Z Dergi Mobil Uygulamasını
ÜCRETSİZ HEMEN İNDİRİN!

Mobil Websitesine Devam Et >>

Suyun Suyuna Gitmek
Bünyamin K.

Yazı Boyutu: a a a
Okuma Modu

Suyun Suyuna Gitmek
Bünyamin K.

https://www.zdergisi.istanbul/makale/suyun-suyuna-gitmek-140

Hayat, saydam bir su damlası ile başlar. İnsan o hayat toprağına su olup iner, sonrasında da buhar olup çekilir toprağa. Yağmur gibi indirildik yeryüzüne, katıksız su ile başladık hayatlarımıza...

Suyun saydamlığı sanat çerçevesinde dikkate değer bir durumdur. Su, insanın hayâline de hayat verir. Târihin bilinen en eski dönemlerinde insanın, anlatmaya su ile başladığını görürüz. Resim sanatının ilk örnekleri sayılan mağara duvarlarına işlenmiş çizimlerin, boyamaların su, toprak ve bitki karışımından yapıldığını biliyoruz. İlk örneklerin yaklaşık otuzbin yıl önceye âit olduğunu bildiğimiz mağara resimlerindeki figürlerin bitkisel boyaların su ile inceltilmesi sûretiyle yapıldığını dikkate alarak “ilk resim sulu boya ile yapılmış” diyebiliriz. Sulu boya, malzeme olarak bitki özlerinden, mâden ve toprak unlarından üretilmektedir ve sâdece su ile uygulanmaktadır. Sanat târihinde ismi anılan ünlü ressamların birçoğu sulu boya tekniğini kullanma ihtiyâcı duymuştur. Bâzen ön çalışma bâzen de esas eser olarak yaptıkları çalışmaların hikâyelerine baktığımızda sulu boya tekniğini kullanmalarının birkaç önemli sebebi vardır. Uygulama pratikliği ve her ortamda kullanılabilirliği, sulu boya tekniğine çokça rağbet edilmesinin baş sebeplerindendir.
Ne ki yağlı boya ressamlarının, çoğunlukla sulu boya çalışırken tutuk ve kontrollü çalıştığını görürüz. Oysa sulu boyanın özünde tesâdüfî biçimlendirmeler vardır; leke, ışık, gölge ve renk tutarlılıkları ancak sanatçının doğal gücü ile tekniğin kendi hükmü arasında oluşturulacak bir uyum ile sağlanabilir. Suyu suyla resmetmenin en mümkün yolu, sulu boyadır. Sulu boya, resim sanatının bir gizem ve efsun tekniğidir. Sulu boya çalışmak için malzemeyi iyi tanımak gerekir. Çeşitli malzemeler vardır ve bu malzemelerle farklı sonuçlar almak mümkündür.

Sulu boya ile birebir gerçekliği yakalama uğraşısı, tekniğin doğasına uygun değildir, bilakis sulu boyanın kendi gerçeğiyle hemhâl olarak ortaya çıkarılan eserlerin tadı ve dimağda bıraktığı saydam iz çok farklıdır. Hâsılıkelâm “suyun suyuna gitmek” sulu boyanın en önemli şartı diyebiliriz. Sulu boyayı kullanmayı gerekli kılan bir diğer ayırıcı özellik ise kapatıcı özelliğinin olmamasıdır. Bunun anlamı şudur: sanatçı, sulu boya tekniğiyle çalışırken ışık geçirgenliğinin ve arka planlar ile ön planların birbiriyle olan geçişlerdeki saydamlığını açık, katıksız ve net bir duruşla, yâni dürüst bir anlatımla kâğıda işlemek durumundadır. Su ile başlayan sulu boyada, kâğıtta kalan, görünen, var olan şey renklerdir; su ise çekilir, “yok” olur. Sulu boya hızlı bir şekilde yapılır ve hatâ kabul etmez. Yâni bir maraton değil, yüz metre koşusudur. Resme hangi hislerle başladıysanız, resmi bitirdiğinizde muhtemelen hâlâ aynı hisler içinde olursunuz. Bu da bir an içinde hâlden hâle giren insanoğlunun, bulduğu her yerden akan, önüne set çekildiğinde onun kenarını dolanıp yine akan, akacak hiçbir yer bulamazsa toprağa çekilen yâhut buhar olup uçan, o da olmazsa buz tutan suyun hâlleriyle özünde nasıl bir benzerlik arz ettiğini gösterir. Yâni şekilleri, hatta şekillerine göre ismi değişse bile, özü aynıdır; “su”dur.

İzlenimci (Empresyonist) ressamlardan Claude Monet, resimlerini yaparken yağlı boya tekniğini sulu boya ifâdesiyle (ki bu diğer izlenimcilerde de hissedilir bir durumdur) yapardı. Suya yaslanan birer defter gibi, göl yüzeylerinde sere serpe dağılmış “nilüfer yaprakları” temalı resimlerinde su imgesini en iyi kullanan ressamların başında gelir Monet. Uzun yaşamının son kırk yılını bir kasabada, kendi uğraşlarıyla oluşturduğu geniş bahçeli bir evde geçirir. Evinin bahçesine diktiği çeşitli bitkilerle âdeta canlı bir tablo yapar ve sonrasında bu bahçedeki nilüfer havuzlarını 250 farklı açıdan devâsâ boyutlarda resimler. Resimlerinde nilüferler serisinin dışında da su konusunu çokça işlemiştir.

Tabiatın olağanüstü unsurlarından olan su, çerme çeşit hâlleriyle resim sanatı içinde gerek uygulamada gerek konu olarak her dâim asliyetini sürdürür. Ressamların, şâirlerin denizleri, gölleri, ırmakları ve yağmurları olmasa sanat kurak bir iklim yaşar.

Deniz ressamlarının yanı sıra, genel olarak resimlerdeki su unsurunun çokluğuyla ilgili genel gerekçe, resim meraklılarının, tüccarların tercihleriyle ilgili bir durumdur. Müzelerde, galerilerde, koleksiyonerlerde görüp göreceğimiz resimlerin birçoğunda uzak yakın su teması bir şekilde vardır. İnsan uçsuzluğa ve tabiatın uyumlu hareketlerine her zaman hayranlık duyar. Resimlerin iki büyük unsuru “gök denizi” ve “yer denizi” iki büyük oyuncudur. Ucundan bucağından bile olsa ressamlar onlarsız imzâ atmazlar. Ya resim alanlarının büyük bölümünü ayırırlar onlara ya da bir parça olsun yer verirler.

Yakın dönem ressamlardan Fausto Zonaro, Civanyan, Aivazovsky eserlerinin çoğunluğu deniz konuludur. Özellikle Aivazowsky, alışılmış manzaradan ziyâde konu içeren tablolarında deniz yüzeylerindeki geniş satıhları kusursuz fırça vuruşlarıyla boyayan büyük bir sanatçıdır. Zonaro ve Aivazovsky, Türk resim sanatının gelişmesinde de tesîri olan iki önemli isimdir.

Türk ressamların özendiği bu iki ressamın genel olarak tabloları, gerçek hayattan hikâyeleri konu ediniyordu. Türk ressamların deniz çalışmaları ve özellikle Osmanlı çeşmelerini sıkça resmetmelerinde, bu öncü ressamların tesîri büyüktür. Diyarbakırlı Tahsin Bey, Hoca Ali Rızâ, Halil Paşa, Hikmet Onat, Vecih Bereketoğlu birer açık hava ve deniz ressamı olarak da anılabilir.
İsmini zikrettiğimiz ressamlar, kopya resimlerin yanı sıra özgün ve sanatsal anlamda güçlü eserler veren ressamlardı. Osmanlı İstanbul’unun resimlerini yapan yirmi civârında yabancı ressamı da anmadan geçmemeliyiz. Her biri için ayrıca deniz ressamı da diyebileceğimiz bu sanatçılar İstanbul konulu birçok eser vermişlerdir. Deniz ressamı yâhut İstanbul ressamı diyebileceğimiz sanatçıların sulu boya eserlerinde, diğer tekniklerden daha tesirli sonuçlar aldıklarını görüyoruz.

Su ile başlayan sulu boyada, kâğıtta kalan, görünen, var olan şey renklerdir; su ise çekilir, “yok” olur.


İstanbul resmi yapan her ressamın ortak yanı, içinden deniz geçen bu aziz şehri resmederken suların toprağa değdiği her kıyıda denize yansıyan uçsuz bucaksız Osmanlı izlerinin ihtişâmını ürperen fırçalarla vurmalarıdır. O günlerde olduğu gibi bugün de suyun her hâlini; katılığını, yumuşaklığını, şeffaflığını, akışını, duruşunu, yağışını, anlatmak için elimizde bir sulu boya fırçası olması kâfidir.