşulan yarışlar dünya standardını düşündüğümüzde hangi düzeyde sizce?
Bâzı ülkelere bakınca üst seviye değiliz. Kime göre meselâ? Dünya genelinde at yarışçılığında Amerika çok yüksek düzeydedir. Fransa ve İngiltere de dâhildir bu kategoriye. Bu üç ülke dünya atçılığının zirvesindedir. Biz onlardan damızlık alıp getirdik. Şu anda Türk atçılığı Almanya, İtalya gibi ülkelerle yarışır durumdadır.
Türk atçılığında yarış dünyâsının gelmiş geçmiş en iyi atlarından bahsetseniz.
Türk atçılığında efsâneler var. Bizim bindiğimiz, binmediğimiz. Bindiğim efsâne atlar: Seren, Çinkut, Trapper, bunlar İngiliz atlarından. Tabiî Türkiye’nin yetiştirdiği çok nâdîde bir at var: Karayel. Ona da bir yarış binmek nasip oldu. Karayel üçüncü yarışındaydı. 50 kiloydum. Rahmetli Ekrem abinin kilosu tutmuyordu. Ben bindim üçüncü koşusunu kazandım. Karayel iki yaşındaydı o zaman. Üç yaşında Gazi koşusu kazandı. Zâten hiç geçilmedi. Arap atlarından Saffet, Ersoylu, Yavuzhan, Caş efsâne olarak gördüğüm atlar arasındadır.
Koşmak istediğiniz, ancak koşamadığınız bir at oldu mu?
Olmadı. Her senenin hangi atı geliyorsa muhakkak binmişmdir. Hipodromda hele şampiyonsan tabiri câizse her kulüpte oynayabiliyorsun. İyi at da her zaman iyi jokeye gidecektir. İyi jokey de iyi atı bulur. Karşılıklıdır bu iş.
Jokeyler için bir meslek birliği var mı?
Bir jokey derneğimiz var. Önceden çok aktifti; maalesef şimdi değil. Neden böyle bilmiyorum. Ben orada uzun seneler bulundum. Üç sene başkanlık yaptım. Evvelce kurulan bir dernekti. Benim zamânımda derneğe parasal destek kazandırdık. Jokeylerin her gün binmek için verdikleri binme parası vardır. Diyelim 25 lirayken 50 lira oldu. Onun yarısı bu derneğe kalıyordu. Sonra bir grup çıktı, derneğe bu parayı vermiyoruz dedi; gelir azaldı. Derneğin başkanıyken öğrencilere burs veriyorduk, ayırt etmeden okuyan kim olursa. Doğal olarak seyis ve jokey çocukları da vardı burs alanlar arasında. Benim zamânımda meselâ 30-40 üniversite talebesi okutuldu.
Bahis piyasasına bakışınız nasıl?
Bahisle bizim hiçbir ilişkimiz yok. Jokey kesinlikle bahis oynamaz. Ancak kendi bindiği ata ganyan oynayabilir. Peki bu nasıl oluyor? Temel kâide şudur: Jokey atına kazanmak iddiasıyla biner. Dolayısıyla kendi atına ganyan oynamasında beis yoktur. Çünkü kazanmak için varını yoğunu ortaya koymak zorundadır, hîle söz konusu olamaz. Ama kendi koştuğu yarışta başka bir atın üzerine bahis oynaması, kendisinin bilinçli şekilde kötü koşması demektir, kesinlikle yasaktır. Çok ciddî cezâ alır.
Jokeylik mesleğinin önünde ne gibi sorunlar var?
Şu an jokeyliğin önünde hiçbir sorun yok. Eskiden jokey dediğiniz zaman jokeye kız vermezlerdi. Jokeylerin îtibârı yoktu. Jokey mi, aman atçı mı der istemezdi. Günümüzde jokeylerin ekonomik durumu iyi. Jokeyliğin dışında burada bir meslek daha var. Atları çalıştıran kişilere idmancı diyorlar. Antrenör değil, idman jokeyi. Siz antrenörsünüz. “Çık şunu şunu yap!” diyorsunuz. Ben çıkıyorum yapıyorum, gelip size rapor veriyorum. Şurasını burasını beğenmedim diyorum. Bu işten genel müdür maaşına yakın gelir kazanan arkadaşlarımız var. Bu çatının altında yaklaşık 1600-1700 jokey var. Bunun içinde at binenler çok az, çalıştırıcılar çok fazla. Jokeyler her gün başka bir hipodromda at bindikleri için evvelki gibi at çalıştırma şansları yok. Onun için farklı çalıştırıcılar devreye giriyor. Bu arkadaşlarımız da mesleklerinde, evlendiğinde âilesine, çoluğuna çocuğuna iyi bakabilecek bir kazanç sağlayabiliyor.
Çocuklarınızdan bu işi tercih eden var mı?
Yok. Ben ilkokul okudum sâdece. Yurt dışındayken de yeterli eğitimi almamamış olmanın sıkıntılarını çektim. Dedim ki benim çocuklarım olursa üniversitede okutacağım. Çocuklarım üniversitede okudu. Görsel iletişim ve medya okudular. Onları kendi alanıma yönlendirmedim.
Hem okuyabilir hem bu işi yapabilirlerdi. Neden istemediniz?
Şimdi babaları şampiyon bir jokey; hipodromları 30-40 sene boyunca domine etmiş bir insan. Öyle veya böyle buranın rekâbetçi atmosferinden onları uzak tutmak istedim. Kendi hayat hikâyelerini kendileri oluştursunlar dedim. Bilsem ki büyük jokey olacaktılar, belki bu yolu tavsiye ederdim; ama bunun garantisi yok.
Yurtdışında at bindiğinizi söylemiştiniz. Buradan hareketle bizdeki jokeyler, yurt dışındaki jokeylerin at binişleri veya jokeylik tutumları gibi hususlarda bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Evet, bir sene Almanya’da kaldım. Bizden çok farklı tabiî Almanların atçılığı. Bizde meselâ jokey sabah idmana gelir, sonra evine gider dinlenir, sonra gelir yarış koşar. Almanya’da öyle değil; sabah geliyorsunuz seyis gibi atı siz hazırlıyorsunuz. İşten sonra siz temizliyorsunuz. Ahırına siz salıyorsunuz. Atın bütün bakımı size âit yâni. Her gün beş ata bu şekilde bakmak mecbûriyetindesiniz. Bana çok tuhaf gelmişti başta. Ya ben ata bakıyorum, seyislik yapıyorum falan diye üzülmüştüm. Orada sistem böyle işliyor, sonra alışıyorsunuz.
Deneyimli bir jokey olarak iyi bir jokeyde hangi nitelikleri ararsınız?
İyi jokey kazanılmayacak bir yarışı kazanan jokeydir. Kazanılmayacak yarışı bir jokey nasıl kazanabilir? İşte onun mahâretinden, yarışın içinde yer tutuşundan, rakîbini iyi seçmesinden, atın üstünde son düzlükte diri kalmasından, yorulmamasından anlarız. Bu vasıfların hepsi jokeyde olacak. O zaman büyük olursunuz. Meselâ bakıyorsunuz bir Halis Karataş… Ben bırakalı 12-13 sene oluyor, o hâlâ biniyor, binecektir de. Çünkü neden? Büyük bir jokey olmak öyle kolay bir iş değildir. Şu anda dört jenerasyon jokey gelmiş Türkiye’ye. Birinci jenerasyon babam, ikinci jenerasyon Ekrem Kurt, üçüncü jenerasyon ben, dördüncü jenerasyon Halis Karataş. Bu isimlerin hepsi 30 senenin üstünde at binmiş. Biz üç jenerasyon baba oğul ve Ekrem abi İzmir Salihli’den gelmişiz. Babamla ben dışında baba-oğul Gâzi Koşusu kazanan hiç yok. Babam da ben de ikişer kez Gâzi Koşusu’nu kazandık.